Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Mahremiyet
benden bir öykü ... MAHREMİYET "Bunca sıkıntımız yokmuş gibi bir de terör örgütü üyesi bir avukatla uğraşıyoruz amına koyim!'' diye söylendi. Şimdi Baroların tepkisiydi, medyanın olaya gereksiz ilgisiydi, AİHM kararlarının bir kere daha gündeme gelmesiydi, töbe bunların hiçbirini çekebilecek kıvamda değildi. Tüm bu zırvalıkları düşünürken bir yandan da ezberinde olmasına rağmen TCK'nın silahlı örgüt başlıklı 314. maddesini okuyordu. Bu esnada son yirmi dakikadaki üçüncü sigarasını söndürmüştü. Derken polis memuru Emrullah kapıyı iki kez tıklattıktan sonra içeri girdi: -Ne oldu Emrullah, yeni bir gelişme var mı ? -Şüpheli avukatın evinde yapılan aramada iddia edildiği gibi silah ya da örgüte ait herhangi bir doküman bulamadık sayın savcım, ama ilginizi çekebileceğini düşündüğümüz bir defter, sanırım bir tür günlük bulduk. -E ver bakalım şunu. -Buyrun sayın savcım. -Sen çıkabilirsin Emrullah. Acaba bu işi yarına mı bıraksaydı ? Saate baktı, saat henüz üçtü ve mesai saatinin dolumuna henüz iki saat vardı. Oflayıp poflayarak önündeki günlüğün sayfalarını bazen atlayarak ama sırasıyla okumaya başladı : 13 Aralık 2021 İntihar etmeyi bir kere daha düşündüm bugün. Bu yoksullukla mücadele etmekten çok yorulmuştum. Sanki intihar ettiğimde bütün acılarım dinecekti. Yıllardır sinsi sinsi içimde büyüyordu bu intihar düşüncesi. Ama bir türlü cesaret edememiştim. Bu yoksulluk, bu intihar düşüncesi... Okumak için elime kitap aldım sonra bıraktım, sonra bir daha alıp bir daha bıraktım. Ne sıkıcı gündü ama ! Gündelik kaygılarım o kadar yoğun ki oturup masanın başına yazamıyorum. 6 bin TL civarı borcum olan mali müşavirim sık sık arayıp sıkıştırıyor. Bugün de "sayın avukatım ödemeyi acilen yapınız," diye mesaj attı. SGK'ya olan borcum, sonra vergi borcum... Ayın 25'i yaklaşıyor, malum kira günüm... Elde avuçta para yok... Hayatın şakası kalmadı artık. Mesleği bırakıp bir fabrikada işe girsem belki elim az bir şey para görür. Ama elimde önceden almış olduğum davalar var ve dolayısıyla mesleği de bırakamıyorum. Sonra ne film izleyesim geliyor ne de okuyasım. Ama tuhaftır, yazmakta olduğum romana dair garip bir umut var içimde: Sanki kitap basılacak ve benim tahmin ettiğimden daha çok ilgi görecek, zira Nietzsche'nin tabiriyle trajik bir sanatçı olan ben; tüm bunları kanımla yazıyordum ve insan kanının sanatta da bir karşılığı, bir anlamı olmalıydı. Elbette kitabı bitirebilirsem... Kendime karşı samimiyim. Mesela hala çok fazla sigara içiyorum, ama bu intihar sayılmaz, tabi samimiyetin kendisi bir tür intihar değilse. 