Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Cemal Oğuz Öcal (1913-1971), İstanbul Erkek Öğretmen Okulunu bitirir (1935). Öğretmenlik yapar. Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümüne girer. 3 Mayıs 1944 Turancılık olaylarında Serdengeçti ile birlikte tutuklanır; okuldan kaydı silinir. Berat edince 1947'de öğretmenliğe döner. Heceyle milli, hamasi şiirler yazar. Serdengeçti ile önceden başlayan dostluğunun 3 Mayıs 1944 olayları sırasında geliştiği sanılmaktadır. Başlıca eserleri: Yurttan Sesler (İstanbul 1939), Türk Geliyor (Uslu Ozan takma adıyla, İstanbul 1944), Ata Sevgisi (Uslu Ozan takma adıyla, 1946), Savulun Kızıllar Gençlik Geliyor (Uslu Ozan takma adıyla, Eskişehir 1949), Türk çocuklarına Millî Şiirler (Eskişehir 1951, İstanbul 1956), Her Şey Vatan için (Eskişehir 1953), Kıbrıs'a Seferim Var (İstanbul 1958), Ramazan Şiirleri (İstanbul 1960), Eyüp Sultan’ı Ziyaret (Uslu Ozan takma adıyla, İstanbul 1960), Olan Oldu Bizlere (Uslu Ozan takma adıyla, İstanbul 1960, 1962), Yavrularımıza Okul ve Bayram Şiirleri (Uslu Ozan takma adıyla, İstanbul 1960), Vatan Bahçemizden Sesler (İstanbul 1967), Bir Millet Şahlanıyor (İstanbul 1968), Sarıköy'de Yapılan ilk Yunus Emre Töreni ve Solmaz Çiçekler. Cemal Oğuz, Serdengeçti dergisinde en çok şiiri yayımlanan şairdir. Toplam 160 şiirin 27'si ona aittir. Onu 18 şiirle Osman Yüksel takip eder. Üçüncü sırada yer alan üç şairin 6'şar şiirinin yayımlandığı göz önüne alındığında Cemal Oğuz'un dergideki ağırlığı daha iyi anlaşılır. Serdengeçti, heceyle ayaküstü her konuda manzumeler yazabildiğini söyleyerek ona “vezin ve kafiye tüccarı” diye takılsa da, 32 dergisinin hemen her sayısında şiirlerini yayımlayarak değer verdiğini göstermiştir. Bununla birlikte, Serdengeçti'nin işaret ettiği nitelikte manzumelerin sayısı da az değildir. Cemal Oğuz şiirlerinde Âşık Fedâi ve Uslu Ozan takma adlarını da kullanır. Derginin ilk sayısında üç şiiri birden yayımlanır. Sevdalıyım Sevdalı Hey şiiri İstanbul'da kaleme alınmıştır. Serdengeçtiler şiiri 22 Mart 1947’de Eskişehir'de yazılmıştır. 1944'te İstanbul'da tutuklu iken yazdığı ve Âşık Fedâi takma adıyla yayımladığı Hapishane Türküsü: Gelir Geçer, Dert ortağıma” ifadesiyle 3 Mayıs olaylarında tutuklananlara ithaf edilmiştir. “Gam yemeyin ülküdaşlar / Bugünler de gelir, geçer!” mısralarıyla başlayan şiir, ümidin ve inanmışlığın ifadesi gibidir. “Sabredelim birkaç hafta” mısraı, eninde sonunda berat edeceklerine inancı gösterir. "Kesilir mi Hak'tan umut?” mısraı, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz âyetine işaret eder. Devlet yüz vermese, hizmetleri unutulsa da, kimseye minnetleri yoktur. Er geç zaferin kendilerinin olduğuna sarsılmaz imanları vardır. Gam yemeyin ülküdaşlar, Bugünler de gelir, geçer! Eğilmesin mağrur başlar, Bugünler de gelir, geçer! Haram olsun bayram, düğün, Zehr içelim üç, dört öğün, Lütfu çoktur yerin, göğün, Bugünler de gelir, geçer! Varsın felek olmasın yâr, Deli, deli essin rüzgâr, Şerefli bir dünümüz var, Bugünler de gelir, geçer! Serdengeçtiler şiiri, âdeta Serdengeçti dergisinin manifestosu gibidir. Cemal Oğuz, şiirinde Serdengeçtiler diye nitelediği Türkçü gençliği şöyle anlatır: Onlar hürriyet, adalet ve Türklük yolunda anadan, babadan, yardan geçmişler; Allah Allah