Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

103 syf.
·
Puan vermedi
Politik eylemin ne olduğunu anlatarak başlıyor Strauss. Ya ilerlemeci ya da muhafazakar yapıda olur. Aslında ikisi de benzer şeyleri amaçlıyor. İlerlemecilik, daha iyi gitmeyi istiyor da muhafazakarlık iyiye gitmekten korktuğu için ilerlemek istemiyor değil, kötüye gitme ihtimalinden korktuğu için statükoyu tercih ediyor. İyiyi amaçlamak politik eylemin özünü oluşturur. Çünkü iyi yaşama, iyi topluma erişmek istenir. Bu da Aristoteles’in mutluluk telosuyla benzerlik gösterir. Politik eylemin iyiyi amaçlaması, iyiyi arama yolu olarak politika felsefesini doğurur. Strauss bu kavramda “politika”nın konuyu belirttiğini “felsefe”nin de işleniş şeklini belirtir. Politik şeyler iyilik ya da adalet standardıyla ölçülebilir şeylerdir. Yani politika felsefesi politik şeyin doğasını ve iyi politik düzeni bilme girişimidir. Bu iyilik ya da adaletin nasıl ölçüleceği de aslında kitabın modernite eleştirisi kısmında Makyavel’den bahsederken anlattığı ölçütle mümkün olabilir. Yani adaletin adaletsizlikle, ahlakın ahlaksızlıkla yaratılması gibi bir ölçüt. Buradan sonra politik düşünce ile politika felsefesinin ayrımına giriyor. Politik düşünce politik fikirleri sergilemektir ve her politika felsefesi politik düşüncedir ama her politik düşünce politika felsefesi değildir. Politika felsefesi politik şeylerin doğasını anlama girişimidir. Politika düşünürü herhangi bir politik tutuma ilgi duyabilir, ilk politika düşünürü “yapma” diyen ilk insandı, ama filozof hakikate ilgi duyar. Politika felsefesinin sınırı ise filozofun zihnidir. Antipozitivist eleştirisi Ama politika felsefesi çağımızda çürümektedir. Politika felsefesi, politikanın bilimsel incelenişine giden yolun bittiği yerde başlar. Çünkü politika bilimi gayri felsefidir. Metodoloji ve mantığa ihtiyaç duyar. Politika bilimini doğuran esas şey çağımızda bilginin çok çabuk eskimesi. Bu yüzden bazı insanlar kendilerini bu işe adamak durumunda. Politika felsefesi ve bilimi başlangıçta aynı şeydi. Bugün geldiğimiz noktada felsefi olmayan politika bilimi ile bilimsel olmayan politika felsefesi ayrımı yapmak politika felsefesini çürütmekte. Ekonomi, sosyoloji ve psikolojinin politika felsefesinden ayrılması onu bir anlamda mezara gömmüş ve bir noktada anca itirazlar kümesi haline gelmiş politika felsefesi. Bilim ve tarih politika felsefesinin bilim ve tarihten yoksun olduğunu söyleyerek onu yok etmiştir. Ve bir sosyal bilimci hakikat peşinde olduğu için tercihlerini tehdit ede bu düşünceye savaş açmak zorundadır. Hakikat peşinde olmak değer yargılarından uzak olmamayı gerektirir. Böyle bir sosyali bilim mümkün değildir. Zaten bu yüzden demokrat, otoriter, karizmatik lider gibi kavramlar kullanıyoruz. Yani gelenekler ya da algılarımız ve bilimsel açıklamalar birbirinden ayrılamaz. Bu pozitivizmin kendisini zamanla tarihsiciliğe dönüştürmesi ve batı merkezli bir şekilde öznel sorularla nesnel cevaplar araması politika felsefesiyle tarihsiciliği birbirinin en ciddi hasımları yapıyor. Tarihsiciliğin