Gönderi

AYASOFYA'NIN YENİDEN FETHİ PROJESİ Fetih Yıllarını Aydınlatma Derneği'ni kurduğumuz yaz, Atsız'la birlikte «müthiş» bir proje üzerinde çaliştik. İkimizin de aklının ve vicdanının almadığı bir husus vardı. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'u fethettikten sonra Ayasofya Kilisesini camie çevirmişti. İlk Cuma namazını burada kılmıştı. Ondan sonra asırlar boyu, Ayasofya, İstanbul'da bütün Türklüğün bir mührü olarak kalmıştı. Hristiyan Batı dünyası bunu bir türlü hazmedememişti. Ayasofya'yı yeniden ele geçirmek, hristiyanlık için bir ideal halini almıştı. Türk ordusu Viyana önlerindeyken dahi bu rüyayı terknetmemişlerdi. Daha sonra gerileme çağı başlamış, nihayet İstanbul düşman işgali altına girmişti. O tarihte bile, Ayasofya kilise haline getirilememişti. Fakat, Milli Mücadeleden ve Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Ayasofya'nın müze haline getirilmesine karar verilmişti. İbadete kapatılmış, yani bir nevi taviz verilmişti. Niçin? Bu tâvizi vermeye kimin hakkı vardı? Atsız, Ayasofya'nın camie cevrilmesini gönülden istiyordu ama, bunu İslâmî bir görüş olarak ileri sürmüyordu. Millî gurur incitilmişti. Batının sinsi emperyalizmi karşısında bir gerilemeydi bu. Düzeltilmesi lazımdı. Yeni Demokrat Parti iktidarı, milletin temayüllerin istikametinde müsbet kararlar vermişti. Fakat bu hususta niçin cesur davranmıyordu? Pekâlâ! Madem hükümet yapmıyordu, biz yapardık. Biz? Yani İstanbul'da belki bir avuç bile sayılmayacak Türkçüler... Bir emrivaki yapılması bu işin halli için gerekliydi. Önce bu büyük yapının giriş noktalarının tesbit edilmesi lâzımdı. Nasıl korunuyordu? Nereden girilebilirdi? 1952 yazının sıcak günlerinden çoğunu Ayasofyanın serinliğinde geçirdim. Adım hesabıyla uzunluğunu, genişliğini, kapılarını ölçtüm. Bahçedeki demir parmaklıkların yüksekliğini, dış kapının haricinde girilebilecek noktaları kâğıt üzerine geçirdim. Yorucu ve heyecanlı bir çalışmadan sonra yapının kaba bir plânı elimizdeydi. Plân hazırdı ama, Ayasofya yeniden nasıl «fethedilecekti?» Fetih yıldönümünde, yani 29 Mayıs 1953 günü geçit resmine katılacaktık. Atlar üzerinde, beyaz keçekülâhlarımızla ve keskin kılıçlarımızla birkaç takim genç, merasim dönüşü atlarımızı Ayasofya üzerine sürecektik. Ne heybetli bir tabloydu bu! Ayasofya'ya girdikten sonra hutbe okunacak ve namaz kılınacaktı. Böylelikle Ayasofya yeniden İslâm'a ve Türk'e dönecekti. NURİ DEMİRAĞ DA İŞE KARIŞIYOR Bu projeden, Atsız'la benden başka, sadece iki kişinin haberi vardı: babamın ve merhum Nuri Demirağ'ın.Bir gün gençlerin böyle bir hareket tasarladıklarından babam Nuri Demirağ'a bahsetmiş. Demirağ temiz duygulu, vatansever, saf bir insandı. Son derece heyecanlanmış, kendisinin de bu gençlerin yanında yer alacağını ve hutbeyi bizzat okumak istediğini söylemiş. Babam tecrübeli bir komiteciydi. Bulgaristan'da Bulgar faşizmine ve vahşetine karşı Türklerin hakkını savunmak için gazetesiyle, servetiyle birlikte canını