14 Aralık 2021 Yaşamak, bir odun sobasının başına oturup çay ve sigara içerek aylakça kitap okumaktan başka neydi ki ? **** Bugün oldukça geç -saat 3 gibi- arkadaşım Bay E.'nin telefonuyla uyandım. On beş dakika sonra beni aldı ve motosikletle deniz kıyısına gittik. Yaşça bizden büyük olan Bay H. çay demlemişti. Sonra eve geldim ve kuru fasulye pilav yedim. Devrisine tekrardan arkadaşım Bay E.'ye gittim ve biraz kitap okuduk. Bana okumam için Georges Lukacs'ın Roman Kuramı kitabını verdi. Aslında ondan T. Adorno'nun Negatif Diyalektik kitabını almak istemiştim; fakat yaklaşık bir yirmi sayfa okuyunca -Bay E.'nin de uyardığı üzere- bu kitabın oldukça ağır bir dilinin olduğunu fark ettim. O halde onu almaktan vazgeçip kitaplar konusundaki zevkine ve tercihlerine güvendiğim Bay E.'nin tavsiyesine binaen Georges Lukacs'ın kitabını aldım. Dostumla oldukça keyifli bir şekilde sohbet ettik ve biraz da kadınlardan yana oldukça şanssız olan Bay H.'yi çekiştirdik. Toplumun televizyon ve sosyal medyanın esiri olmasını, kitap okuma alışkanlığı olan insanların bile biraz yaş ilerledikçe bu güzel alışkanlıklarını yavaş yavaş terk etmelerini eleştirdik. Bay E. şu sıra işsiz, bense bir işim olduğuna bile pişmanım. Açmış olduğum bir boşanma davasında yazılmasi gereken bir cevap dilekçesi vardı. Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca cevap dilekçesinin verilmesi için azami süre olan iki haftanın son dört günüydü artık. Malesef bir süredir hukukla ilgili işlerimi sürekli erteliyorum. Yine mesela bir tane muhdesatın aidiyeti davası açmam gerekiyor ama bir türlü davayı açmak için gereken enerjiyi kendimde bulamıyorum. Alacaklı olduğum müvekkillerim sürekli olarak ödemeleri aksatıyorlar, gelgelelim borçluları aramak hiç içimden gelmiyor. Üstelik son dönemde hukukla ilgili okuma da yapmaz oldum. Varsa yoksa yazmakta olduğum romanın üzerine kafa yormama rağmen gündelik kaygılar yüzünden onda da bir arpa boyu yol alamıyorum. Cepte beş kuruş para kalmadı, yeni bir dava almalıyım, dahası bir şekilde önden para da almalıyım. Peşin para almadığınızda müvekkiller ödemeleri aksatıp duruyorlar ve sonra arayıp da ödeme bir kere daha gecikti gerekçesiyle -o bok gibi yapay nezaketle- para istemek belki de dünyanın en gıcık işi. *** Gecenin saat on ikisi gibi balık tutmaya gittim. Bisikletle yaptım bu işi. Yol uzundu fakat göbeğim de son dönemde epeyce büyümüştü. 16 Aralık 2021 Dün genç bir meslektaşımin intihar ettiği haberini aldım. Şaşırmadım. Artan hukuk fakültesi sayısı, her yıl bu fakültelerin verdiği bir sürü mezun ve sonuçta küçülen pasta, kupkuru bir yoksulluk. Bir şeyin değişmemesinden daha kötüsü varsa, o da insanın değişime olan inancını yitirmesidir. Artık kaderimi kabullendim ve yoksulluğumun değişeceğine küçücük bir ihtimal dahi vermiyorum. İntihar, benim için de son koz olarak sürekli elimin altında tuttuğum son bir kurtuluş umudu. Onuruyla yaşamalıydı insan. Bu hususta diyeceklerimin hepsi bu. **** Dün mali müşavirimin elemanı faturaları yollamam ve borcumu ödemem hususunda mesaj atmış. Herhangi bir cevap vermedim ona. Elim telefona gitti gitti geldi. Yazsaydım şayet, CMK alacağımı kendisine vermeyi planlarken bu alacağa bankaya olan borcum dolayısıyla haciz geldiğini, fakat başka bir alacağımı temin etmek için icra takibi yapıp bu alacağı temin eder etmez kendisine yüklü miktarda bir ödeme yapacağımı izah edecektim. Gün içinde biraz