Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Genç kuşak diğer kahramanlar -daha çocukluğunda yıkıma uğramış, “kurban edilmiş” kuşak- “olumlu tiplere” göre daha gerçekçi görünüyorlar. Suçlular ve suçsuzlar olmak üzere iki çeşittirler. Örneğin Matriyoşa kurban edilmiş, mutsuz bir kişidir, işin en korkunç yanı da Rusya’da istemediğiniz kadar Matriyoşa gibi “bahtsız” kızların olduğunu, köylerimizin bu zavallılarla dolu olduğunu hissetmenizdir. Bu anlatımın doğruluğu, geleceğimize bilinçle bakan duygulu insanı dehşete düşürmeye yetiyor. Reformlardan sonra ortaya çıkan kuşaktır bu. Parçalanmış bir aileyi, ahlaksızlığı ve her yanı saran sarhoşluğu daha küçükken tanıdı; sonra doğruca fabrikada buldu kendini. Zavallı kız! Fahişe oluyor, belki de on iki yaşından beri kötü yola düşmüştü de bunun ahlaksızlık olduğunun pek farkında değildi. Noel’de fabrikasından ayrılıp birkaç günlüğüne köyüne geliyor; eski arkadaşı, köylü kızı Maşa’nın namusunu güzel giysilere tercih etmesine içtenlikle şaşırıyor. “Ne yapalım, Stepan Zahariç” diyor, “bir cahillik işte! Bir tüccarın, bir beyefendinin genç bir kızla oynaşmasının ne zararı olabilir!” Haklı olduğuna, sözlerinin gerçek olduğuna derinden inanarak söylüyor. Durun, bitmedi: Maşa’ya ve öteki köy kızlarına acıyarak, Maşa aşağılık tüccarı geri çevirirken doğrudan şöyle diyor: “Şu köylü milletiyle konuşmaktan zevk mi alıyorsun? Odun kafalılar! Şimdi onun yerinde başka bir kız olsaydı kim bilir nasıl havalara sıçrardı! Onları bir güzel ayartır, bundan kârlı çıkardı!” Sonunda bu mutsuz kıza, zavallı masum Maşa’ya sahip olmak isteyen tüccarla anlaşıp Maşa’ya uyku ilacı verirken ve sonra kendinden geçip geçmediğini öğrenmek için fırının üzerine çıkarken, bu canavarca eyleminde kötülük görmek şurada dursun, Maşa’ya, eski arkadaşına bir iyilik yaptığına, bunun için arkadaşının sonra kendisine teşekkür edeceğine inanmaktadır. Beşinci sahnede, o korkunç felaket anında ne Maşa’nın, ne nişanlısının, ne babasının düştüğü umutsuzluk, ne de gerçekleştirilecek cinayet kızın aklını karıştırıyor; kalp ne arardı onda, gelişecek ortamı nerede? Omuzlarını silkiyor ve sevdiği sözcüğü mırıldanıyor: “Cahillik işte!” Yazar bu tipin son sanatsal çizgisini tamamlarken bu seslenişi unutmamıştır. Trajik kader! Acınası dünya görüşüyle tümüyle kendinden hoşnut, çürümüş, pis bir solucana dönüşen insanoğlu!.. Burada çevre var, burada fatum. Bu talihsiz kız suçlu değil, anlıyorsunuz bunu; ama ya tip, dramadaki şu eksiksiz tip -Maşa’nın erkek kardeşinin, ahlaksız, solgun benizli, cılız ve kız kardeşini üç yüz ruble ve bir kadife gocuk karşılığı tüccara satan fabrika işçisinin sergilediği tip- ah, bu artık “kurban edilmiş kuşağın” suçlu olan tiplerinden biridir. Burada olan yalnızca çevre değildir. Aslında ortam aynıdır, çevre aynıdır: “Sarhoşluk, bozulmuş bir aile ve fabrika... Ancak bu genç, Matriyoşa gibi saf değildir; ahlaksızlığa içten inanmıştır. Matriyoşa’nınki gibi saf bir alçaklık değil; seve seve bu alçaklığa vermiş kendini. Ahlaksızlığın ahlaksızlık olduğunu anlıyor ve kirlenmişliğin ne olduğunu biliyor; ne var ki ahlaksızlığa bilinçli olarak taparken, onuru hor görüyor. Eski aile düzenini ve gelenekleri bilerek yadsıyor; aptaldır, kalın kafalıdır, bu gerçek, ama içinde kösnül duyguların, en iğrenç, en hayasız bir maddeciliğin coşkun heyecanı vardır. Matriyoşa gibi küçük, kurumuş bir solucan değildir sadece. Köy Cemiyeti toplantısında ayakta dikiliyor. Siz onun burada ne olup bittiğini bilmediğini, “bu dünyadan” olmadığını ve bu dünyadan kesinlikle bağlarını kopardığını anlayamayacağını hissediyorsunuz. Hiç vicdan azabı duymadan kız kardeşini satıyor ve kadife gocuğu, elinde yeni bir armonikayla sabaha doğru acıların yaşandığı yere, babasının kulübesine geliyor. Tanrıya tapar gibi taptığı bir nesne vardır, votkadır