Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

232 syf.
·
Puan vermedi
Bu kitabın mesajına yazık oluyor. Açıklayayım. Yazarın Kral Süleyman, Babil büyücüleri, Fransız Devrimi ve masonlar hakkında söyledikleri doğru (mason sözcüğünü kullanmıyor). Kuran'ı okumamız ve günümüzü onunla anlamaya çalışmamız gerektiği konusunda haklı. Mağara Yoldaşları öyküsü hakkındaki yorumu doğru. Boğazına kadar çoktanrıcılığa batmış olan modern yaşamdan kaçan, sistemin dışına olabildiğince çıkan cemaatler kurmak gerektiği konusunda haklı. Hepsi ve aralarında kurduğu nedensellik bağları doğru. Hokkabazın hokkabazlığına yabancı olan okura bunu anlatmayı denememesi ise kötü. Yani gözbağı nerede yapılıyor, onu anlatmıyor. Ben olsam Fransız Devrimi'nin ve modern tarih yazıcılığı üstünde durur, Yahudi soykırımı, 11 Eylül, Ay'a ve Mars'a gidiş, insan kaynaklı küresel ısınma gibi tiyatrolara kısaca değinirdim. Basının beyin yıkama gücüne dokunmadan geçmez olmaz tabi. Hepsini toparlayan şey de modernizmin kurucu mitolojisidir. Bilimetaparlık ve ilerlemecilik bunun içindedir. Yazar yalnızca seküler altyapıdan ve Google'ın ve sosyal medyanın aptallaştırma gücünden kısaca söz etmekle yetiniyor. Dolayısıyla yeterli altyapısı olmayan kimi okurun "saçmalık" deyip kitabı elinden atmasını önleyemiyor. Yazar Kitabı Mukaddes'i güvenilir bir kaynak sayıyor. Tahrif edilmiş olduğunu yazmış ama buna rağmen oradan bolca alıntı yapıyor. Armagedon (veya hadislerdeki Melhametül Kübra) Kuran'da geçmez. Müslümansanız Kuran'a eksik kitap muamelesi yapamazsınız. Yazar hadisleri gerçek sanıyor. Kıyamet alametleriyle ilgili isabetli hadisin benzerini ben Bagavata Purana'da buluyorum. Şimdi Hint kitaplarına da mı inanalım? Yahudi, Hristiyan ve Mecusi uydurması olan hadisleri gerçek sandığı için Arapları İsmail'in soyu sanıyor. Muhammed'in Yahudileri şirin görünerek, hatta onların dinlerini taklit ederek ikna etmeye çalıştığını sanıyor. Oysa gerçekte Muhammed onları yalnızca Kuran'la ikna etmeye çalıştı (bkz. 5:100, 17:74, 42:15 vb). Hadislere inanmak zorunlu olarak "iniş nedeni" (esbabı nüzul) denen öykülere de inanmayı gerektiriyor. Bütün bunlar Kuran'ı anlamaya yardımcı olmak yerine zorlaştırıyor. Bu zorluğa rağmen yazar Kehf Suresi'nde isabetli yorumlara ulaşıyor, hakkını yemeyelim. Katılamadığım bir yorum şu: Kral Süleyman, tahtına bırakılan cesetle sınanıyor. Öyleyse ceset gelecekte değil Süleyman'ın zamanındadır. Yazar cesedin günümüzde veya yakın gelecekte bırakılacağını öne sürüyor. Süleyman gelecekte olacak bir olayla nasıl sınanabilir? Yazar Adem'i yaratma kıssasını yanlış yorumluyor, ayeti yanlış çeviriyor. Ayetteki fiil kipleri geniş zamandadır, olay geçmişte olup bitmiş değildir (özellikle Bakara 30'a dikkatli bakın). İkincisi; Adem çamurdan bir heykel değildir. Her canlı gibi evrimden geçirilerek yaratıldığını belli eden elli kadar ayet vardır. Üçüncüsü; Havva diye biri yoktur. Neyse ki anlatmak istediği