Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir vardı, bir yoktu... Ormanın derinliklerinde türlü hayvanlar yaşıyor, bunlar aslan türü tarafından baskı altına alınıyordu. Bu aslanlar gölgeler arasında lüks hayatını yaşıyor, yiyeceklerini önlerine öbür hayvanlar getiriyordu. Sonuçta aslan ormanın güvenliğinden sorumluydu, diğer hayvanlar da kendi güvenliklerini sağlamak için aslana hizmet etmek zorundaydı. Aslanların söylemlerine göre, bazı terörist ceylanlar ormanı talan edip yiyeceklerini ellerinden alacaktı. Oysa aslanlar öyle miydi? Hayvan ırkının devamı için, herkesin korunmasını üstleniyorlardı. Günler geçti, aylar geçti. Aslanların yöntemleri sorgulanmaya başlandı. Birkaç tavşanın sohbeti sırasında, aralarına bir kunduz katıldı. Kunduz daha önce ceylanlarla sohbet etmişti, ve onlara hak verdiği bazı konular vardı. Gerçekten aslanlar onları kimden ve neden koruyordu? Kaynakların büyük kısmının aslan türüne teslim edilmesi doğru muydu? Bunları tüm hayvan ırkının yararına kullanamaz mıydık? Bunları tavşana söylediğinde, “Bu aşırı görüşlerini al da git! Onlar bizleri koruyor,” tepkilerini aldı. Kunduz bunlar için üzülmüştü. Bir başka hayvan olan kaplumbağanın yanına gitti, tavşana anlattıklarını bir bir anlattı ve ekledi: - Sen ne diyorsun kaplumbağa kardeş? - Dediklerin pek bir hoş da, nasıl olacak be kunduz kardeş? Sen hayvanların sosyolojik seviyesinden haberdar değilsin herhalde. Farklı yöntemler izlemek lazım. Uğraştı, didindi. Kaplumbağaya da laf anlatamadı. Oysa ona güveniyordu, o Leones Ormanı’nın aydınlık yüzlerindendi. Ormanın kurucularını çok severdi. Aslan türünün yönetici zümreden inmesini savunmaz, yalnızca yönetimdeki aslanı suçlardı. Ona göre, “Hele o sarı aslan bir gitse, kara aslan gelse var ya; her şey düzelecek, her şey.” Ama gerçeklik öyle değildi. Tüm kaynaklara çökmüş bir aslan zümresi vardı, ve bunlar oradan indirilmeden hiçbir şey düzelmeyecekti. Günler geçti, aylar geçti. Tüm hayvanların akıllarına bazı şeyler tak etmeye başladı, çünkü herkesin payına düşen yiyecek payı oldukça azalmıştı. Aslanların meclisine bir ceylan soktular. Bu ceylan esti, gürledi; doğruları haykırdı. Aslanların nasıl kötü bir sınıf olduklarını, nasıl bizlerin sırtından kazandıklarını anlattı. Hayvan halkında belli heyecanı uyandırmayı başarmıştı. Aslanlar bu durumdan tedirgindi, ancak kürsülerde “işte demokrasi bu, görüyorsunuz farklı düşüncelere de yer veriyoruz” diyorlardı. Bu tedirginlikleri, ceylanın yeterince güç kazanamaması dolayısıyla belli seviyede korunuyor; ceylanın davranışları “hoş görülüyordu.” Ceylan bundan yararlanarak, halkın gözündeki gücünü arttırdı. Aslanlar için gerçekten tehlike olabilecek duruma geldi. Aslanlar, ellerindeki kaynakları hiçbir şekilde teslim etmemeye kararlıydı. Bir gece vakti, ceylana pusu kurdular, öldürdüler. Ancak ceylan öldüğünde arkasında kocaman bir birikim bırakmıştı. Halk hakkını aramayı öğrenmişti. Hayvanlar toplumunun üzerinde derin etki bırakan bu ceylan hakkında inanılmaz yalanlar uyduruldu. Bazısı onun gerçek hayvan olmadığını, hayvanlığın bu olmadığını söyledi. Bazısı onun eli silahlı katil olduğunu söyledi. Bazısı da onun fikirlerinin tarihe karıştığını, hiçbir fikir için mücadele etmeye değmediğini, onun da gücü eline geçirdiğinde aynı şeyleri yapacağını söyledi. Oysa bu büyük bir yanılgıydı. Gücü eline geçirenin o gücü ne için kullandığı, neyi sakladığı önemliydi. Aslan sınıfının kaybedemeyeceği bir serveti vardı, o kanlı krallığını korumak için gereken her şeyi yapardı. Ancak ceylanların istediği böyle bir güç değildi. Hayvanların bu