diyerek serden geçmişlerdir. Onlar, bugün millete önderlik etmektedirler. Hürriyet, adalet, Türklük yolunda, Anadan, babadan, yardan geçtiler! Kanlar ateş oldu, bağırlar volkan, “Allah, Allah!” deyip serden geçtiler! Sevdalıyım Sevdalı Hey şiiri vatan aşkını konu alır. “Oldu diye yerim zindan / Söner mi hiç bu aşk, iman?” mısralarından, bu şiirin de öncekiler gibi tutuklu iken yazıldığı anlaşılmaktadır. “Sizin olsun dünya köşkü / Yeter bana vatan aşkı” diyen şair, “Vazgeçer de kadın, kızdan/ Ayrılamam “Millî Saz”dan / Gelir hızım Ay-Yıldız'dan” sözleriyle sevdasının mahiyetini açıkça ifade eder. Görmüyor dünyayı gözüm, Sevdâlıyım, sevdâlı, heyy! Bir aşk ile yanar özüm, Sevdalıyım, sevdâlı, heyy! Bulmak için Mevlâ’mı ben, Arıyorum Leylâ’mı ben, Terk etmişim sılamı ben, Sevdalıyım, sevdâlı heyy! Sizin olsun dünya köşkü, Yeter bana vatan aşkı. Yazar Öcal hep bu meşki Sevdalıyım, sevdâlı heyy! Derginin 2. sayısında üç şiiri yayımlanır. Bunlardan birisi Uslu Ozan takma adıyla yazdığı Hücrem şiiridir. Şiir, 23 Temmuz 1947'de İstanbul'da tutuklu iken yazılmıştır. Dar kapıdan içeri girer girmez bit, pire, tahtakurusu gibi haşeratın hücumu ile karşılaşır. Bir süre sonra ziyaretçiler de gelmez olur: “Sıkmaya başladı artık bu hayat / Kaç haftadır ne gelen var ne giden / Ekmek bayat, zeytin bayat, su bayat / Haksız mı hâlinden şikâyet eden?” Şu mısralarda Necip Fazıl etkisi görülür: “Ne düşünür bilmem havlum duvarda / Ne düşünse boştur, çözülmez bu sır." "Oku aynı şeyi, bir daha oku / Bin defa okusan geçmez bu zaman! / Saplanmış bağrına kahpelik oku / Çağır da kurtarsın atsız kahraman” mısralarında birilerine ima olup olmadığı belli değildir. Girdim içeriye bir dar kapıdan, Oturur oturmaz başladı hücûm Nasıl çıkacağım bu dar yapıdan? Söyle muktedirsen ey ilm-i nücûm. İnsanlar zebani, dünya cehennem, Her gelen yarama bir tuz ekiyor. Kaldır da başını gör garip annem, Oğlun nerelerde, neler çekiyor Derginin 2. sayısında Âşık Fedâi takma adıyla Hazret-i Mevlânâ'yı Ziyaret başlıklı bir yazı yayımlanır. 6 Nisan 1947'de Konya’da yazılan yazının içine serpiştirilen şiir de aynı başlığı taşır. Üslup bakımından hatırlattığı için bazıları Âşık Fedâi'nin Serdengeçti'nin takma adlarından biri olduğunu sanmıştır. Bazıları da dergi şairlerinden Kemal Fedâi Coşkuner olabileceğini düşünmüşlerdir. Ancak, Cemal Oğuz'un şiir kitaplarında bu takma adı kullandığı şiirleri bulunmaktadır. Erenlerde olmaz uyku, Uyan pîrim, uyan gayrı! Bak, içime girdi korku, Uyan pîrim, uyan gayrı! Yürekten bir çekerek âh, Gezdi bu can dergâh dergâh Korkum nedir bilir Allah, Uyan pîrim, uyan gayrı! Derginin 2. sayısındaki üçüncü şiir, 3 Mayıs 1947'de Konya'da yazılan 3 Mayıs şiiridir. Önceki şiirler dörtlüklerle yazıldığı hâlde, bu, her biri kendi içinde kafiyeli beyitlerden oluşur. 