Milan Kundera okuyup sakal tıraşı oldum. Yazmak konusunda hala kıvranıyorum. Romanımı birinci tekil şahısla mı yazsam, yoksa üçüncü tekil şahısla mı bir türlü karar veremedim. Sanırım ikisini de kullanacağım. Okuyucu okuduğundan çok da bir bok anlamasin isterim, çünkü ben bazen kendine bile öteki olan bir adamım. Dün üç adamla görüştüm, aynı adam tarafından farklı tarihlerde dolandırılmışlar. Birisi kırk bin lira borç para vermiş, nisan ayında ödeyecekmiş fakat bir daha dönmemiş; diğeri adama arabasını vermiş, adam arabasını hurdacıya satmış -ki niye adam arabasını hurdacıya satılmak üzere vermiş bu durumu pek anlayamadım; üçüncüsü de ev sahibi olabilmek için önden altmış bin lira vermiş ve kalanını aylık beş yüz beş yüz ödeyecekmiş ama adam bir daha dönüş yapmamış. Büromun elektriği kesik olduğu için  bir kahvehanede çay ısmarlayıp dinledim adamları. Gerekçe olarak büronun dağınıklığını gösterdim. Sorun şu ki ,önden hiçbiri avukata para vermek istemiyor, davayı kazanalım ve içinden al diyorlar; fakat ben bu durumdan feci halde bıkmış durumdayım. Her neyse, cumartesi günü tekrar görüşmek üzere ayrıldık adamlarla. İcra takibi mi yapsam yoksa alacak davası mı açsam kararsız kaldım. Uyudum, bütün bunların haricinde handiyse tüm gün uyudum. Tıraş olmak, mastürbasyon yapmaktan sonra bildiğim en iyi rahatlama yöntemi olduğundan günün finalinde sakal tıraşı oldum. Berber koltuğu fobim olduğundan son üç senedir saç sakal tıraşımı kendim oluyordum, artık bu konuda epeyce ustalaşmıştım: Eşit faul boyları, tertemiz bir ense ve tertemiz yanaklar, uzunca ve biçimli bir top sakal, makasla düzelttiğim kaşlar ve tıraş makinasıyla eşit bir şekilde alınmış saçlar... Gerçi bu tıraş şeklimi beğenenler olduğu gibi hapishane kaçkını gibi olduğumu iddia edenler de olmuyor değildi, ama sonuçta ben beğeniyordum ve önemli olan da sanırım bu. 17 Aralık 2021 Sabah erken kalkmak zorunda olduğum için erken kalktım, duruşmam vardı. Geçiştirme bir kahvaltı yapıp üst üste iki adet sigara içtikten sonra dolmuşa binip adliyeye geçtim. Tasarrufun iptali davam vardı, davalı taraftım. Avukatlık kariyerim boyunca birçok defa yaptığım üzere duruşmada söz sırası bana gelince "daha önceki beyanlarımızı tekrar ederim," dedim. Karar duruşmasıydı ve neticede davayı kaybettik. İki haftalık süre içerisinde bir üst yargıya götüreceğim dosyayı. Adliyeden çıktıktan sonra bir tekel büfenin önünden geçerken "gazete alsam mı?" diye düşündüm fakat gazetelere zam geldiğinden bunu yapmaktan çabucak vazgeçtim. Yürüyerek çay bahçesine geçip bir bardak çay söyledim kendime. İşletmeciyle selamlaştık. "Seninki dün akşam buradaydı, bir saat kadar oturdu, sen yoktun," dedi. Kimi kastettiğini bilmiyordum, "denk gelmemişizdir," cevabını verdim. Bir aralık tuvalete kalktım ve tuvalette öylesine kesif bir koku vardı ki az kalsın kusacaktım. Çay bahçesine gelirkenki amacım romanım için biraz not tutmaktı. En köşedeki masaya oturup bir süre gözlem yaptım. Hangi masaya kulak kabartsam son gelen zamlarla ilgili