Gönderi

Nesne miyim, özne miyim, kul muyum?
Söyleyenler kendüsün bilmez, bilenler söylemez. SÖZDİZİMİNDE NE kadar usta olursak olalım, mantık örgümüz ne kadar tutarlı ve ikna edici olursa olsun ifadelerimizin hepsi avcumuzla havayı yakalamak çabası gibidir. Dile getirmeye çalıştığımız şeyler konuşmaya, yazmaya, işaretlerle anlatmaya başladığımız zaman kaynağından öyle çabuk, öyle değişmeye uğramış halde uzaklaşır ki sonunda ortaya çıkan ifadeye razı oluruz. İfade edilen şeye bağlandığımız zaman, yani o ifadenin dış dünyadaki etkisini veri sayarak daha fazla konuda açıklamalara devam edersek artık bir tür bilgisizliği bilgi yerine koymak zorunda kalırız. Bir kez böyle yaptık mı her söylenen kendini bilmezlerin, bilmeden söz edenlerin bozulmuş, bozucu dünyasını kurar. Bozulmadan kurtulmanın en sağlam yolu bilenlerin söze, ifadeye, söylenenlerin dış dünyadaki etkisine kapılmadan susmalarıdır. Bilenlerin susuşları anlamaktan ve anlatmaktan vazgeçmeleri demek değildir. Bilenler kendileri gibi bir başka bileni, o bilenin söze bağlı kalmayan tasdikini bekler. Söylemekten geri durmadığımıza göre bilenler arasına girmediğimizi itiraf ediyoruz. Bu itirafa rağmen yönümüzü bilgisizliğe çevirmek niyetinde değilsek, dil ile, söz ile, ifade ile düştüğümüz hatayı gidermeliyiz. Nasıl? Dilin, ifadenin, sözün kendisine dönerek. Dilin dışa doğru keyfi, saymaca özelliklere bulaşarak uğradığı bozulmayı, içe doğru kazandığı doğuşa ve oluşa ilişkin özelliklerini gözeterek gidermeye çalışırız. Çalışmalarımız boşa çıkmaz, ama yine de söylemeyenlerin susuşundaki bilgi olgunluğuna erişemeyiz. Bizi ilgilendiren artık söylenenlerin boşa çıkmayan kadarıdır. Dile doğru ilerledikçe bize neyin verildiğini keşfederiz. Her şeyden önce dil bize verilmiştir. Verilen dil bütün çerçevesiyle, bütün tarihiyle bana verilmiştir. Şimdi bana ne olduğumu, ne'liliğimi, nasıllığımı, niçinliğimi açıklayacak. Dilden öğreneceğimi bir dili bir başka dile eşitleme girişiminde bulunarak öğrenemem. Hangi dile danışmışsam o dilin dünyasından yararlanabilirim. Bu yüzden insan olarak ne olduğumu bilmek isterken de danıştığım dilin yapısındaki kaçınılmaz anlatım ortaya çıkıyor. İnsan olarak kendimi bir nesne sayamam. Çünkü nesne denildi mi, dilin yapısı gereği ne-ise-ne denilmiş olur. Nesne (neyse ne) bir açıdan ne'liği kendinde mündemiç şeyi ifade eder; başka bir açıdan ne-ise-ne, ilgi alanı dışında kalışı ifade eder. Her iki açıdan bakıldığında da insanlığımı göremem. Eğer mahiyeti kendinde mündemiç bir nesne olarak insanlığımı öğrenme girişiminde bulunacak olursam kendime dışımdan bakabilmem gerekir ki böyle yaparsam amacımdan uzaklaşırım. Nesne olduğumu kabul ederek kendimi kendi ilgi alanımın dışında sayışım da bilgilenmemi sağlamaz. Modern toplumun örgütlenişine varan anlayış biçimi insanı (beni?) nesne kalmaya sürüklüyor. Bir yandan tek tek insanları kendi ne’likleriyle sınırlanmış durumda çaresiz ‘bi‐ reyler’ kılıyor. Her ne kadar insanlar kendi dışlarına çıkarak kendilerine bakamasalar da iç bakışlarını bireylikleriyle kapatıyorlar. Modern toplum tarafından sürüklenen insanlar kapalı içleri olan, ama iç dünyaları olmayan, çağrı karşısında duyarlı ve çağırmaya elverişli bir iç alem de barınmayan kimseler haline geliyorlar. İçlidirler, içerleyebilirler ve içkiye sığınabilirler, ama iç dünya sahibi olmanın üretken bağlantısını kuramazlar. Öte yandan aynı kimseler toplum mekanizması işleyişinde kendilerine ne-ise-ne olmalarıyla bir yer tanınmış olduğunu görürler. Herbiri bir diğerinin yerini alabileceğinden yarışma kurallarını geçerli saymaktan başka bir yol bulamaz, tanıyamazlar. İnsanları böylesine nesne kılan yapı hümanizm çılgınlığının insana bir öz-ne'lik yakıştırması sonucunda kurulmuş ve yerleşik hale sokulmuştur. Değişkenlik ve uyarlanabilirlik bakımından yaratılmışlar arasında en aşırı uçta yer alan insan öz-ne’liğin kendinde yer aldığı sanısına kapıldı mı ister istemez kendini kuşatan ortamın dayattığı biçimle kalıplanacaktı. Nitekim böyle oldu. Kendini öz-ne sanan insan üzerinde egemenlik kurmaya giriştiği ne-ise-ne katılığından etkilendiğini, değiştirdiği her şeyin kendi değişkenliğini artırdığını, yaptığı her ayarlamanın insanı ayarladığını fark etmeksizin öz arayışında bir tükeniş yaşadı. Benim özne olmayışım özü arayışımla açıklanabilir. Öz-ne ben olsaydım öze yönelme gereği duymazdım. Ne'yi öğrenmek istersem harekete geçmem gerek. Özle ilgiyi kurmak için davrandığımda özün benim ne'liğim olmadığını fark ediyorum. Bu ayırım aynı zamanda beni aydırıyor. Beni öze çeken şey benim ne'liğimdir. Ne'yim ki çekiliyorum. Çekip çevriliyor, döndürülüyorum. Benim değişkenlik ve uyarlanabilirliğim öz-ne olarak özelliğim değil, değiştirilebilir ve uyarlanabilir kul olarak özelliğimdir. Sahip olduğum insan biçimiyle ne-ise-ne değilim, çünkü ne'liğim bende mündemiç değil ve yönelerek ne'lik kazanıyorum. Ne-ise-ne değilim çünkü çekip çevrilmekle ilgi alanı içindeyim. Sahip olduğum insan biçimiyle öz-ne değilim çünkü hiçbir şey bende başlamıyor ve bende bitmiyor. Öz’lük bende değil. Bende bulunan yalnızca kulluğumdur: Oluşa ve ölüşe, olduruşa ve öldürüşe açık kulluğum.
ÇIDAM YAYINLARIKitabı okudu
·
94 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.