Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

422 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Tarihin en uzun süreli imparatorlukları arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında Ortadoğu’da oluşan yeni ülkecikler; hem Osmanlı’nın siyasi ve kültürel mirası, hem de ülkeleştikleri dönemin şartları itibarıyla birbirlerine benzer kaderleri paylaştılar. Sanayileşmeyle birlikte petrolün de büyük önem kazandığı bu dönemde, özellikle petrol kaynaklarına yakın yerde konuşlanmış bu ülkeler, ufak tefek farklılıkları dışında aşırı dini geleneksel eğilimler ile modernleşme isteği arasında salınıp durdular. Kimileri radikal İslam’a teslim oldu, kimileri onu, demokrasi içerisinde, kısmen kontrol altında tutmayı başardı. Ama tarihleri, darbelerden, suikastlardan, iç savaşlardan oluşan bir kan yığınının içinde yazıldı. Şah İsmail’den bu yana bir yandan korktuğumuz, diğer yandan çok benzer kültürü ile kendimize yakın bulduğumuz İran da bu dönemi benzer şekilde, ama -Afganistan ile birlikte- en acı anılarla yaşadı. Hala da kendisini acı dolu bu korkunç sarmaldan kurtarabilmiş değil. Peki, bunca acının sebebi ne? Cahillik mi? Gelir dağlımı dengesizliği mi? Demokrasi kültürünün olmaması mı? Çoğu diktatörlük olan, kötü yönetimler mi? Yolsuzluk mu? Güçlü dini yapılanmalar mı? Sapkın din anlayışı mı? Batılı devletlerin bölgedeki çıkarları mı? Büyük petrol şirketlerinin ayak oyunları mı? Aslında hepsi… 1941-1979 yılları arasında İran’ı yöneten ve Humeyni’nin İslam Devrimi sonrası ülkesinden kaçmak zorunda kalan İran Şahı Rıza Pehlevi’nin hayat hikayesini son eşi Farah’ın ağzından okumak, bize işte tüm bu faktörlerin bir araya gelip koca, kadim bir ülkeyi kaosa nasıl sürüklediğine dair çok güzel bilgi veriyor. Rıza Pehlevi, Pehlevi Hanedanı’nın kurucusu Rıza Şah Pehlevi’nin oğlu. Başka bir deyişle, Kaçar Hanedanını devirerek yerine geçen, ancak kurduğu hanedan 2 kuşak bile yaşayamayan bir Ortadoğu hükümdarının oğlu. Babası, 1. Dünya Savaşı sonrası karışık dönemde ülkesinin bütünlüğünü, hem petrol peşindeki Batılılara, hem de kuzeyden gelen Ruslara karşı son derece pragmatik bir politika ile savunmaya çalışmasının yanı sıra genç Türkiye Cumhuriyeti’nde Atatürk’ün yaptığı reformları ülkesine getirerek modern bir ülke kurmak istemesi ile de tanınıyor. Oğluna ise 2. Dünya Savaşı’nın göbeğinde, kuzeyi Rusya tarafından işgal edilmiş, petrolü tamamen batılı devletler kontrolüne geçmiş, modernleşmeye çalışan ama mollaların her adımda ayağına dolandığı bir ülke bırakıyor. Rıza Pehlevi’nin zorlu hükümdarlık yolculuğu işte böyle başlıyor. Modernleşmeyi hedefleyen, eğitimden sağlığa, kadın haklarından fiziki altyapıya kadar bir çok alanda büyük atılım yapan, İran Azerbaycan’ını tekrar topraklarına dahil eden, İngilizlerin hakimiyetindeki petrol gelirlerini millileştiren Pehlevi, tüm bu başarılarının yanı sıra değişik sebeplerle büyük halk kitlelerinin tepkisini de çekiyor. İran’da büyük bir manevi hakimiyete sahip mollalar, bu yeni düzende güçlerinin azalacağını bildiklerinden, zaten sürekli muhalifteler. Bu muhalefete, Pehlevi’nin siyasi sebeplerle hapse attırdığı aydınlar, Rusya’nın izindeki komünistler, Batı standartlarında demokrasi isteyen öğrenciler ve yolsuzluklardan şikayetçi halk da dahil olunca, Pehlevi 38 yıllık hakimiyeti sonrası İran’dan kaçmak zorunda kalıyor. Kendisinden epeyce küçük olan 3. eşi Farah Pehlevi, kitabında bu 38 yıllık hükümdarlığın son 20 yılını