Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Batınîler Irak’ta ortaya çıkmıştır. Bilâhare, Hindistan, Pakistan, İran ve Afrika’nın bazı bölgelerinde tutunmuştur. Bu mezhep sahiplerince din perdesi altında saltanat yolu açılmaya çalışılmış ve sonunda İbn-i Meymun’un torunlarından Ubeydullah isimli birinin başkanlığında bir devlet kurulmuş ve bu devlet bilâhare Şam’dan Fas’a kadar genişleyerek İmparatorluk hâline gelmiştir. 270 sene hüküm sürdükten sonra, hicri 567 senesinde yıkılmıştır. Bu mezhep, İslâmiyet’ten önce yayılan ve halkın malını, sahip olduğu her şeyini, hattâ kadınlarını dahi ortak kabul eden, sözde eşitliği ve genel barışı uygulama iddiasında olan Mezdek isimli bir sapığın ortaya attığı fikirlerden çokça etkilenmiştir. Kendi mezheplerinin imamlarını başkalarından ayrı olarak ilâhi feyze mazhar kabul ederler. Onlara göre, imamları masumdur, hata yapmaz, günah işlemez, yaptıklarından sorumlu tutulamaz. Zira, imamlar, başkalarının bilmediği şeyleri bilirler. Esasen, İsmailiyye mezhebine yukarıda sıraladığımız asılsız inançları sokan, 9. asır başlarında bu tarikata kasıtlı ve siyasî amaçlarla giren Yahudi dönmesi Abdullah İbn-i Meymun’dur. Onun İsmailiyye mezhebini seçmesi sebepsiz değildir. Diyebiliriz ki, Yahudi Hahambaşı Abdullah İbn-i Sebe’nin İslâmiyet’e vurduğu darbenin bir benzerini, bu, yani Abdullah İbn-i Meymun vurmuştur. Nasıl ki, İbn-i Sebe, Hz. Ali (ra.) ve oğullarını istismar ederek fitneyi ateşlendirmişse, İbn-i Meymun da, Evlâd-ı Resul olan Ca’fer-i Sâdık ve oğlu İsmail’i istismar ederek, maalesef, sapık fikirlerini çok değişik perdeler altında yayabilmiştir. Tarihte, kan dökücülükte eşine nadir rastlanan İbn-i Meymun, neticede nice Müslümanların dinden çıkmalarına da sebep olmuştur. İbn-i Meymun, bu tarikatı gizli ve siyasî bir cemiyet ve komite haline getirdi. Zerdüşt Dininin yedi prensibini örnek olarak, kendi tarikatına giren sofileri yedi dereceye ayırdı. Tarikatın piri olarak kendisi de yedinci dereceye oturdu ki, bu mertebe -hâşâ- Allah’tan doğrudan doğruya emirler olan “İmamlık” makamıydı. Bu makamda bulunan imam, o kadar salâhiyetliydi ki, helâli haram, haramı da helâl yapabilirdi. Ona mubah olmayan hiçbir şey yoktu. Bu tarikatta ileri gidenler zamanla kendileri ibadetten istinkâf ettikleri gibi, başkalarını da ibadetten uzaklaştırdılar ve sonunda onların dinden çıkmalarına sebep oldular. Hattâ cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu, insanın zevk ü safa içinde, keyfince bir hayat yaşaması lâzım geldiğini ileri sürerek ahireti inkâr ettiler ve ettirdiler. Şiâ itikadını taşıyan fırkalar içinde tarih boyunca en tahripkâr bu fırka olmuştur. Asya’nın başı dönmüş bu kanlı anarşistleri, fikirde, itikatta, ahlâk ve hayatta fesat çıkartmışlar; İslâm âleminde yıllarca sükûn ve huzuru bozmuşlardır. Bu anarşistlerin başında Şeyh-i Cebel diye anılan Hasan Sabbah ve onun cennet fedaileri gelmektedir. Hasan Sabbah Şiâ’nın Bâtıniye koluna mensup olup, Şiâ hareketinin gelmiş geçmiş en büyük bozguncularından biridir. Asya’da ilk defa kelimenin tam anlamı ile anarşizmi o kurumsallaştırmıştır. Alamut Kalesi’nde sistematik bir biçimde her türlü terör hareketlerini plânlamış, uygulama sahasına koymuştur. Hasan Sabbah, “Selçuklu İmparatorluğu”nun imansız bir düşmanı idi. Amacı, Selçuklu İmparatorluğu’nu yıkmak, Şiâ fikriyatının gelişmesine engel olan bu güçlü devleti ortadan kaldırmaktı. Bu gayesini gerçekleştirmek için “Cennet tasvirlerine uygun” bir bahçe inşâ ettirdi. Bu bahçede göz kamaştırıcı köşkler yaptırdı. Bu bahçede ve köşklerde özel yetiştirilmiş şarkıcılar, cennet hûrilerini andırır genç kızlar vardı. Hasan Sabbah’ın adamları değişik bölgelerden yaşlarında cesaretli, atılgan gençleri toplayarak Alamut Kalesi’ne getirirlerdi. Bu gençlere önce cennet ve cennetin zevk ve eğlenceleri anlatılırdı. Sonra bu gençler uyuşturucu maddeler ile uyutulur “Cennet bahçesine” indirilirdi. Orada ayılan gençler, gözlerini açtıklarında karşılarında muhteşem köşkler, huri gibi kızlar, rengârenk çiçekler, meyve bahçeleri görünce, Hasan Sabbah’ın müjdelediği cennete girdiklerine gerçekten inanırlardı. Günleri zevk ve safa ile geçerdi. Bir müddet sonra tekrar uyuşturucu ile uyutulur ve cennet bahçesinden çıkartılırlardı. Artık bu gençlerin en büyük arzuları, Hasan Sabbah’ın bu cennet bahçesine tekrar girebilmek olurdu. Şeyhü’l-Cebel Hasan Sabah bu dessas plânı ile birtakım gençleri kendine bağlamış, onları kendisinin “intihar timleri” hâline getirmişti. Şiâ Şeyhi Hasan Sabbah bir kimseyi öldürtmek istediği zaman, bu gençlerden birisini çağırır,
Fedailerin Kalesi Alamut
Fedailerin Kalesi Alamut
·
186 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.