Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

IV-Gençlik Üzerine Çağımızda büyük sorunlarla hiç uğraşmayan insanların da intihar ettiklerini söyleyecekler; bununla beraber görünüşte hiçbir neden yokken gizemli biçimde kıyıyorlar canlarına. Gerçekten çok intihar olayıyla karşılaşıyoruz (çok olması yine de bir muamma), dıştan baktığımızda hiçbir nedeni olmayan, maddi yetersizliğin, kırık aşk acılarının, kıskançlığın, hastalığın, hipokondrinin ya da bir cinnetin sonucu olmayan, sebebini ancak Tanrının bileceği tuhaf, giz dolu bir yığın intihar... Çağımızda bu tür olayların nedense bir çekiciliği var ve görmezden gelemeyeceğimiz kadar hızla yayıldığından, çok insan için endişe verici bir sorun haline gelmiştir. İntihar olaylarının elbette ayrıntılarına girmeyeceğim, zaten yapamam. (İntihar olaylarıyla ilgili pek çok mektup alıyorum. Bu konuda neler düşündüğümü, nasıl bir açıklama getireceğimi öğrenmek istiyorlar.) Bununla beraber kuşkusuz inanıyorum ki genellikle, doğrudan ya da dolaylı olarak bu kişiler, tek ve aynı ruhsal hastalıktan, içlerinde o yüce var olma düşüncesinin olmamasından canlarına kıymaktadırlar. Bu anlamda çağdaş Rus hastalığı haline gelen ilgisizliğimiz, umursamazlığımız insanlarımızı içten içe kemirmektedir. Gerçektir, günümüzde dua eden, kiliseye giden kimi insan, ruhun ölümsüzlüğüne inanmıyor; daha doğrusu inanmak şöyle dursun, hiç mi hiç düşünmüyor. Gelgelelim hiç de katı düşünceli değil, ne sürü gibi yaşıyor, ne de düşkün bir hayat sürüyor bu tip. Oysa tek bu inançtan, az önce vurguladığım gibi, hayatın yüce anlamı ve yaşama isteği doğuyor. Ah, yine söylüyorum, hiçbir düşüncenin ardından gitmeden, hayatın yüce anlamından yoksun, basitçe hayvan gibi -bayağılık anlamında- yaşamak isteyen çoktur; ama meselenin en ilginç tarafı, görünüşte son derece kaba saba, hatta ahlaksız olmalarına rağmen pek farkında olmadan hayatın yüce anlamına ve amacına uzun zamandır özlem duymalarıdır. Bu insanların yemeğe, kulebyaka’lara{224}, cins küheylanlara, sefahata, rütbelere mevkilere, karşılarında el pençe divan duranlara, uşaklara düşkünlükleri nedeniyle değildir sıkıntıları. Bu tipler görünüşte nedensiz, ama mutlaka bir tasadan dolayı beyinlerine kurşunu sıkıverirler; bilinçsizce olmakla birlikte hiçbir yerde bulamadıkları yaşamın yüce anlamına duydukları özlemden yaparlar bunu. Ayrıca bu insanlardan bir kısmı önce rezilce, alçakça bir skandal çıkararak öldürür kendini. Ah, çoğuna baktığımızda, “hayatın yüce amaçlarına duydukları özlemden” canlarına kıydıklarına inanmak kuşkusuz güçtür. “Evet onlar ne bir amaç düşünmüşler, ne de lafını etmişlerdir, yaptıkları sadece ‘alçaklıktır’”. İşte genel kanı budur! Diyelim ki hiç düşünmedi, alçaklık yaptı: Kesin olarak bilebilir misiniz, bu yüce özlemin, toplum yaşamında bazen hangi dolambaçlı yollarla yüreklere nüfuz ettiğini ve bulaştığını? Düşünceler havada uçuşur, ama mutlaka kuralına göre; düşünceler çok güç sezinlediğimiz yasalara göre var olurlar ve yayılırlar; düşünceler bulaşıcıdır; yaşamın genel havası içinde, yalnızca çok kültürlü ve gelişmiş beyinlere ulaşan bazı düşüncelerin, kaygıların ya da özlemlerin eğitim düzeyi düşük, kaba ve hiçbir zaman hiçbir şeye ilgi duymayan kişilere bulaşabileceğini ve ruhunu etkisi altına alacağını bilir misiniz? Bana belki de hayatın deneyimlerinden geçmemiş gençlerin, hatta çocukların bile günümüzde intihar ettiklerini söyleyecekler. Şu gençliğimizin, bizde hayatın yüce anlamının olmamasından acılar çektiğine ve bunu özlediğine gizli bir inancım var. Ailelerimizde hayatın yüce amaçlarına ilişkin bir tek söz ağza alınmaz; ölümsüzlük