öyküyü, yapmak istediği uyarıyı öbürleri gibi baltalamayan bir hata bu. Yine de bu İsa'nın dirileceği inancını besleyen bir yanlış inanıştır. Çünkü Adem'in çamurdan bir heykel olarak, yani doğa yasalarını çiğneyerek yaratıldığına, gökten "ışınlandığına" inanan kişinin İsa'nın doğa ve mantık yasalarına aykırı ve Kuran'la çelişik biçimde göğe yükseldiğine ve yeniden "ineceğine" inanması kolaylaşır. Bir diğer hata Adem'e kötülük etme ve iyilik etme yetilerinin birbirinden bağımsız olarak verildiğini söylemesi. Oysa Kuran'a göre ikisi aynı anda verilmiştir. Kitabın uyarısını en çok baltalayan hata İsa'nın yeniden geleceği hurafesidir. Kuran'da "açıkça" yazdığını söylemiş, kesinlikle böyle bir şey yok. Yazıyor diye gösterdikleri ayet en iyi olasılıkla, en iyimser bir okumayla bile son derece kapalıdır. Kuran'ın tamamı okunduğunda ise ölen birisinin ikinci kez yaşaması diye bir şeyin olmadığı bellidir. Açık olan şey budur. Muhammed'in geleceği gördüğü iddiası da Kuran'da bildirilene terstir. Yazar 21:105'i de yanlış yorumluyor. İyi kulların egemen olacağı vaadi bütün dünya için geçerlidir, belli bir ülke için değil. Yazar Kitabı Mukaddes'i hakiki varsaydığı için Kuran'ı KM'ye bakarak okuyor. Bu ölümcül bir hatadır. Tevrat ve İncil hakiki olsaydı üçüncü bir kitap indirilmezdi, bunun yerine Muhammed KM'yi açıklardı. Sona ne kadar yaklaşıldığı sorusu yanlış sorudur. Kendisinin de çok iyi biliyor olması gerektiği üzere Kuran'ın mesajı kişinin ve toplumun üstüne düşeni yapmasıdır; sonu ertelemesi veya sonun yakınlığına göre bir konum alması değil. Yani aslında yazar "ahir zaman" ve "Mesih" inancını destekleyerek kendi tezini zayıflattığının farkında değil. Diyor ki, iblis sahte Mesih üretecek. Mesih'in gerçeğinin olmadığını fark etsek bu yetecekti. Şimdi bu boş inanış yüzünden sahtesini ayırt etmek zorundayız. Dahası, bir kurtarıcı beklemek insanlara yılgınlık aşılar. Oysa gerçekte Müslüman'ın dünyayı kurtarma gibi bir sorumluluğu yoktur. Kuran "sen önce kendini kurtar" der. Tufan gelecekse gemiyi yapmamızı söyler, tufanı engelleyecek bir kurtarıcı vaat etmez. Deccalin aramızda olup onu (şimdilik) göremiyor oluşumuz konusundaki yorum fantastik. Sözgelimi adalet de, sevgi de aramızda ama bunları da göremiyoruz. Şimdi bunların gizemli varlıklar olduğuna mı inanalım? Deccal bildiğimiz kötülüktür, şeytandır, her türlü yalan ve sahteliktir. Masonların, Bilderbergcilerin, sermaye tekellerinin ve güç odaklarının sürekli genişlettikleri göz bağlama ağıdır. Yahudi Karl Marks, Eski Ahit'te bulduğu Mesih Kral'ı mecaz olarak anlayabilmiş ve komünizmi kurmuş. Peki, Müslümanlar efsanelerde sözü edilen Deccal'i neden mecaz olarak anlamayı başaramıyorlar? Öyle bir kişi yok, olmayacak da. Bununla birlikte somut ve soyut olarak Deccal var. İşte bütünüyle sahtecilik üzerine kurulmuş basın-yayın, sosyal medya, bankacılık, ecza, reklam, pazarlama, halkla ilişkiler, sinema, televizyon, görsel efekt, estetik