3 Mayıs’ın yıl dönümünde onu hatırlatmak amacıyla yazılmıştır. “Duyuldu gür sesimiz Cezayir'de, Taşkent'te / Türkçülük tarihini yazdık bugün Başkent'te” mısraları, abartılı da olsa, bu hareketin sadece esir Türklere değil bağımsızlık mücadelesi veren diğer Müslüman ülkelere de örnek olduğunu iddia eder. “Sevdik bugün vatanı Mustafa Kemal gibi” söyleyişi şairin Atatürk'e bakışını gösterir. “Tunç heykelin önünden kükreyerek geçtik biz” mısraı, 3 Mayıs'ta Ulus’taki Atatürk heykelinin önünden yürüyerek geçişlerini anlatır. Moskof uşaklarına karşı tertemiz bir niyetle yola çıktıkları hâlde, bir takım iftiralarla, hainlikle suçlanmışlar, zindanlarda, tabutluklarda işkenceye uğramışlardır. Ancak zaman adlı âdil hükümdar hükmünü vermiş, suçsuz oldukları anlaşılmıştır. Şair, göğüslerinde bir şeref madalyası gibi taşıdıkları o günü Türk gençlerinin asla unutmaması gerektiğini söyler. Namık Kemal'den beri şairlerin gündemine giren vatan ve hürriyet konuları, her dönemin şartları içinde farklı görüş sahiplerinin dile getirdiği konuların başında yer alır. Beyitlerle yazılan Hürriyet İstiyoruz” şiiri de bu çerçevede değerlendirilebilir. “Dikilmiş kalbimize granit birer heykel / Namık Kemal, Washington, Mithat Paşa, Giyom Tel! / Vermek için hakkını bu göklerin, yerlerin / Gidiyoruz izinden bu kahraman erlerin!” sözleriyle, hürriyet kahramanı olarak gördüğü kişilerin isimlerini sayar. 20 Ekim 1947’de Eskişehir'de yazılan şiirdeki “Demokrasi yolunda yürümek olmaz yavaş / Hürriyet savaşıdır girdiğimiz bu savaş!” mısralarından, Türkiye'nin gündemine artık demokrasinin girdiği anlaşılmaktadır. 5. sayıdaki Balkan Türküsü 28 Ağustos 1947'de Eskişehir'de yazılmıştır. 5 mısralık bentlerden oluşur. Terkib-bentlerde olduğu gibi her bendin ilk üç mısraı kendi içinde; son iki mısraları birbirinden bağımsız olarak yine kendi içinde kafiyelidir. “Kaynamaya başladı yine bizim Balkanlar” mısraından Balkanlardaki Türklere yapılan baskılar üzerine kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Şiir, Mehmet Emin Yurdakul'un Ey Türk Uyan şiirini hatırlatacak şekilde, “Vur ey kahpe düşman, vur da utandır beni / Bu gaflet uykusundan, vur da uyandır beni!” mısralarıyla sona erer. Kaynamaya başladı yine bizim Balkanlar; Akıyor oluk oluk yine bizim al kanlar; Niçin yakmıyor, niçin bağrımdaki volkanlar Irkdaşıma saldıran o şımarık düşmanı? İstiyorum ey Meriç bencileyin taşmanı! Kudurdu yine Moskof, azdı yine Gospodin; Ne irz kaldı, ne namus... Ağlıyor nazlı Budin; Taşıyor da içimden Tunalaşıp millî kin; Neden bu his hasmını bir hamlede boğmuyor? Beklediğim mutlu gün doğmuyor, âh doğmuyor! 6. sayıda Serdengeçtilerin Marşı, Âşık Fedâi takma adıyla yayımlanır. "Hiçbir şeyden pervamız yok / Bize Serdengeçti derler!" mısralarıyla başlayan şiir şu dörtlükle sona erer: "Kör feleğe çatarız biz / Zulme kafa tutarız biz / Zindanlarda yatarız biz / Bize Serdengeçti derler!" 7. sayıda üç şiiri vardır. Kadir Gecesi" şiiri, adından da anlaşılacağı üzere bu gece hakkında bilinenleri manzum olarak anlatır. Bunlara ek olarak, “Yurt için de yücelik dileyelim biz", “Koşup Hakk'a doğru, Hakk'ı bulalım / Yükselsin göklere her Türk'ün sesi!" mısraları onun milliyetçi yönünü yansıtır. Dörtlüklerle yazılan şiirde her dörtlük kendi içinde çapraz kafiyelidir. Moskova Büyükelçiliği Askeri Ateşe Yardımcısı ve diplomatik kurye olan Yüzbaşı Fuat Güzaltan 30 Mayıs 1949'da Moskova'dan Ankara'ya trenle dönerken Soçi civarında Sovyet ajanları tarafından öldürülmüş ve intihar süsü verilmiştir. Cemal Oğuz onun için yazdığı koşma şeklindeki Ağıt'ta Ruslara duyduğu öfkeyi ve ölümden duyduğu üzüntüyü dile getirir. Bir kahpe kurşunla delinip beynin, Uyanmaz uykuya daldın Güzaltan! Taptığın yurt için düşüp toprağa, En yüksek rütbeyi aldın Güzaltan! Yılmadan