uydurma demokrasiden gerçek demokrasiye geçmesiydi. Tarihte bunun örneği vardı. Başka ormanlarda, bazı hayvanlar bu işi başarmışlardı. Sadece dört beş yılda seçime gidilen bir aslanist sistemden, toplumcu bir sisteme geçmişlerdi. Bu kolay olmamıştı. Kimse kolay olacağını iddia etmemişti zaten. Bu zorlu yol için mücadeleye çıkanların ulaştığı bir başarı, bu yolda kaybettiklerinden oluşmuştu. Hayvanlığın daha iyi bir geleceğe sahip olması için ellerini taşın altına koymuşlar, bir şeyler için mücadele etmişlerdi. Onlar da oturdukları yerden eleştiri sallayıp, gerçekliğe uymayan iftiralar atabilirlerdi; hareket etmeyip bu hakları kazanamayabilirlerdi. Ancak bu onların yapısına uygun değildi, kolaya kaçmak onlar için bir yöntem değildi. Onların kurduğu toplumcu Unitatem Ormanı’nda yasalar tüm halkın yararınaydı. Onların yasalarına göre, suç işleyen halk temsilcileri geri çağırılabiliyordu. Halka hesap vermek zorundaydılar. Onların yasalarına göre, köylerde, ilçelerde büyük sandıklar kuruluyordu. Ancak bu sandıklar, halkın güncel sorunlarına çözüm olmak için vardı, halkı aldatmak için değil. Ne yazık ki Leones’in hayvanları bunu bilmiyordu. O halkın liderinin bir despot olduğunu ve açlık içinde yaşadığını sanıyor, kendi haline şükrediyordu. Oysa Leones’in hayvanlarının o ülke hakkında bilgi edindiği yer, aslanların haber kanallarıydı, aslanların kitaplarıydı. Aslan propagandalarından sıyrılan hayvanları görenler de, onların beynini yıkanmış sanıyor, güncel hayatta tarih hakkında ettikleri sohbetin kaynaklarını araştırma gereği görmüyordu. Ceylanlar bu duruma pek şaşırmıyor, aslanların halkın beynini yıkadığını biliyordu. Ceylanların sahip olduğu bu fikirler durduk yere çıkmış değildi. Eski zamanlarda, başka ormanlarda fikri ve pratiği ortaya koymuş kişiler vardı. Bu kişiler hayvanlık tarihini yerinden oynatacak düşünceleri oluşturmuşlardı. Bu kişiler hatasız değillerdi, bir peygamber değillerdi. Bu kişilerin düşüncesi aşırı düşünceler değildi. Bunlar hayvanlık tarihini en ince iliğine kadar süzmüş, hayvanlığın nasıl geliştiğini; bu sömürü düzeninin hayvanı nasıl yiyip bitirdiğini iyi saptamışlardı. Onlar kahin de değillerdi, verdikleri yöntemler dört başı mamur yöntemler değillerdi. Sorgulanabilir, o dönem için geçerli olan bazı şeyler bugün geçerli olmayabilirdi. Ancak bıraktıkları düşünce ve yöntemler yadsınamaz derecede önemliydi. Bu kötü giden düzenin değiştirilebileceği, hiçbir şeyin sonsuza dek aynı kalmayacağı; maddenin sürekli bir değişim içinde olduğunu söylüyorlardı. Bu hayvanların arasında bir mizah yazarı vardı, diğer hayvanlarla birlikte direnen, edebiyatını bu yönde veren bir yazardı. Bu yazara göre “Herşey, var olan herşey, her düşünce, birbirine karşıt iki şeyin bileşimiydi. Varolmak demek, iki karşıt şey olmak demekti, bişeyin karşıtı da olması demekti: Olumlu-olumsuz, ak-kara, tez-antitez... Karşıtlar sürekli savaşım içinde yokolurken yeni bir bileşim çıkıyordu ortaya. Her yeni bileşim de, kendi karşıtının tohumunu içinde taşıyordu. İşte varlık buydu, doğa buydu, tarih buydu...” Hayvanların gerçekten daha iyi bir düzene geçmeleri için gereken tek şey birlikte hareket etmeleriydi. Dünyanın tüm hayvanları bir araya gelmeli, kendi ormanlarındaki aslanları yerle bir etmeliydi. Bu bir slogandan öteydi. Yaşamın kılcal damarlarında yıllardan beri süregelen bir gerçekti. Ormanın çeşitli iş kollarında çalışan örgütlü hayvanlar zaten vardı. Yapılması gereken, o karanlık kabuktan çıkıp, bu hayvanlara el uzatmaktı. Mücadele yeni başlıyordu…
··
960 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.