cümleler duyuyordum. İçimde son günü olmasına rağmen hala yazmadığım cevap dilekçesinin sıkıntısı vardı. Bu arada birikmiş üç faturadan ötürü cep telefonum gelen aramalara da kapandı, ne bok yiyeceğimi bilmiyorum. Roman karakterimin ismi geldi aklıma bir ara, sahi Mahmut fazla sıradan bir isim miydi ? Eve geçtikten sonra bir süre bahçede kitap okudum ve bir süre de uyudum. Unutmadan, dava dilekçesini okudum ve cevap yazmamaya karar verdim; zira dava dilekçesi laf kalabalığından ibaret içi boş bir dilekçeydi. Hem cevap dilekçesi yazıp karşı tarafa cevaba cevap dilekçesi yazma şansı tanımayarak boşanmanın çarçabuk gerçekleşmesini isteyen müvekkilimin de istediği gibi hukuki süreci de kısaltmış olacaktım. İki kere uyuyup uyandım. Akadaşım Bay E. ile sözleşmiştik, beraber kitap okuyacaktık fakat mesaj atmama ragmen dönüş yapmadı, sanırım uyudu. Çay ve sigara ile Kundera okumaya devam ettim ben de. *** Öylece durmuş seyrediyordum, gökyüzünün hayallerimde bile yitişini. Evet, gecenin finalinde bir kez daha intiharı düşünüyordum. Kendimi mi asmalıydım, hap mı almalıydım, ne yapmalıydım ? Yaşadığım ülkede ötenazinin yasal zemininin olmayışı ne kötüydü ! 24 Aralık 2021 Hayatın ne kadar boktan bir yurt olduğunu mu öğrenmiştim yitip giden zamanla ? Kupkuru ve soğuk bir yalnızlık, cüsseni aşan sorumluluklar, heybetli bir yoksulluk... Bazen kitap okumayı bıraksam, ben artık büyüdüm diyorum. Sonra sağa dönüyorum, sola dönüyorum, yine de elime bir kitap alıyorum. Sigarayı bile bırakmayı bir aylığına başardım, ama son yirmi iki yıldır kitap okumadığım bir tek hafta olmadı. Bugün şöyle bir şey oldu, bunu romanın için not al : Adliyenin bahçesinde sigara içiyordum. Tam kalçasına sabitlenmişti bakışlarım kadının. Kadın arkasını döndü ve kolay gelsin dedi. Ani bir refleksle göz kırparak selamladım onu. Az sonra sulh hukuk mahkemesi salonunda bir kez daha karşılaştım aynı kadınla. Kadının tuhaf bir cinsel çekiciliği olduğunu düşündüm. Bir kez daha gülümsedi ve selam verdi kadın. Bir an için boşanma davasında kadına yüzeysel de olsa yardım etmeyi düşündüysem de bundan vazgeçtim. 26 Aralık 2021 Benim için yazmanın en tedirgin edici yanı, acaba yazdıklarımda herhangi bir tanıdığım benden ya da kendinden izlekler bulur mu korkusudur. Sonuçta, bütünüyle kurgu değilse eğer, her öykü bir yerde mahremiyetin ihlalidir. 27 Aralık 2021 İnanç pahalı bir şeydi. Bu ülkede artık zenginlerin Allah'ı, fakirlerin kaygıları var. 29 Aralık 2021 Gece boyunca kitap okuduğumdan, Ahmet Büke'nin bir kitabını okuyordum, sabahleyin çok zor uyandım. Saat 10:45'te duruşmam vardı, daha doğrusu ben öyle biliyordum. Saate baktım, saat sabahın sekiziydi. Yataktan kalkıp mutfağa geçtim ve bir kahve yaptım kendime. Ve kahvenin yanında tahmin edersiniz ki günün ilk sigarası... Sabah kalkar kalkmaz içtiğim o ilk sigaranın tadını yirmi dokuz yıllık hayatımda hala hiçbir kadın dudağı veremedi. Sigaramı tellendirirken sistemden mazeret verip duruşmaya gitmemeyi düşündüm. Ama olmazdı, bir ceza duruşmam vardı