sebatla ettin “kurye”lik, Azmin bir polattı, irâden çelik, Yaptılar bu yüzden sana kahpelik, Fakat sen hep yiğit kaldın Güzaltan! Ne Gören Var Ne Bilen başlıklı şiir aynı sayıda Âşık Fedâi takma adıyla yayımlanır. Her biri kendi içinde kafiyeli beyitlerle yazılmıştır. Şiir sosyal ve siyasal hayattaki çarpıklıkları konu alır: Bir yanda Tokat'ta sel baskını yaşanırken, diğer yanda kat kat apartmanlar yükselir. Konya'da kıtlık hüküm sürerken, baylar Yeni Dünya'da uçak safası yaparlar. Bir yandan Türkçülerin gür sesi kısılırken, diğer yandan komünist şebekesi çalışmaktadır. Neredeyse bir kızıl ihtilal başlayacaktır. Bir tarafta kuraklık, lüks ve israf sürerken bir tarafta yüz binlerce mahkûm hükümetten af çıkarmasını bekler. Pahalılık ejderi insanların canını alacaktır. Gıdasızlıktan bir kemik bir deri kalmışlardır . Binlerce Türk genci vereme tutulmuşken, millete her taraf İrem Bağı gibi gösterilir. Memleket tezatlar diyarına dönmüştür. Paralarımız bavul bavul dışarıya kaçırılmaktadır. Herkesin gözünü madde hırsı bürümüş; namussuzluk, hırsızlık, rüşvet almış yürümüştür. Bütün bu aksaklıkları anlatan şair, bunları bilip de susmanın hainlik olduğunu belirtir. Bir tarafta mahv olur, seylâb yüzünden Tokat, Bir tarafta yükselir apartımanlar kat, kat. Kıtlık hüküm sürerken, taun gibi Konya'da Baylar uçak sefâsı yapar “Yeni Dünya”da! Bir tarafta kısılır Türkçülerin gür sesi, Bir tarafta çalışır komünist şebekesi. Yırtılıp parçalanmış mübarek, şanlı hilâl, Başlayacak nerdeyse menfur, kızıl ihtilâl! Bir tarafta kuraklık, bir tarafta lüks, israf; Bir tarafta yüz binler hükümetten bekler af! Olsa da nasîbin hep zehir yiyip kan kusmak, Hainliktir Fedai bunları bilip susmak! 8. sayıda Âşık Fedâi imzasıyla yayımlanan "Devrimize Şiir" de önceki gibi bir dönem eleştirisidir. Şiirden öğrendiğimize göre Tokat yanında Adana ve Tarsus'ta da sel baskınları olmuştur. Şiirde o dönem bilinen, bugün ise tahmin etmekte zorlandığımız bazı kişilere imalar vardır. “Onlar söz açsın bırak yüz milyonluk binadan / Sen boyuna lâf işit bir veled-i zinâdan!” ifadesiyle kimin kastedildiğini bilemiyoruz. Aynı şekilde, “Meslek edinenler var hile, yalan, dolanı / Gözdedir bugün dünkü meşhur Şamar Oğlanı” denilen kimdir bilemiyoruz. Onlar yaldızlı salonlarda sarhoş olurken, köylü tek öküzünün yanına karısını çifte koşmaktadır. Moda, şifasız kanser hastalığı gibi yayılmaktadır. Frengi, sıtma, verem halkı bitirmektedir. Eyyam-perest olanlar en zengin mevkilerdedir. Namuslu olanlara ilgi gösterilmemektedir. Devir dalkavuklar, muhterisler devridir. İçki, kumar, kadın, lüks, riya, rüşvet, iltimas Türk'ü yere vuracak ihtiraslardır. Bir tarafta sefalet, bir tarafta hastalık, Bu ne hüner Allah'ım, bu ne yaman ustalık? Milletin kesesinden aşırılan paralar, Vatanın sinesinde açtı derin yaralar! Varsın seylâp mahvetsin Adana’yı, Tarsus'u, Kim düşünür, hey kardeş, önceden bu hususu? Sen ister suda boğul, ister açlıktan geber, Onlar safa sürsünler, biz kalalım tığ-teber! Varsın bedbaht köylünün çıksın göklere âhı, Unutmuş çoktan onlar “ayıp” ile “günahı”! Meslek edinenler var hile, yalan, dolanı, Gözdedir bugün dünkü meşhur Şamar Oğlanı En zengin mevkilerde eyyam-perest olanlar, Namuslu kimselerdir sararanlar, solanlar! Türk'ü yere vuracak şu yaldızlı ihtiras: İçki, kumar, kadın, lüks, riya, rüşvet, iltimas! Der Fedâi: “Çektiğim kör feleğin cevridir Devrimiz dalkavuklar, muhterisler devridir! Aynı sayıda yayımlanan 20 Ağustos 1949 tarihli Cevap şiiri gazeteci Ahmet Emin Yalman'a yazılmıştır.Yalman'ın Nazım Hikmet'i öven yazısı dolayısıyla kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Yalman, bundan sonra da milliyetçileri hedef almayı sürdürecek, Serdengeçti dergisi de kendisine aynı şekilde cevap verecektir. Hatta kurşunla yaralanması sonrasında Osman Yüksel başta olmak üzere birçok milliyetçi yazar tutuklanacaktır. Cemal Oğuz'un şiirinde yer alan şu ağır ifadeler, diğer başka yazılarla birlikte bu tutuklamanın delilleri arasında yer alacaktır: Vererek sağa, sola Donkişot’ça kumanda, Yapmak istemiş idin dün de bizi bir "Manda!” Türk sadece arslandır, olamaz manda, ayı; Sen neler söylüyorsun, ey sapık Yalman Dayı? Ne “Dönme”dir soyumuz, ne de “Beni İsrail”, Türklüğü hiçe sayan bir “hiç” olur, iyi bil! 9 Aralık 1949'da Eskişehir'de yazdığı Mehmet Âkif'in Ulu Ruhuna, Âkif'i öven bir şiirdir. Cemal Oğuz'a göre o bir karakter adamıdır. Çanakkale şehitleri hakkında yazdığı abidevi şiiri ile sanatta Mimar Sinan'a denk olduğunu ispat etmiştir. İstiklal Marşı, dillerde söylenen bir ayet gibidir. Yücelnâme “Seçimi Giresun'da kaybeden Hasan Ali Yücel'in ağzından" alaylı şekilde söylenmiştir: Yeşil yurdum, ey Görele! Şu hâlime bir bak hele. İflâs etti oğlun Yücel, Alsın beni artık ecel! Günahım çok, taşıyamam, Bundan sonra yaşayamam! İnsan nasıl eder sükût? Görülmüş mü böyle sukut? Bakanlık'tan olmuştum dün, Mebusluk da gitti bugün! Bu nasıl iş, nasıl seçim? Kan ağlıyor billah içim! Yaptığıma pek pişmanım, Serdengeçti baş düşmanım. İki de bir çatar bana, Tonlarla taş atar bana! Kenan Öner, Fevzi Çakmak vb. kişilerle yaşanan olaylara işaret edilen şiirde Serdengeçti’den de söz edilir: Ay Geliyor şiiri ramazan ayını karşılamak amacıyla yazılmıştır. Mübarek Temizleyip vicdanı, İnsan eden insanı, On bir ayın sultani Mübarek ay geliyor! 9 Temmuz 1944'te İstanbul Emniyet Müdürlüğü Nezarethanesi'nde yazılan Tabutluk şiiri, 3 Mayıs olaylarında tutuklandıktan sonra yapılan işkenceleri konu alır. Ayakta bir insanın zorla sığacağı duvarda dikine hücreye, şeklinden dolayı tabutluk adı verilir. Üstünde 300 mumluk üç ampul yanar. Bunlar içeriyi cehennem gibi ısıtır. İçeri sokulan kişinin elleri arkadan bağlıdır. Kapı üzerine kapatılmıştır. Ekmek, su verilmez. Burada tehditle, işkenceyle ifade alınır. Şair, “Gördüm burda bizim Osman Yüksel'i” diyerek Serdengeçti'den de söz eder. İçi sıcak, fakat adı pek soğuk, İşkence mahalli olmuş bu kovuk. Sığıyor içine bir kişi zorla, Döşenmiş gibidir her yanı korla! Üstünde beş yüz mumluk üç ampul yanar, Görenler onu bir cehennem sanar! Emriyle sorumsuz Paşa'nın, beyin, Delinir burada yüzlerce beyin! Ulaşmaz buradan dostlara yollar, Bağlıdır arkadan kıskıvrak kollar! Verilmez burada ne ekmek, ne su, Hâkimdir ruhlara ölüm korkusu! Dökerek durmadan ecel terleri, Kan kusar burada ülkü erleri! Yükselir göklere her akşam, sabah Gönüller dolusu feryat, figan, âh! Allah'la baş başa kalınır burda, Tehditle ifade alınır burda! Gördüm burda bizim Osman Yüksel'i, Bilmem nasıl o an olmadım deli? Yapmışlar kim bilir kaç masum gence, Allah'tan korkmadan burda işkence? Mehmet Âkif'e ithaf edilen Lânetnâme şiiri dönemin bir eleştirisi niteliğindedir. 