Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Peygamberlerin Mesajlarının Üstünlüğünü
Duyumcu, akılcı ve mistik medeniyetler ve ögretilerin, vahiy medeniyetinin temel ilke ve prensipleriyle olan çelişkilerine dikkat çekmeye gerek duymuyorum; zira bu çelişki, detaylarında olduğu kadar, temel ilkelerinde de vardır. Bu durum, Arap topraklarında yetişen hurma fidani ile Hindistan'da yetişen hurma (temr hindi) fidanı arasında, hem meyve hem yaprak hem de tat açısından oluşan farklara çok benzer. Bu farklar fidanların gelişip büyümesi ile ortadan kalkmaz, ayrı iki ağaç olarak varlıklarını her daim sürdürürler. Temel ilkeleri itibariyle birbiriyle çelişen bu medeniyetlerin, eğer özlerinde bir takım benzerlikler görülüyorsa, bu medeniyetlerin ya temel ilkeleri doğru teşhis edilememiş ya da vahiy medeniyetine yabancı bir aşı vurulup orijini bozulmuş demektir. Vahiy medeniyeti, birkaç defa aynı durumla karşı karşıya kalmış, kah duyumcu medeniyet kah işraki medeniyet aşıları vurulmuştur. Raşid Halifeler Dönemi sonrasında bu olay, Islam tarihinde bir çok defa tekrarlanmış ve bu ağaca Arap cahiliyesi, üstüne de Acem saltanat aşıları yapılmıştır, Yunan felsefesi, zaman zaman İran mistisizmi, zaman zaman da materyalist hayat tarzı aşıları vurulmuştur. Sonrasında, karma aşı yapılmış bu ağaca, aşırı genellemenin bir sonucu olarak veya İslam Medeniyetinin orijinini bilmemenin getirdiği cehaletle, "İslam medeniyeti" ya da "İslam kültürü" adı verilmiştir; ki pek çok Müslüman yazar ve tarihçi, her dönem ve coğrafyada bu ağacın verdiği yemişlerle övünmeyi alışkanlık haline getirmiştir. İslam Medeniyeti kavramı her kullanıldığında zihinlere Şam, Bağdat, Kurtuba, Girnata, İsfahan, Semerkant, Delhi ve Lucknow gibi yerler gelir ve -ağız alışkanlığıyla İslam Sanati adı verilen- özgü mimarisi, edebiyatı, müziği hatırlarur; göz kamaştırıcı muhteşem saltanat sarayları, görkemli konaklanı, de vasa anıtları, tantanalı mezarları gözümüzün önünde canlanır; Müslüman elitlerin savurgan giyim kuşamı, güzel sanatlara olan tutkuları, lüks yaşam arzulanı akla gelir, ki tüm bunlar, Islam ülkeleri başkentlerinde yaşanmış gerçekler olup, bunların canlı hatıralan hala gözümüzün önünde durmaktadır. Bu tür aşını lükse kaçan şeylerin büyük çoğunluğu israftir ve İslam'in ögretilerinden sapmanın doğurduğu bir sonuçtur; kölelerin iskeletleri üzerine yüksel mişlerdir. İslam medeniyetinin gerçek ruhu bedene bürünmüş olsaydı, sözünü ettiğimiz şeylerin çoğunun varlığı söz konusu bile olmazdı. Çünkü İslam, gereksiz, ihtiyaç fazlası yapıların yapılmasına müsaade etmez, anlamsız gösteriş ve debdebeyi hoş karşılamaz, şan ve şöhret adına yapılanlara müsamaha göstermez. özellikle de anıt mezarların yapımı İslam'la bağdaşmaz; israftir, savurganlıktır. Bir insanın ölümünden sonra gereksiz yere büyük bir alanı işgal etmesi, yüzlerce insanın ihtiyacını karşılayabilecek bir servetin türbe yapımına harcanması zulümdür. İslam şeriatı salih amel, salih evlat, sürekliliği olan, fayda sağlayan bir iş, bir yapı yani sadaka-i cariye ile bilimsel ve dini eserlerin dışında kalan herhangi bir yolla ismin ebedileştirilmeye çalışılmasını hoş karşılamaz. Toplumsal katkıyı hedeflemeyen çaba ve yapitları cahili çabalar olarak değerlendirir. Müzik ve şarkıcılığı, resim ve heykeli, erkeğin ipek elbise giymesini, altın ve gümüşten kapkacak kullanılımunu sakıncalı bulur. Dünya hayatında aymazlığa düşüren, insan kalbini sırf bu dünya ve lüksüne özendiren her şey, İslam medeniyetinde yasaktır. Islam bu gibi şeylere hoş gözle bakmaz. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Allah'in gerçek kulları nimetler içinde yüzmez" (Beyhaki). Peygamber (sav) duasında şöyle buyurur: "Allah'm! Dünyayı en büyük çabamız, bilgimizin son duraği ve arzumuzun amacı kılma." Ulusal yazar ve tarihçilerimizin alışkanlık gereği kullanageldikleri ve Batı medeniyetine karşı zafer edasıyla, gururla sunmaktan büyük mutluluk duydukları "Islam medeniyeti" ve "Islam kültürü" kavramları, aslında Islam şeriatinin sorumluluğunu tümüyle paylaşamayacağı, Müslüman idarecilerin yaşam tarzlarını yansıtan tablolardan başka bir şey değildir. Aşılama yapılmamış farklı iki ağaç türü kendi doğal gelişimlerine uygun büyüdüklerinde, nasıl aynı meyveyi vermez ve zaman içinde birbirine dönüşmezlerse, aynı şekilde aralarında herhangi bir transformasyon yapılmamış iki ayrı medeniyet de yaşamın zorunlu gereklilikleri ve beşeri davranışların dış görünümleri dışında ortak hiç bir benzerlik göstermezler. Bunun da ötesinde her iki medeniyetin düzeni, kullandığı argümanlar ve müntesiplerinin nitelikleri tamamen birbirinden ayrıdır, hatta kimi zaman birbirleriyle çatışırlar. Mesela vahiy medeniyetinde yükselme ve gelişme etkeni olarak görülen unsur ve koşullar, materyalist ve duyumcu medeniyetin çöküş etkenleri olarak kabul edilir. Materyalist medeniyetin varlığından gurur duyduğu kimi unsurlar da vahiy medeniyeti tarafından küçümsenir ve utanç verici bulunur. Yani birisinin baharı, öbürünün sonbaharı demektir; birincisinin hayat pinanı, diğerine öldürücü bir zehir olur. Şimdi vahiy medeniyetinin temel bileşenlerine bir göz atalım. Eleştiri ve analiz sürecinden geçirerek, bu unsurların insan aklı, karakteri, ahlakı ve sosyal bun ye üzerinde nasıl bir devrimci etki bıraktığımı anlamaya çalışalım.
Sayfa 100 - MahyaKitabı okudu
·
163 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.