ve muhtemelen karar duruşması olacaktı. Eğer duruşmaya gitmesem, daha önce birkaç defa olduğu üzere, arayıp beni çağırırlardı. Sistemi -UYAP'ı- açıp iddianameye baktım. Gireceğim duruşma bir hakaret davasının duruşmasıydı; dahası sanık müvekkilim, sistemde yer alan hastane raporuna göre  bir akıl hastasıydı ve temyiz kudreti de yoktu. Bu arada duruşmam saat on birdeydi. Daha önce dört duruşmasına girmiştim bu davanın ve duruşmada söyleyecek "daha önceki beyanlarımı tekrar ediyorum"dan başka bir sözüm yoktu. Biraz sonra üzerimi giyinip çıktım evden ve dolmuşla adliyeye geçtim. Her zaman olduğu üzere adliyenin girişindeki banka oturup geleni geçeni seyrederek bir adet sigara içtim. Saat on bire on kala birinci kata, 1. Asliye Hukuk Mahkemesi duruşma salonuna çıkıp kibarca mübaşire seslendim ve saat on birde duruşmam olduğunu söyledim. "Sizden önce bir duruşma var, on dakikaya alırız sizi," dedi mübaşir. Koridorda tekerlekli sandalyede oturan bir adam elindeki kağıdı göstererek seslendi: -Bunun esas numarası nasıl okunuyor ? -Aynen burada yazdığı gibi 2019/X Esas, böyle okunuyor abicim. -İtiraz edecegim de. -İtiraz mı edeceksiniz, yoksa bir üst mahkemeye, istinafa mı götüreceksiniz ? -Bir üst mahkemeye götüreceğim. -Siz bunu kendi başınıza halledemezsiniz, bir avukat yardımı almalısınız. -Vay anasını avradını... bir türlü kurtulamadım şu mahkemeden. Bu esnada mübaşir araya girdi : -Polislere söylerim şimdi, yönlendirirler seni. Şu az ilerde dilekçe yazan bir arzuhalci var, ona yazdırırsın. Derken duruşmaya girdim. Güler yüzlü ve bakımlı bir kadın hakimeye denk gelmiştim. "Aslında yakalama emri var sizin müvekkil hakkında ama polisler ulaşamıyormuş, akli melekeleri yerinde değilmiş, sabahın bir vakti evden çıkıyormuş ve ne vakit eve döneceği belli olmuyormuş," dedi. "Biliyorum hakim hanım," karşılığını verdim. Normalde bu bir karar duruşmasıydı ve müştekiler şikayeti geri çektiklerinden müvekkilim beraat edecekti, ama hakime müvekkilimin beyanını almadan karar vermek istemedi. Ben konuşma sırası bana geldiğinde "daha önceki beyanlarımızı tekrar ederim," dedim. Tam ben çıkarken hakime hanım "polislere tembihleyeceğim, eğer müvekkilinizi yakalayabilirlerse sizi ararız ve müvekkilinizin beyanını alırız olur mu avukat bey?" dedi. "Elbette hakim hanım," karşılığını verdim ve duruşma salonundan çıktım. Duruşmadan çıktığımda aklımda sadece yazmakta olduğum roman vardı. Karar vermiştim, bugünümü üçüncü tekil şahısla bir şekilde romana ekleyecektim. Üçüncü tekil şahısla yazmak beni hem mahrem sıkıntısından hem de karakterime karşı objektif olamama kaygısından kurtaracaktı. Adliye çıkışında tam da bir adet sigara yakacaktım ki üstü oldukça kirli birisi "hocam bir tane sigaranızı alabilir miyim?" dedi. Tersimden kalkmamıştım anlaşılan bugün. "Buyrun," deyip ona bir dal sigara uzattım. Biraz daha yürüdüğümde daha önce birkaç kere şalgamını içtiğim şalgamcı seslendi : -Abim gel hele gel, bak ne diyeceğim, ayın yedisine kadar bana bir yetmiş beş lira borç verebilir misin ? -Hayır, param anca bana yeter. -Tamam abim, benim emekli aylığı ayın yedisinde yatıyordu da... Schopenhauer'in de dediği gibi "yaşamın kendisini de bir metin olarak okumak mümkün," tamam, kabul de, böyle bir diyalog benim romanım için bile fazlaydı, çünkü ben sahiden yoksuldum. 