olgu değer ayrımını terk etmesi ve iyi toplum sorusunu bile sormaması onu pozitivizmden bile daha olgun bir düşman haline getiriyor. İnsan iyi toplum sorusundan asla vazgeçemez. Klasik çözümler İyi toplum sorusunu, mutluluğu arama ve buna bilgiyle ulaşma gayesinde olan klasiklerde görürüz en çok. Klasik politika felsefesi geleneklerin henüz oluşmadığı, herkesin anlayabileceği bir felsefedir. Klasik politika felsefesi soylu ve soyut bir düşüncenin ürünüdür. Modern politika felsefesi, klasik düşüncenin yalın ve ilksel düşünceden uzaklaşmış hali olarak onun bir türevidir. Klasik politika felsefesi, politika felsefesinin temelini oluşturduğu için iyi yaşamı arar ve iyi yaşam da ancak iyi rejimle mevcuttur. Yasaların nedeni de sosyal düzene, rejime bağlıdır. Rejim, politika felsefesinin rehberidir. Politika felsefesi politik birliğin (ülke/ulus) en kapsamlı ve yetkilik birlik olduğuna dayandığı için rejimin topluma karakterini veren form olduğunu düşünür. Toplumun ahlakı da yasaların ruhu da buna bağlıdır. En iyi rejim ise zıtlıkların bir arada olmasıyla mümkündür, yani var olması için bir mucizeye ihtiyacı vardır. En nihayetinde “toplumdan ne beklenir ki!” İyi insan ve iyi yurttaş da iyi rejimde birleşir. Yani hem iyi yurttaş hem iyi insan olmak için iyi rejimin olması gerekir. İyi yurttaş olmadan iyi insan olunabilir ya da iyi insan olmadan iyi yurttaş da olunabilir, ama ikisinin birleşmesi için iyi rejim kurulu olmalıdır. Ama klasik düşünürlerin iyi rejim dediği şey genellikle anti demokratik olmakla eleştirilir. Klasikler demokrasi yergisini ve övgüsünü aslında bir arada yaparlar. Aslında en iyi yönetim şeklidir, ama tanrılara layıktır. Yine de Sokrates üzerinden, onu öldürenin demokrasi olduğunu düşünsek bile onu 70 sene yaşatanın da demokrasi olduğunu hatırlamak gerekir. Demokrasi özünde iyidir, çünkü iyi insanın kendini en özgür şekilde geliştirebileceği bir yoldur. Ama işin diğer tarafında bir de kötü insan vardır ve onun da en özgür şekilde gelişimini tamamlayacağı yer demokrasidir. Demokrasi çoğunluğun yani eğitimsizlerin egemenliğidir ve aklı başında kimse bunu istemez. Demokrasi konformizm getirir. Modern Çözümler Klasik düşüncenin gerek erdem arayışı gerek iyi rejim tasviri gerekse de en iyi devlet ütopyası modern politika felsefecileri için gerçekçi bulunmaz. Hatta başlangıçta Makyavel ile o kadar radikal bir eleştiri gelir ki bu düşünce günümüzde bile sert bir olumsuzlama olarak okunur. Strauss’un birinci dalga adını verdiği bu düşünceye daha sonra Hobbes-Locke-Montesque da katkı verdi. Makyavel’e göre insan doğası gereği erdemli değildir. Ancak yasalarla ve toplumca erdeme sevk edilebilir. Topluma erdemi öğretecek eğiticiler de erdemsizliğin ne olduğunu öğrenerek erdemi öğrenmiş olacaklardır. Erdem, ortak iyiyi getirir. Ortak iyi ise toplumların peşinden koştuğu şan şeref, özgürlük, istikrar, yasalar gibi amaçlardır. Bu amaçlar, eylemleri erdemli kılar. Bu amaç uğruna yapılan her şey iyidir ve her şeyi haklı çıkarır. Erdem, yurtseverliği de getirir ve vatana adanmışlık da eğitimle