cerrahi, moda, endüsti tasarımı gibi iş kolları. Görüyoruz, sesini duyuyoruz, ona dokunuyoruz, aldanıyoruz, canımızı yakıyor, her gün hareket alanımızı daha da kısıtlıyor. Böyle bir ortamda "Ben tanrıyım" diyecek bir adama ne gerek var? Çok küçük bir azınlık dışında çocuklarımız zaten bu güç kompleksini tanrı sanacaklar. Yazar bütün bunlara popüler tasavvufta "keşif" olarak bilinen "ben söyledim oldu" niteliğindeki iddiaların meşruluğunu savunarak tuz biber ekiyor. Zaten hadisleri kabul edince tasavvufu kabul etmeye de kapı açılıyor. Uyku veya uyuklama halinde insana gelen esinin tamamına şeytan karışmıştır. Yani bunlar bir şeyin keşfi değildir. Sanatçılara da esin gelir, hem uyanıkken de gelir. Ama hiçbiri peygamber değildir. Peygamberlere gelen esinin farkı da şeytanın yani gerçekdışının karışmamış olmasıdır. Şimdi kalkıp herkesin peygamber gibi vahiy alabileceğini söylersek ki tasavvufçular bunu söylüyor, önüne gelen Hızır olmaya kalkar ve ortaya çıkacak cehaletin önünü alamayız. Aslında keşif dedikleri şeyin orijinali ve gerçeği herkesin içinde bulunan iyilik dürtüsü olmalıdır. Buna en temel düzeyde vicdan diyoruz. Tanrı'nın varlığının bilimsel kanıtını aramayı yanlış yapan şey de budur. Herkesin içsel deneyimi Tanrı'nın varlığını onaylar. Tıpkı adaletin, sevginin, güzelliğin varlığını onayladığı gibi. Bunlar için dışsal /gözlemsel /ampirik bir kanıt aramanın yanlışlığı açıktır. Ve fakat bu durumu tasavvufa veya gizemciliğe alet etmek yanlıştır. Katılmadığım noktalardan biri Avrupa'ın Karanlık Çağı denen dönemin de firavunların, masonların bir dümeni olduğu. Bu adamlar bu kadar da güçlü ve uzgörülü değiller. Bu kadar büyük ve uzun zaman alan toplumsal dönüşümleri tasarlayıp uygulayabildiklerini ima etmek bu adamları neredeyse tanrı yapar. Oysa bu kadar güçlü değiller ve sık sık çuvallıyorlar. Bu adamların tek yeteneklerinin gözbağı olduğunu unutmamak gerek. Buradaki gözbağı Avrupa ortaçağının bir karanlık çağ olduğu anlatısıdır. Gerçekte karanlık falan değildir. Hümanist ve özellikle de Yahudi tarihçiler Hristiyanlığa ve teizme leke sürmek için böyle bir tarih yazdılar. O zamanki cadı avı bugün de sürüyor. Yalnızca hedef değiştirdi. Sözde düşünce ve inanç özgürlüğünü tanıyan Avrupa'da Nazilere nasıl davrandıklarına bakarsanız görürsünüz. Veya karısına vuranlar. Veya hayvanlara "kötü muamele" edenler. Çocuk pornosu izleyenler. Irkçı düşünürler. Radikal İslamcılar. Bunların hepsi de adil yargılanma hakkının esirgendiği modern cadılardır. İnsan yerine konmazlar. İşte daha taptaze; anayasal haklarını kullanmak isteyen insanları aşı karşıtı, bilim karşıtı diye dışladılar. Avusturya'da hayvan muamelesi yapıyorlar. Bu insanların hapse tıkılması veya aç bırakılması kapıdadır; nitekim tam elektronik para sistemiyle bunu amaçlıyorlar. Kısacası "Karanlık Çağ" söylemi modernizmi övüp yüceltmek üzere yapılan bir aldatmacadır, sahte bir tarih yazımıdır. "İlerleme" söylemi gözbağının