düşüncesine, bırakın kafa yormayı, sık sık yergisel yaklaşırız; çocukluğumuzdan beri böyledir, anne babalar özellikle böyle yetiştirirler. Geçenlerde usta yazarlarımızdan biri görüşlerime karşı çıkarak: “Bizde aile denen şey hiç yok!” demişti. Yazık ki bir bakıma gerçek bu: Hayatın yüce amaçlarına karşı o bilinen genel kayıtsızlığımızın, ülkemizin belirli kesimindeki ailelerimizi sarstığına kuşku yoktur. Genç kuşağımızın, kendi ülkülerini ve hayatın yüce anlamını kendisi arayıp bulmak durumunda kaldığı en azından apaçık ortadadır. Ancak bu gençliğin toplumdan yalıtılması ve kendi haline terk edilmesi korkutucudur. Zamanımızda, hayatımızın bu çetin döneminde çok, ama çok ciddi, önemli bir sorundur. Gençliğimiz onu hayatın yüce anlamına ulaştıracak kurtarıcı ışığı hiçbir yerde bulamayacak duruma getirilmiştir. Gençlik bugün aklı başında insanlarımızdan ve genelde önderlerinden bunu alabilir; yine söylüyorum, ortada sadece yergisel bakış açısı vardır ve asla olumlu yanı yoktur, yani neye inanmak, neye saygı duymak ve tapmak, neye yönelmek... işte gençliğimize gerekli olan budur, en çok bunu istemiş ve her zaman istemeye devam edecektir! Oysa aile ve okul çevresinde doğru öğütlerden bir şeyler gençliğe aşılanabilseydi, yine ailede de, okulda da buna ilgisiz kalanların pek çoğu, pratik ve gündelik yaşamın çekici yanlarından ve amaçlarından çok buna eğilim gösterirdi (istisnaları olur tabii). Gençler 6 Aralıkta Kazan Meydanında, en azından Moskovskiye Vedomosti’nin dikkat çektiği olaylara baktığımızda, birkaç işini bilen madrabazın elinde kuşku yok ki “kamçılanan sürü” durumuna düşürülmüştür; bu olaydan ne çıkmış, ne elde edilmiştir? Sonrasını bilemem. Burada elbette bir pislik, başkasının sesiyle kötü niyetli, ahlaksızca maymun tarzı bir öykünme söz konusudur; ne var ki gençleri yüce ve güzel şeyler adına, en büyük amaçlar için şaşırtıcı bir özveri adına topladıklarına inandırarak bir araya getirebilmişlerdir. Bazı gençlerde buna “kendi ülküsünü arama” diyelim, ama bu gençler geriye kalanlar üzerinde egemenlik kurarak onları peşlerinden sürüklüyorlar, bu apaçık ortadadır. Ülkülerinin bu denli çarpık oluşunda şimdi kim suçlu peki? Elbette kendileri, ancak suç sadece onlarda değildir. Kuşku yok ki onları kuşatan günümüz gerçekliği, yaşamsal ve gerçek olan her şeyden çarpık biçimde kopuştan ve en basit konuları bile anlamada gösterdikleri yeteneksizlikten onları kurtarabilirdi, ama işin asıl önemli olan yanı, Rus yurdunun büyük eleştirmenleri havasında gönençli bir huzurla son günlerini yaşayan, halkından uzun zamandan beri bağlarını koparmış “babalarını” bile dehşete ve şaşkınlığa düşürecek şekilde genç kuşağımızda köklerinden, halkın gerçeğinden bir kopma sürecinin başladığıdır. İşte ders - aileye de, okula da, sırtı pek, dediğim dedik eleştirmenlere de ders: Şimdi onlar kendi sonuçlarını öğrenemeyecekler ve sırtlarını dönecekler; ama suçu yine kesin olarak babalarda bulmak doğru mu? Kendileri de o özel, kaçınılmaz yasaların ve zamanımız çarlığının büyük reformlarına kadar Rus aydın zümresinin neredeyse iki yüzyıldır tepesinde dikilen yazgının ürünleri ve sonuçları değil mi? Hayır, iki yüzyıldır toprağından ve her işten kopmaya sürüklenmeleri boşuna değildir. Suçlamakla bir yere varılmıyor, çarelerini aramak ve ilacını bulmak gerek. Bence bir çıkış yolu var: Evet, ilacı halkta, onun kutsal değerlerinde ve onunla kaynaşmadadır. Ancak buna ilerde değineceğim. Ben ve Günlük bir bakıma bu çıkış yollarını göstermek için girişmiştir bu işe, bir ölçüde katkı sağlayacağına inanıyorum.
·
238 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.