mümkündür. İnsan, eğitimle ve icbarla her şekle girebilir. Yoğrulabilirliği ve çekice gelirliği de insanın, klasiklerin düşündüğünden daha etkili ve büyük bir varlık olduğunun göstergesi. Çünkü neredeyse her şeyi yapmaya muktedirdir. İnsan iyi olmaya zorlanmalıdır. Adil ve iyi bir toplum oluşturmak da dürüst ve güçlü kurumsal yapıyla mümkündür. Bunu yapacak olan prens de iyi biri olduğu için değil şan şeref arzusuyla yapar. Klasik gelenek değişime uğrayarak Hristiyan merhameti haline büründü Makyavel’e göre. Dinsel zulmün kötülüklerini de sezmiş ve insaniyetsizliğin potansiyelini azaltmak istmeişti. Bu yüzden merhametin yerine hesap koydu. Çünkü toplumun özünde olan ahlaksızlığı değiştirmek istemişti. Strauss’a göre Makyavel, silahsız peygamber rolü üstlenmişti. Makyavel inandırmayı, ikna etmeyi ve geleceğe hükmetmeyi istediği için diğer filozoflardan ayrıdır. Öncekiler kendi düşüncelerini, var olan düşünceleri yıkmak için söylememişlerdi. Makyavel ise öğretisini kendisinden sonrakilerin stratejisi olabilecek bir tasarıyla oluşturdu. Strauss’a göre klasikler istisnai olanı hariç tutarak normal olana yönelik bir tespitte bulunurken Makyavel yüzünü istisnai olana doğru dönmüştü. Makyavel’in şemasını değiştiren ve yumuşatan Hobbes oldu. Zaten Makyavel “prens üzerine” Hobbes “yurttaş üzerine” yazmıştı. Makyavel’den “daha namuslu, masum ve açık sözlü” Hobbes, uyrukların görevlerini düşündü. Adaleti önceliyordu. Strauss Hobbes’u Sherlock’a, Makyavel’i Moriarty’ye benzetiyor. Hobbes’a göre insan bencildi ve doğa durumunda kendini koruma arzusu ve öldürülme arzusu hakimdi. Ancak yönetim tesis edildiğinde ölüm korkusu yerine yönetimden duyulan korku ve kendini koruma arzusu yerine rahatını koruma arzusu hakim oldu. Makyavel şan şerefe odaklanmışken Hobbes’un odağı güçtü. Hobbes’un öğretisi de muhtaç olduğu yumuşamaya Locke ile kavuştu. Locke’a göre yeme içme kadar temel bir ihtiyaç olan mülkiyet vardır. Kendini koruma arzusunun yerini mülkiyet alır. Locke, kansız ve ekonomik bir çözüm getirdi. Modernitenin 2. dalgası Rousseau ile başlar ve modernite öncesine bir özlemle site dünyasına, orjinlere dönüşü arzular. Sivil toplumu doğal yasaya göre inşa etmek istiyordu. Doğal yasaya uygun bir toplum, adil yasayı da beraberinde getirir. Ama genel irade düsturuyla totalitaryanizme mahal vermektedir. Rousseau’ya göre insan doğası kavramının içi boşaldı ve mükemmel bir durum olan doğa durumundan uzaklaşıldı. İnsan, bozulmaya başladı ve adil topluma ihtiyaç duydu. Doğa durumunun bütünlüğüne ve samimiyetine dönülmelidir. 2. dalga, moderniteye karşı klasiğe duyulan bir özlem içeriyordu ama Alman idealizmini de etkiledi. Ardından Nietzsche’nin başlattığı 3. dalga ile modernite krizi daha da büyüdü. İyi birey ve modernite uyumunu reddetti ve tarihsel sürecin rasyonel bir süreç olmadığını savundu. Fakat sonuç olarak hiçbir alternatif sunmayarak elleri boş bırakmıştır.
Politika Felsefesi Nedir?
Politika Felsefesi Nedir?Leo Strauss · Paradigma · 200031 okunma
··
412 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.