da kaç kereler tehlikeye atmıştı. Son derece gözüpek bir adamdı. Bulgar hükümetinin kendisini ortadan kaldıracağı sırada, Türkiye'nin şiddetli bir notası sayesinde Anavatana gönderilmişti. Bir daha Bulgaristan'a asla ayak basmaması şartıyla. Fakat İkinci Dünya Savaşının son yıllarında yine gizlice, bu sefer Vakit gazetesinin temsilcisi olarak Bulgaristan'a girmişti. Kızılordu'nun Bulgaristan'ı işgalinde oradaydı. Binbir türlü dehşet verici maceradan sıyrılarak sağ dönmüştü. Onun için, bu projeyi çok tabiî karşılıyordu. Topun ağzında kendi evlâdının bulunması onu hiç de tedirgin etmiyordu. Türk'ün hakkı olan bir hareketti. Yapılmalıydı. Benim bu işe girmeme hiç itirazı olmamıştı. Nuri Demirağ, o sıralarda hâlâ Millî Kalkınma Partisinin lideriydi. Gerçi bu partinin artık bir gücü kalmamıştı. Oylar Demokrat Parti'de toplanmıştı. Fakat Demirağ'ın büyük Buick arabasının önünde MKP bayrağı dalgalanır, sarı pirinç harflerle MKP yazılı plákalar bu siyah lüks arabayı ve deniz motorunu süslerdi. İslamcı olduğu kadar Türkçüydü. Ama, galiba İsmet Paşa'ya duyduğu hınç bunların her ikisinden de ağır basıyordu, Ayasofya'nın yeniden fethi teşebbüsü gerçekleşseydi ve suç halini alsaydı, sanık sandalyesinde belki Atsız'la birlikte Nuri Demirağ da oturacaktı. Birbirlerinden habersiz, ama girişilen işin haklılığına tam inanmış olarak. Kaderin başka türlü tecelli edeceği aklıma bile gelmiyordu. Madem haklı olduğumuza inanıyorduk, isterse iki kişi, isterse iki bin kişi olsun, bu teşebbüsün gerçekleşmesi için çalışacaktık. 1953 DARBESİ Gidişat başka türlü bir seyir takip edecek ve Türk Milliyetçiliğine 1953 darbesi, bu sefer hiç beklenmedik bir yerden, Demokrat Parti iktidarından gelecekti. Türk Milliyetçiler Derneği gittikçe kuvvetleniyordu. Şubeleri memleket sathına yayılıyor, buralarda heyecanlı toplantılar yapılıyordu. Dinamik bir gençlik kitlesi bazı çevreler için, yαvαş yαvαş «korku verici» bir güç haline geliyordu. 1952 yazında yapılan kurultayda Isparta Milletvekili Sait Bilgiç genel başkanlığa seçilmişti. Kurultay çok hareketli ve heyecanlı geçmişti. Başkanlık divanında Sait Bilgiç, Remzi Oğuz Arık başkan ve başkan vekili olarak bulunuyorlardı. Anadolu'dan gelen delegeler Genel Merkezin çalışmalarını tasvip eden konuşmalar yapıyorlardı. Kayseri delegesi Nevzat Türkden (şimdi Kayseri'de avukat), Kırıkkale delegesi Kaya Özdemiroğlu, Tire delegesi Nihat Kurtcan, Ankara delegesi Mustafa Haciömeroğlu (şimdi emekli veteriner hekim), Genel Merkez çalışmalarını desteklemişlerdi. Nevzat Yalçıntaş, Bekir Berk, Ali Yörük (birkaç yıl önce vefat ettiğinde Bizim Anadolu gazetesinde yazarlık yapıyordu), Ayasofya'nın tekrar ibadete açılmasını, radyolarda Türk müziğine daha çok yer verilmesini, 1 Mayıs bahar bayramının 6 Mayıs gününe alınmasını teklif eden konuşmalar yapmışlardı. Dernek, komünistleri ve Nâzım Hikmet'in affı için imza verenleri tel'in toplantıları da tertiplemişti. İstanbul Şubesinin çalışmaları artık Rüstempaşa