ta kendisidir. Bir karşıtlık yaratıp İslam'ın "Altın Çağı"nı övmek bahanesiyle Rönesans öncesi Avrupa'sını aşağılama hatasını ne yazık ki Müslümanlar da yapıyorlar. Bütün bunlara rağmen bu kitabı en iyi Kuran yorumlarını yapan yazarların içindeki doktor, mühendis ve meslek erbabı (din adamı olmayanlar) listesine ekliyorum. Ne ilginç, bu listede ilahiyatçı veya "alim" olmayanlar çoğunlukta. Gerçi Kuran'ı çalışıp yorumlayan mı kaldı diyeceksiniz, haklısınız. Bu kitabın mesajına yazık oluyor. Çünkü yazar "inançlı" olmayan kişilerin de bu kitapta verilen haberleri ciddiye alması için bir gerekçe sunmuyor. Olayı inanç çerçevesinden çıkarıp gözleme dayandırma çabası çok zayıf kalıyor. Kalkıp da Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışma şaşkınlığına düşmesin tabi. Ama yukarıda saydığım iş kollarının ve hatta bilim dünyasının sahteliği somuttur, inanca girmeden gösterilebilir. Kitap sanki okurla belli konular üzerinde çoktan uzlaşılmış gibi, bu kitap sanki uzunca bir kitabın son bölümüymüş gibi yazılmış. "Dünyadaki siyasi gelişmeleri yeniden yorumlamak" için inançsıza bir şey sunmuyor. Nitekim ben bu incelemeyi yazarken bu sitede yazılmış olan iki kısa incelemede bu durum açıkça görülüyor. Yazar vermesi gereken mesajı biliyor ama bu mesajı hadis, Kitabımukaddes gibi gerçekdışı kaynaklarla alabildiğine kirletiyor. Armagedon mitolojisinin Kuran'da olmadığını, bunun yalnızca Yahudi-Hristiyan toplumunun ve bir bölük şaşkın Müslüman'ın kuruntusu olduğunu söylemiyor. Asılsız kehanetleri ciddiye alıyor. Bu yüzden bugünlerde bu çok gerekli olan uyarısının suya düşme potansiyeli var. Artık ne kadar suya düşüyor, okurlarının ne kadarını ikna ediyor bilemem. Kitabın mesajına saydığım başlıca iki nedenle, gerçekdışı kaynaklarla gerçek kaynakları karıştırması ve gözbağına örnekler vermemesi nedeniyle yazık oluyor. İnsanları gözbağından kurtulmaya çağırmak için onların ille de bazı eski efsanelere inanmaları gerekmiyor. Kuran'a güvenmeleri mesajın iletilmesini kolaylaştırır ama hadislere ve Kitabımukaddes'e inanmaları zorlaştırır. Yıllar önce borca dayalı para sistemiyle ilgili İngilizce bir belgeselin Türkçesini hazırlamayı düşündüm (peakprosperity.com sitesinde The Crash Course). Görselleriyle birlikte ciddi bir emek istiyordu. Emeğin boşa gitmemesi ve amacına ulaşması için Mete Gündoğan'dan çok alçakgönüllü bir şey istedim: Hazırlayacağım videoyu kendi kitlesiyle paylaşmasını. Çünkü hiç bir akademisyenin erişmediği bir bilgelikte ve fakat herkesin anlayacağı dilde olan bu videonun içeriğini anlama potansiyeli öncelikle Gündoğan'ın çevresindeydi. Kendisi isteğimi geri çevirirken kaynağın kendi değerlerine uygun olmayan şeylerle kirlenmiş olduğunu söyledi. Merak ediyorum acaba hadislerle, Kitabı Mukaddes efsaneleriyle bezenmiş olsaydı kabul edecek miydi.
Hokkabaz
HokkabazMete Gündoğan · Destek Yayınları · 202031 okunma
·
474 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.