bu. Çok aptalca, ama şaşmaz bir yöntemle, her girişiminden önce öne votkayı sürüyor, köylülere sertini, kadınlara da tatlısını... İçkiyle her şeyi yapabileceğine, her kapıyı açacağına inanıyor. Onda, onun alaysı öğelerle anlatımında tam bir hayasızlığın yanı sıra eskinin incelikli davranışlarına, ezelden beri yaşayagelen köy “adabına” bir istek de vardır. Köye varınca daha annesiyle görüşmeden meyhanede alıyor soluğu, ama annesine büyük bir incelikle meyhaneden tatlı votka yolluyor. Öz kızını ırz düşmanı tüccara satmaya razı etmek için, delikanlı, Matriyoşa’yla birlikte annesini meyhaneye çektiklerinde, ilk önce nezaketle annesine tatlı votka ikram ediyor ve yer göstererek: “Ha buyur, anacık!” diyor, anne bu “İncelikten” çok hoşlanıyor. Birinci sahnede kimi okurlar çok fazla köylü diline yer verildiğini, dilin daha edebi olması gerektiğini öne sürerek yazarı sertçe eleştirmişlerdi. Dilin bu aşırı doğallığı bizlerin de hoşuna gitmemiştir; evet, yazınsal dil olmalıydı. Ancak dramayı dikkatle ve birkaç kez okuduktan sonra, hiç değilse bazı yerlerde özelliğini zayıflatmadan dili değiştirmenin imkânsız olduğuna hak veriyorsunuz. Örneğin: “Ha buyur, anacık!” değiştirilemezdi, o bayağılık verilemezdi; delikanlı, bu iğrenç, akılsız, içkici kocakarıya, “anacığına” ayakkabısı kadar değer veriyor. Bu ailenin babasının, ihtiyar ayyaşın “kurban edilmiş” kuşak üzerine işte dokunaklı sözleri: Zahar (içki dolu bardağı başına diker): Ey ayyaşlar, bir an düşünün arkadaşlar! Aha şu far’bikalı tam bir hafta boyunca tezgâhın başında oturuyor, kolları bacakları uyuşuyor, başı adeta tütsüleniyor! Bir alıklaşıyor ki sorma! insanlıktan çıktıklarını görüyorum. Şu hangar gibi yapı, bir boğucu ki, çırılçıplak duvarlar... güneşin selam verdiği yok, bu nalet yere küçücük bir ışık olsun girmez; güneşi anca tatilde görürsün. Ee arkadaşlar, şu tatil de gelince, sen dede, kitapları devirmeye başlarsın artık; kimimiz tarlalara ürüne bakmaya gider, ne bileyim ormana, arılara falan gider; kimimiz konşularla yarenlik etmeye koşturur; zemstvo’dan, toplantıdan, efendim, buğday fiyatlarından konuşursunuz. Ee, güzel de, şu farbika işçisi nereye gitsin, söyleyin! Nelerden konuşsun? Her şeyi ölçülüdür, sınırlıdır; durup dururken ceza yazılmasını mı, bozuk yemek verildiğini, aylık bir ruble çay parası yerine 2,5 ruble alındığını, yemeğini farbikada yesin, ahlaksızlık yapmasın diye dışarı salınmadığını mı? Söyleyin, neden söz etsin? Geriye tek yol kalıyor, meyhane tabii! Konuştuğu da içki ve ahlaksızlık oluyor sadece!.. Vasili: Bu doğru! Zahar: Bir düşünün, arkadaşlar! Adam biraz dinlenecek, genç, kam kaynıyor; çember olup başlıyorlar güle eğlene şarkılar söylemeye, ne oluyor, bekçi durur mu! Dağıtıveriyor o saat; sonra hep beraber doğru meyhaneye; kızlardan, karılardan konuşurlar, kim kimden daha iyi içiyor falan! Buyrun, işçilerin neler yaptığını görün! On iki yaşında kızlar âşık arıyor, farbikada makara saran küçük veletler votka üzerine votka içiyorlar! Küfürler, ahlar vahlar gırla gidiyor; farbika tam bir cehennem, çocuklar büyükleri dinlemiyor; kendi çocuklarımızı mahvediyoruz. Söyleyin, kötü yola düşmemiş tek bir kız, içki içmeyen tek bir delikanlı var mıdır şu farbikada? Ancak bu halk dramasının en karakteristik, en önemli sahnesi üçüncü perdede geçen Köy Cemiyeti toplantısıdır. Bu bölümde güçlü bir düşünce konmuştur. Bu toplantı her şeydir, Rus halk düzeni içinde sağlam ve temel olarak kalan, onun geçmişiyle olan en derin bağ ve geleceğinden duyduğu en büyük umuttur ve işte bu toplantı yavaş yavaş bir bozulmayı barındırmaktadır içinde, içten hastadır. Pek çok bakımdan siz yalnızca bir biçim görürsünüz, ama onun ruhunun, yüzyıllık gerçeğinin sallandığını, sallanmaya başlayan insanlar gibi sallandığını görürsünüz.
·
349 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.