3 Ağustos 1952'de Eskişehir'de yazılmıştır. “Lânet" redifi ile her beyitte değişen kafiyelerle dönemindeki çarpıklıkları dile getirir. “Yurtta avrat pazarı açan Yalman'a lânet!" mısraı ile Ahmet Emin Yalman'a olan tavrını sürdürür. “Aile bir zehirdir diyen Antel'e lânet” sözleriyle Sadrettin Celal Antel'i (1890-1954) hedef alır. “Heykelden medet uman ahmak zâire lânet!" sözü, devrinde şimşekleri üstüne çekecek bir ifadedir. “Bir devrin yüz karası Sağır Zalim’e lânet!” mısraı açıkça İsmet İnönü'yü hedef alır. “Üstad'ı zindanlarda çürütenlere lânet!" mısraı ile Bediüzzaman kastedilmiştir. Şehvet terennüm eden şi’re, gazele lânet, Hayasız neşriyata, ruhsuz güzele lânet! Berlin'den Moskova'ya kaçan Alman’a lânet, Yurtta avrat pazarı açan Yalman'a lânet! Türk adını taşıyan iffetsiz kıza lânet, Kucaklarda yaşayan sözde yıldıza lânet! Kalbi aşkla çarpmayan hissiz bülbüle lânet, Kendini Coni'lere öptüren güle lânet! Ar, namus mefhumunu öldürenlere lânet, Dünyayı hâlimize güldürenlere lânet! Vatanında durmadan zehir kusana lânet, Bu milli faciayı görüp susana länet! “Aile, bir zehirdir” diyen Antel’e lânet; Başbakan Menderes'e çekilen tel'e lânet! Âşık Fedai takma adıyla yazılan Sağırnâmesi İsmet İnönü'yü konu alır. Şiir başında, Lanetnâme'de geçen “Bir devrin yüz karası Sağır zâlim’e lânet” mısraına yer verilmiştir. “ihtilâl çığırıdır açtığın çığır / Uyuyoruz sanma, çoktan uyandık!” mısraları, İnönü'nün 1960 ihtilali'nde oynadığı rol göz önüne alındığında, âdeta bir kehanet-i şairane gibidir. “Çıkardın şimdi de kardeş kavgası” mısraı ihtilale giden yolun habercisidir. Kes artık sesini, ey mel’un Sağır! Dinleye dinleye bıktık, usandık! İhtilâl çığırıdır açtığın çığır, Uyuyoruz sanma, çoktan uyandık! Ne dinin bellidir, ne de kitabın, Varamaz kâbına Firavun, Şeddat! Lâzım değil bize artık hitabın, Yetişir bu yurtta oynattığın at! 3 Mayıs 1944 Olaylarında tutuklanan, işkence gören ve berat eden Cemal Oğuz, başına gelenlerden İnönü'yü sorumlu tutar; mazlum ve mağdur psikolojisi içinde, çok partili hayatin getirdiği özgürlük ortamında, öfkeyle, hınçla, rövanş alma duygusuyla ağır hakaretlerde bulunur: “Ne dinin bellidir, ne de kitabın / Varamaz kâbına Firavun, Şeddat!” “Şeytanlar görsün o nursuz yüzünü.” Onun için kullandığı Millî Musibet, Milli Münafık, Sağır Sultan, ismetsiz İsmet ifadeleri de oldukça ağırdır. O, Neron’dan zalim, Nemrut'tan beterdir. Türk Kırgını'na sebep olmuştur; bir numaralı Türklük düşmanıdır. Türkiye'ye sığınan Türkleri Ruslara teslim etmiş ve onların öldürülmelerine göz yummuştur. Oldukça uzun ömür sürecek olan İnönü'nün yaşlandığını düşünen şair ona şu öğüdü verir: Yaklaştı gebermen ey habis bunak! Sarıl bir parça da yıktığın dine! Şaire göre, İnönü, “Varlık Vergisi”ni çıkarmıştır. Atlara düşkünlüğü meşhurdur. Kambur Rıza lakabıyla anılan kardeşi Hasan Rıza Temelli'yi milyoner yapmıştır. Oniki Ada'yı Yunanlılara peşkeş çekmiştir. O yaman bir oy hırsızıdır. Bir alay dalkavuk, soysuz rezille Beyaz Tren sefası yapmıştır. Devrinde Özalp'ta 33 masum vatandaş kurşuna dizilmiş, Arslanköy, Senirkent gözyaşı dökmüştür. Kızıllar ve Masonlar onun dostudur. Uşak'ta treninin taşlanmasını kastederek şöyle der: “Dua et ki ucuz kurtuldu postun / Şakaya gelmez hiç Ege Bölgesi!” Serdengeçti, 3 Mayıs Olayları sırasında yaşadıklarını Kara Kitap adını verdiği bir kitapta anlatır. Cemal Oğuz şiirinde buna da değinir: “Yazdırdın Osman'a bir Kara Kitap / Oku da derdine biraz dert ekle!" Yeniden Doğuş ve Andımız: Âşık Fedâi imzasıyla yayımlanır. 