30 Aralık 2021 Mali müşavirimin elemanı Bay M. mesaj çekti bugün, "Muhasebe işlemlerine devam edecek miyiz?" diye. Ben de "hayır etmeyelim, ben borcumu bileyim, elime toplu para geçince de borcu kapatayım," şeklinde cevap verdim. Sonrasında ibraname yolladı e postama. Ofisi kapatmayı düşünüyorum. Ofis mobilyasını satacağım ve başka bir çıkar yol arayacağım. Belki bir başkasının yanında iş bulabilirim, bir yandan da gözüm tekrardan ders çalışmayı kesmese de yedi ay sonraki memurluk sınavını düşünüyorum. *** Paradan başka bir şey konuşamaz hale gelmişiz. Benim param yok, benim sözüm yok. Yoksulluk, yani kronik mutsuzluk. Marx'ı diğer entelektüellerden ayıran şey, hayatın içindeki her faaliyetin sınıfsal bir temelinin olması gerçeğiydi. Yani adam haklıydı. Adım atamıyorum, çünkü param yok. Modern psikologlar benim gibi zavallı insanları antidepresanlar ile uyutup dursunlar. Oysa hiçbir antidepresan yoksulluğu azaltmıyor ve dahası insanı mutsuz ve hasta eden en temel etmen yoksulluk. 31 Aralık 2021 2022'ye girmemize on sekiz dakika kala yazıyorum. 2021 her şeyiyle oldukça boktan bir yıldı benim için. İş hayatım tam bir fiyaskoydu -ki yoksulluğu yirmidokuz yıllık ömrümde hiç böylesine bütün acımasızlığıyla tatmamıştım; bir roman yazmaya başlamıştım, yetmiş sayfa kadar yazdıktan sonra bilgisayarım çöktü ve hevesim kursağımda kaldı. Ve şimdi 2021'in tüm tiksinçliğine rağmen yine de bir roman yazmaya çalışıyorum. Sonra en az birkaç kere yaşamımı önüme alıp "ya tamam ya devam" dedim. İntihar, belki şimdilik ertelendi. Ama bu ilelebet böyle olacak anlamına gelmiyor. Bugün sabah erken kalkıp sucuklu kaşarlı bir tost yedim. Sonra miskinlik yapmak dışında hiçbir iş yapmadım. Öğlen saat bir gibi dostum Bay E. aradı ve müsaitsem kırk dakika sonra beni motosikletle alacağını ve deniz kenarına kitap okumaya gideceğimizi söyledi. "Olur," dedim. Deniz kenarında iki saat kadar edebiyat üzerine konuşup kitap okuduk. O, Elias Canetti'nin Körleşmesini okuyordu; bense, Arundhati Roy'un Küçük Şeylerin Tanrısını. Bir ara okuma grubumuzun dağılmasına hayıflandık. Daha önce sekiz on kişilik bir topluluk olarak hepimiz aynı kitabı okuduktan sonra kararlaştırılan tarihte bir araya gelip o kitabı tartışıyorduk. Hesapladığımızda kırk küsur kitabı birlikte tartıştığımızı fark ettik. Hatta bunlardan on dört tane kadarının videosu da vardı elimizde. Emile Ajar'ın Onca Yoksulluk Varkeni, Albert Camus'un Yabancısı, Dostoyevski'nin Yeraltından Notları, Georges Perec'in Uyuyan Adam'ı, Nurdan Gürbilek'in İkinci Hayatı bir çırpıda aklıma gelen ve tartıştığımız kitaplardandı. Sohbet esnasında dostum Bay E.'ye yazdıklarımı değerlendirecek bir edebiyat çevremin olmayışının ne kötü olduğunu söyledim. **** Yeni