Medresesine sığmıyor, daha büyük toplantılar o zaman Halk Eğitim Merkezinin kontrolünde bulunan şimdiki MTTB salonunda yapılıyordu. - Beri taraftan Millet Partisi de hatırı sayılır bir gelişme içindeydi. Gerçi Mecliste bir tek temsilcisi vardı. Fakat Kırşehir'den gelen ve Osman Bölükbaşı adını taşıyan bu genç hatip söz alıp konuşmaya başladı mı, muhalif muvafık herkesin takdirini topluyor, Onunla başa çıkmak iktidar için mesele halini alıyordu. Köylere kadar yayılan ocak bucaklarıyla bu parti muhafazakâr görüşü temsil ediyor, halk arasında tesiri ve nüfuzu da günden güne gelişiyordu. Demokrat Parti erkânı, bu iki teşekkülü de, kendi iktidarları için tehlike olarak görmeye başlamışlardı. Çare? Bir punduna getirip her iki kuruluşu kapattırmak. Böyle bir fırsat, 1953'ün ilk günlerinde Demokrat Parti'nin eline geçti. Serdengeçti Mecmuasında yayınlanan bir yazıyı vesile eden Başbakan Adnan Menderes Gaziantep'te beklenmeyen bir nutuk vermişti. Önce komünizmin gelişmesine meydan verilmeyeceğini ileri sürmüş, sonra da komünistlerin çeşitli maskeler altında faaliyet gösterebileceklerini iddia etmişti. Bu maskelerden biri de mukaddesatçılıktı. Onlara da fırsat verilmeyecekti. Birkaç gün sonra Ankara Savcılığı harekete geçiyor ve Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, Türk Milliyetçiler Derneği'nin «din ve ırk esasları üzerine kurulduğu ve faaliyetlerini bu yolda geliştirdiği» iddiasını yerinde bularak kapatılmasına karar veriyordu. Telle verilen emir üzerine Derneğin bütün şubeleri mühürlenmişti. Mallarına el konuluyor, Dernek. yetkilileri de onar lira para cezasına mahkûm ediliyordu. Fakat, ek tedhiş tedbirleri de unutulmayacaktı.. Türk Milliyetçiler Derneği ile yakın ilgisi bilinen Cahit Okurer Milli Eğitim Bakanlığı özel kalem müdürlüğünden alınıyor, Genel Başkan Sait Bilgiç ve genel idare kurulu üyesi Dr. Tahsin Tola, Demokrat Partiden ihraç ediliyorlardı. Her ikisi de Isparta Milletvekiliydi. Sait Bilgiç bu hengâme arasında tam bir yiğitlikle dimdik durmuş, bu icraatı şiddetle tenkid eden beyanlarda bulunmaktan kaçınmamıştı. Öbür tarafta «şerefli basın» yeniden taarruza geçmişti. Ahmet Emin Yalman, salvo atışlarda başı çekiyordu. Ötekiler de onun peşine takılmışlardı.. Şimdi sadece Yeni Sabah bu icraata muhalefet ediyor, diğerleri Ahmet Emin'i destekliyordu. Ahmet Emin Yalman, o sıralarda Demokrat Parti'nin hâlâ gözdesi durumundaydı. Kadere bakınız. Aradan zaman geçecek, Sait Bilgiç yeniden Demokrat Parti'ye dönecek, Ahmet Emin Yalman ise Demokrat Parti'nin tam karşısında, CHP saflarında yer alacaktır. çıkacak, Sait Bilgiç ise Yassıada'da idam talebi ile yargılanacaktır. 1960 darbesinden sonra da Ahmet Emin yine hürriyet kahramanı, basın şampiyonu olarak ortaya çıkacak, Sait Bilgiç ise Yassıada'da idam talebi ile yargılanacaktır. Kimin kimden yana olduğunu, samimî şekilde kimin kimi desteklediğini en iyi zaman göstermiştir.
·
430 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.