anlatıyor. Bu son 20 yılın, bizim de Batı destekli darbelerle kıvrandığımız o dönem olduğuna özellikle dikkat çekmek isterim. Rıza Pehlevi’nin yaptığı hatalardan çok az bahsediyor Farah Pehlevi. O yüzden hapisteki aydınlar, yolsuzluklar, ya da kralın ve kendisinin eleştirilen savurganlığına ilişkin pek bir şey duymuyoruz ondan. Belli ki, şahlık düzenine yürekten inanmış bir birey olarak Farah Pehlevi, kendi deyimiyle -kendi hayatını halkına adayan şahın- istediğini yapmaya hakkı olduğunu düşünüyor. Bana ilginç geliyor gördüğüm bu portre; eğitimi, giyim-kuşamı, davranışı için Batı’yı örnek alan, ülkesini Batıya yaklaştırmak isteyen, toplumu hızlıca Batı standartlarına çıkarmak isteyen şah ve eşi, iş demokratik düzene gelince geleneksel anlayışa sarılıveriyorlar. Tekrar, Padişah olmayı zinhar reddeden ve ilk iş olarak, düşman ateşi altında meclisi açan Atatürk’ü takdirle yad ediyorum. Anılarda Farah Pehlevi daha çok kendi duygularını aktarıyor, yaşanan büyük kırılma anları biraz hızlıca geçilmiş. Ancak molların gücünden korktuklarını ve çevrelerindeki insanlar azaldıkça nasıl büyük bir girdaba kapıldıklarını çok güzel aktarıyor. Korkulan ve herkesin önünde eğildiği bir liderin, gücünü kaybettiği anda herkes tarafından nasıl satıldığını, ailesi ile birlikte ülkeden ülkeye nasıl kaçtığını, eskiden belki yüzüne bakmayacağı insanlara muhtaç kaldığını görüyor ve tüm diktatörlere örnek olmasını diliyoruz. Şah, Farah Pehlevi’nin gözünde biricik kocası ve başarılı bir devlet adamı. Bunun gerçeği tümüyle yansıtmadığını biliyoruz. Ama yine de, kitabı okurken şunları düşündüm: Diktatör gibi davranmasaydı, aydınları hapse attırmasaydı, öğrencilere daha anlayışlı yaklaşsaydı; demokratik bir düzen getirseydi, durum farklı olur muydu? Çoğu okuma yazma bile bilmeyen cahil halk o seçimlerde mollalarının sözünün dışına çıkar mıydı? Batılı ülkelerin ya da Rusya’nın küçük çıkarlar karşılığında mollaları yanlarına çekmeleri nasıl engellenebilirdi? Herkesin mesajını özgürce verebildiği bir ortam, daha farklı, daha mutlu bir İran yaratabilir miydi? Yüreğim olabileceğine inanmak istiyor. Ama aklımda bir yerlerde, demokrasi mi önce gelir, zenginlik mi sorusu dolanıp duruyor. Batı demokrasilerinin sömürgelerden gelen parayla zenginleştikten sonra kurulduklarını düşününce, yeterli zenginlik olmayınca ülkedeki güç odaklarının küçük meblağlarla satın alınabildiğini bilince, başarısızlığa her durumda kurban bulunabildiğini yeterince tecrübe edince, yüreğimdeki o yer derin derin sızlıyor. Yeterince cesur olunduğunda insanca bir düzenin kurulabileceğini görmüştük bir dönem. İnanırsa insan yine, neden olmasın?
Anılar
AnılarFarah Pehlevi · Dünya Aktüel · 200488 okunma
··
656 görüntüleme
Seda okurunun profil resmi
Canım Bıdık, emeğine sağlık, özlemişim senin kaleminden değerlendirme okumayı, çok iyi geldi. Lakin içerik hakkında aktardığın bilgilere dayanarak, düşük puan vermişsin gibi hissettim. Mutlaka okuyacağım, belki yarın, belki yarından da yakın 🤣
AkilliBidik okurunun profil resmi
Canım arkadaşım, ben de çok özledim seni. Şükür kavuşturana😘 Farah Pehlevi alçakgönüllülükle yazmış kitabını, zira iktidardan düştükten sonra yaşadıkları ihanetler onu çok etkilemiş. Yine de bence gereğinden uzun anlattığı davetler, yabancı ülke ziyaretleri, o başkanlarla görüşmeleri bana çok cazip gelmediği için puanını düşük verdim. Yoksa tarihi olarak önemli bilgiler veriyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.