3 Mayıs Olaylarından başlayarak Serdengeçtiler olarak yaptıkları mücadeleleri ve uğradıkları zulümleri anlatır. Bir zulmet devrinde meydana atılmışlardır. Gıdaları ıstırap, meskenleri zindanlar olmuştur. Ülküleri Allah, vatan ve millettir. Bu üç kavram, onların asla vazgeçemeyeceği “üç nazirsiz güzel”dir. Tek Parti döneminde bunları sevdikleri için suçlanmıştır. Bin bir cevre cefaya katlandıktan sonra DP zamanında özledikleri devre kavuşur gibi olsalar da, yine de kıymetleri bilinmez; başkaları muradına ererken onlar yine zindanları boylar. Talih, bu çağda da hiç yüzlerine gülmez. Bir “Dönme”nin yüzünden insafsızca ezilirler. Bir zulmet devrinde biz atılmıştık meydana. Çektiğimiz çileler sığmaz hiçbir destana! Istırap gıdamızdı, meskenimiz zindanlar, Yaralıdır kalbimiz, yaralıdır vicdanlar! Karışmadan yabancı bir tek ses türkümüze, Varımız, yoğumuzu harcadık ülkümüze. Ne yalan, ne gösteriş, ne zilletti ülkümüz; Sadece Allah, vatan ve milletti ülkümüz. 3 Mart 1937'de Eskişehir'de yazılan Sallan Yuvarlan başlıklı şiir Âşık Fedâi imzasıyla yayımlanır.“Maymun-meşrep ve şahsiyetsiz bir zamane yosması”na ithaf edilmiştir. O günlerde eğlence yerlerinde yaygınlaşan Rock'n Roll dansından hareketle Batı taklitçiliği ve beraberinde gelen toplumsal yozlaşmayı konu edinir. Kafanın yerini almış bacak, kol, Şaheser bir roldür oynadığın rol, Diyorlar Frenkler buna: Rock'n Roll. Haydi caz başlıyor, durma toparlan! “Ça ça ça!” diyerek sallan yuvarlan! Cumba'dan Rumba'ya geçtin nasılsa, Keyfince eşini seçtin nasılsa, Su yerine şarap içtin nasılsa, Kalmasın alâkan namuslan, arlan. Aldırma sultânım, sallan yuvarlan! Bir Dönme’ye başlıklı şiir de Âşık Fedâi imzalıdır. Şiirde isim belirtilmese de, o günlerde gündemde olan Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın kastedildiğini sanıyoruz. Şiirden Yalman'ın, milliyetçiler aleyhinde yazılar yazdığı, inkılâplar elden gidiyor diyerek yaygara kopardığı, Nazım Hikmet'i kahraman şair olarak övdüğü anlaşılmaktadır. Şair ona ağır hakaretlerde bulunur. “Küstah dönme” diye nitelediği Yalman'ın pis kanının icabını muhakkak göstermesini ister. “Nur düşmanı, karanlık ruhlu adam”, “Rabb'in kitabında tel’in ettiği Çıfıt”, “küfrü Nemrut'tan bol, insafı Neron’dan kit”, “melûn”, “sahte Kemalist”, “boyu kadar ruhu da bodur mahlûk”, “maskeli haydut”, “teres” gibi ifadeler oldukça ağırdır. “İşi yok bir alçağın Türk - İslâm diyarında” der. Onun Selânik doğumlu oluşunu ima ederek “suyun öte yüzü'ne gitmesini ister: Yetişir, ey vatansız kudurduğun, azdığın; Ebû Cehil misali kuyumuzu kazdığın! Muhtaç, değiliz senin nifak dolu sözüne, Haydi çek arabanı suyun öte yüzüne! Aşık Fedâi imzasıyla yayımlanan Kâğıt Destan, 21 Haziran 1957’de Eskişehir'de yazılmıştır. O yıllarda devletin tekelinde olan ve muhaliflerin bulmakta zorlandığı kâğıt sıkıntısını konu alır. Yiyecek, içecek, giyecek gibi o da karaborsaya düşmüştür. “Çıfıt sürüsüyle dolmuş her yanın” mısraı karaborsayı