yıldan beklentim "onurlu bir yaşam"dan fazlası değil, hayatımın geri kalanında yaşamdan beklentim de bundan fazlası değil. Ne kadar çok şey istiyorum öyle değil mi yaşamdan ? On sekiz yaşında olsam Tanrı'nın varlığını sorgulardım. Artık bu düzeyde yüce arayışlarım yok, zira eğer varsa bile Tanrı karın doyurmuyor. Hastalık ve yoksulluktan daha afilli bir belası var mıydı sahi Tanrı'nın ? Yeni yıla yazı masamın başında zafer işareti yaparak girdim. Şayet varsa Tanrı bana yeni bir hayat borçluydu.                          4 Ocak 2022 Sahi neden yalnızdım ? Sanırım bilinçli insanlarla anlaşmam zordu ve mümkün değildi bilinçsiz insanlarla anlaşmam. Ama sorun bendeydi şüphesiz; daha az okumalı, daha az anlamalı ve daha az sezmeliydim. Belki böylece sevmeyi ve sevilmeyi daha çok başarabilirdim. 8 Ocak 2022 Yoksulluğun ezintisi bir başkadır. Çeyrek takamadığından düğüne, tatlı alamadığından komşuna, akrabana gitmek istemezsin. Gittiğinde de eğer onurlu bir adamsan ödün kopar, her an herhangi bir şeye para harcanacak diye. Mahcubiyetin diğerlerince sezilmesin diye ecel terleri dökersin ve çaktırmadan etrafına bakarsın iç muhaseben, can sıkıntın dışarıdan sezilmiş mi diye. Böyledir yoksulluk, öz yurdunda gurbettir. 13 Ocak 2022 Bu gece uzun zaman sonra ilk kez içtenlikle dua ederken yakaladım kendimi. İnsanım. İsyankarım. Ama yine de Allah'ın varlığına inanmak istiyorum. "Allahım, ya rabbim, yalvarırım hayırlısıyla güzel bir yaşam nasip eyle bana..." Peki Allah'a inanıyor muyum ? Kim bilir, belki... Belki de tam bir şükür insanı eksik bırakır. İnsanın hafif de olsa isyanı olmalıdır ki değişebilme ve değiştirebilme gücünü yitirmesin. Tam bir tevekkülse belki de zaten ölümün ta kendisiydi... **** Yoksul bir adamın oğluydu savcı. "Oğlum, yoksula yükü zaten ağır gelir, o onu zor taşır, meslek hayatında hiçbir yoksulun sınavını daha da zorlaştırma," demişti iki buçuk sene önce ölen rahmetli babası. Babasının bu öğüdünü hatırladı. Canı epeyce sıkıldı okuduklarından ötürü. Kendisi gibi hukuk fakültesinde okumuş bir insan nasıl bir haldeydi böyle ? Bu avukatın hakkında soruşturmaya yer olmadığı kararı vermek de olmazdı, zira emir büyük yerdendi, bu emre direnmek on kilo taşak isterdi ve bedeli muhtemelen ya meslekten ihraç ya da sürgün olurdu. Saate baktı. Mesainin bitimine yaklaşık on dakika vardı. Bir dakika dahi düşünmeksizin çantası ve pardösüsünü alıp hızlı adımlarla çıktı adliye binasından. Çıkar çıkmaz da Marlboro marka sigarasından yaktı. Çarşının handiyse merkezindeki Kelebek isimli birahaneye doğru Siyah Mercedesiyle yol alırken dilinde çok söylenmesine rağmen bir türlü tükenmeyen bir Neşet Ertaş türküsü vardı : Hep sen mi ağladın ? Hep sen mi yandın ? Ben de gülemedim yalan dünyada. Birahanedeki tahta taburelerden birine yerleştiğinde savcı olmanın getirisi otoriter bir ses tonuyla seslendi birahanenin Güneydoğulu olduğunu tahmin ettiği çalışanına : Bana çok acil bir duble sek rakı !
··
2.392 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.