Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Can sıkıntısından, kuşkusuz, maddesel nedenlerden intihar eden birinin son sözleri: “… Gerçekten de: Bu doğa hangi değişmez yasaları nedeniyle beni dünyaya getirme hakkını kendinde buldu? Bilinçle yaratıldım ve doğayı kavradım: Düşünen bir varlık olarak istencim dışında beni, bilinçli bir varlığı nasıl yaratma hakkını kendinde bulabilir? Düşünen, dolayısıyla acı çeken ben daha fazla acı çekmek istemiyorum, çünkü acı çekmeye niçin razı olayım ki? Doğa, bilincim yoluyla bütünün içinde bir uyumu bildiriyor bana. İnsanoğlunun bilinci dinlerin bildirisiyle işlendi, gelişti. Doğa bana ne olduğumu, ‘bütünün uyumuna’ katılamayacağım, hiçbir zaman içinde yer alamayacağım, dahası bu uyumun ne olduğunu hiç anlamayacağım halde, yine de bildiriye boyun eğmemi, sinmemi ve bu uyum nedeniyle acı çekmeyi kabullenmemi ve yaşamaya razı olmamı söylüyor. Seçim bilinçli olarak bana bırakılsaydı, yaşadığım sürece elbette mutlu olmayı isterdim; ben sonsuza dek yok olduktan sonra, bütünden ve uyumundan bana ne! Bu bütün ve uyum benden sonra yaşayacak mı, daha doğrusu benimle birlikte yok olup gitmeyecek mi? Öldükten sonra onu yaşatmak için kendimi ne diye yorayım? işte soru budur... Bir hayvan gibi, yani canlı, ama düşünemeyen bir varlık olarak yaratılsaydım benim için belki de daha iyi olurdu; oysa bilincim uyumu değil, tersine, uyumsuzluğu seçiyor, çünkü uyumla mutlu olamam. Bakın, bu dünyada kim mutludur ve hangi insanlar yaşamayı kabullenirler! Asıl, hayvana benzeyen, az gelişmiş bilinçleriyle onlara yakın varlıklar... Bunlar seve seve yaşamayı isterler, ama hayvan gibi yaşamak koşuluyla, yani yemek, içmek, uyumak, yuva kurmak, çocuk doğurmak için... İnsanoğluna göre, yemek, içmek, uyumak malına mal katmak ve yağmalamak anlamı taşır; hele hele yuva kurmak tam bir yağmalama demektir. ‘Bugüne kadar olduğu gibi yağmalamadan, çalıp çırpmadan mantıklı temeller üzerine, bilimsel, şaşmaz toplumsal ilkeler üzerine pekâlâ yuva kurulabilir, hayat düzene sokulabilir’ diye karşı çıkanlar olabilir. Olsun, yine de soracağım: Neden? İnsan toplumunda doğru, adaletli, mantıklı, ahlaki ilkeler koymaya ve bunları uygulamaya bunca çaba niçin? Buna elbette kimseler yanıt veremez. Verecekleri yanıt ancak şu olurdu: ‘Haz almak için.’ Evet, bir bitki ya da inek olsaydım ben de haz alırdım, ama şimdi kendime sürekli sorular sorarken nasıl mutlu olabilirim? Anne babama, yakınlarıma, onların da bana duydukları en büyük, en özlü sevgide bile mutlu olamam, çünkü yarın bütün bunlar yok olacak: Ben de, mutluluk da, sevgi de, tüm insanlık da hiçliğe, geçmişin kargaşasına gömülecek, bunu biliyorum. İşte bu koşullar altında asla mutlu olmayı kabullenemem; ne mutluluğu kabul etmeyi istediğimden, ne de ilkeler nedeniyle madundandır; nedeni benim için açık, yarın bir hiç olacağımı bile bile mutlu olamam. Bu, doğal bir duygudur, baş edemem, yenemem onu. Ben öldükten sonra insanlık benim yerime sonsuz kalsaydı o zaman teselli bulabilirdim belki. Oysa gezegenimiz sonsuz değil, insanoğlunun vakti -benimki gibi- bir anlık!.. Yeryüzünde ne kadar hakça, akla uygun, mutlu, dürüst bir toplum kurarsanız kurun, yarın bir hiç olacaktır. Doğanın eski, erki sınırsız, değişmez ölüm yasalarına göre bu nedense kaçınılmazdır, ama inanın bu düşüncede, burada kimsenin suçu olmadığı, bana dayanılmaz ve onur kırıcı gelen insanoğluna aşırı saygısızlık vardır. Nihayet, yeryüzünde insanlığın mantık ve bilimsel temeller üzerine kurulduğu masalını varsaysak -insanoğlunun eninde sonunda mutluluğa ulaşacağına inansak- bile insanı isyan ettiren, dayanılmaz bir düşünce var ki bu, mutluluğa ulaşana kadar insanoğluna binlerce yıl acı çektirmenin, kendi değişmez, tutucu yasalarına göre doğa için zorunlu olmasıdır, bir de buna doğanın, insanoğlunun mutlu olmak için ödemek zorunda olduğu acılara rağmen, -üstüne üstlük bir hayvandan gizlediği halde, benden ve bilincimden hiç gizlemeden- nedense her şeyi bir anda hiçe dönüştürmesinin kaçınılmaz olduğunu da ekleyelim. İnsanın aklına ister istemez çok eğlenceli, ama dayanılmaz şu hüzünlü düşünce geliyor: ‘Ya insanoğlu yeryüzünde uyuşabileceği benzer bir varlık var mı yok mu diye salt bakmak için dünyaya arsız bir örnek olarak salıverilmişse?’ Bu düşüncenin asıl acı verici yanı, bir suçlunun olmaması, kimsenin örnek kılınmaması ve lanetlenmemesi, sadece ve sadece her şeyin bana tümüyle anlaşılmaz gelen, bilincimin asla uyuşamayacağı doğanın ölü yasalarına göre olup bitmesidir. Ergo:{206} Mutlulukla ilgili sorularıma, mutlaka bütünün uyumu içinde mutlu olabileceğim yanıtını bilincim yoluyla doğadan aldığım için (benim için bu apaçık ve hiçbir zaman anlayacak güçte değilim) Doğa, ondan hesap sorma hakkını bende görmediği ve bana yanıt veremediği için (istemediğinden değil, yanıt veremediğinden) Doğa, sorularıma yanıt vermek amacıyla bana beni görevlendirdiği için (bilinçsizce) ve bana bilincimle yanıt verdiğine inandığım için (çünkü bütün bunları kendi kendime konuşuyorum). En nihayet, böyle kurulmuş bir düzende, ben hem davalı, hem de davacı -sanık ve yargıç- rolünü üstlendiğim için doğanın bu gülünesi durumunu tam anlamıyla budalaca bulduğum, bu saçmalığa katlanmayı da kendi açımdan aşağılanmak olarak gördüğüm için, Öyleyse tartışmasız olan davalı-davacı, sanık-yargıç görevimde bana teklifsizce ve hayasızca acılar çektiren doğayı kendimle birlikte ortadan kaldırmaya mahkûm ediyorum, çünkü doğayı yok edemem, bu nedenle kendimi yok edeceğim, yalnızca can sıkıntısı sonucu, içinde yaşayan bir suçlunun olmadığı tiranlığı alaşağı etmek için yapacağım bunu...”
·
178 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.