yapanlarla ilgili bir iddiayı dile getirir. Bu gibi muhtekirleri asmak gerektiğini söyler. “Bir Çifit’a olsun mezar kazayım” sözü kastını aşan bir ifade gibidir. Demek sen de düştün “karaborsa”ya: Giyecek, yiyecek, içecek gibi? Haber saldım İstanbul'a, Bursa'ya, Değilmiş bu buhran geçecek gibi! Piyasada ne adın var, ne sanın, Çıfıt sürüsüyle dolmuş her yanın, N'olur hâli sensiz acep vatanın? Düşünürken aklım uçacak gibi! Bir mucize oldu bastırmak kitap, Hak'tan gayrı kime edeyim hitap? “Muhtekir”i asmak değil mi sevap? Gönlüm birkaçını seçecek gibi! Bir Kalemşöre Âşık Fedâi imzasıyla yayımlanır. Falih Rifki Atay'ı hedef alır. Ağır hakaretler içerir. Şiirin başında Süleyman Nazif'e ait olduğu söylenen bir kıt'aya yer verir. Şiirin başında, gençliğini çadırda, hamamda geçirdiğine dair cinsel ithamlarda bulunur. “Her devrin uşağı, her Paşa'nın bendesi”, “Vâkıa bir yazardın tam yirmi bir yaşında / Hükmederdin devrâna mermer göbek taşında” sözleriyle bu iddiasını sürdürür. Bolşevik Rusya'da Türk kanı içtiğini söyler. “Moskof basınının tükenmez sermâyesi”, “satılmış kalemşör” diye seslenir. Ey gençliği hamamda, çadırda geçen herif! Ey Bolşevik Rusya'da Türk kanı içen herif! Duyulmaya başladı yine o iğrenç sesin, Yine Moskof kokuyor bir leş gibi nefesin! Alarak o mülevves kalemini eline, Dolamışsın yeniden “Türkçüler”i diline! Oynatmak istiyorsun boş bulup meydanı at, Gayen malûm gayedir, maksadın aynı maksat! Ey Moskof basınının tükenmez sermâyesi! "Türkçülük” değil midir “ırkçılar”ın gayesi? Bir hakikat olacak gebersen de bu ülkü, Kalbimizde hep o var, dilimizde o türkü. Ey her devrin uşağı, her “Paşa”nın bendesi! Çıkmayacak mı sandın “Fedâi”nin hiç sesi? Şiir, şu ağır ifadelerle son bulur: “Ey milliyet düşmanı, ey Allahsız yaratık Yetişir baykuş gibi uluduğun, sus artık!” Âşık Fedâi'nin Yılbaş2 şiiri, o yıllarda milliyetçi çevrelerin yılbaşı kutlamalarına karşı tavrını göstermesi bakımından önemlidir. “Bir devrimbazın ağzından” yazılmıştır. Şiir, “Hindiler kızarsın, muzlar soyulsun / 'Yeni yılın şerefine içelim!” mısralarıyla başlar. Servet sahipleri, ülkedeki açları dikkate almaksızın, yiyip içip eğlenmekte, poker oynamakta, roc'n roll, samba, rumba dansları oynamaktadırlar. “Ece”lerini dans ederken seçerler. Salondaki lambalar söner sönmez, hazırlanan odalara kaçarlar. Bu hayat “asrîlik”in gereğidir. Onlar, hür fikirli, devrimbazlardır; mürteci ve yobaz baş düşmanlarıdır. Hindiler kızarsın, muzlar soyulsun, Yeni yılın şerefine içelim! Kahkahamız her taraftan duyulsun, Zevk içinde kendimizden geçelim! Değiliz servetten, şöhretten mahrum, Ne diye olalım mükedder, mağmum? Her çamın üstüne dikerek bir mum, Sofradan sofraya konup göçelim! Âşık Fedai, Lânet6şiirini, “Bir Başöğretmen Hanımın, üniversitede okuyan öz kızıyla beraber, randevu evinde basılması münasebetiyle” yazdığını belirtir. Toplumdaki ahlâki yozlaşmanın bir örneği olan bu olaydan duyduğu üzüntüyü ve tepkiyi dile getirir. Bin bir dolap çevirerek gizlice, “Randevucu” oldun demek Hocanım? Fuhuş, kumar dersi verip her gece. Palazları yoldun demek Hocanım? Nasıl olur bir öğretmen orospu? Akmaktadır gözlerimden kanlı yaş! Hayret-efza, zillet üstü zillet bu, Çıkartmışsın Lüks Nermin'e çünkü taş!
·
4.528 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.