Gönderi

METE (hük. M. Ö. 209 - 174), Büyük Türk hakanı ve Türk milliyetinin kurucusu. Kunlar'ın ilk yabgusu olan Tuman Yabgu (M.Ö. 220 - 209)'nun oğludur. Bu büyük hakanın adının, Türkçe anlamının ne olduğu bilinmiyor. Çincede iki işaretle yazılan bu ad, sinologlar tarafından "Mete", "Mode", "Mado", "Modok", "Motun", "Maotun" şekillerinde okunuyor. Hangi okunuşun gerçeğe daha yakın olduğunu kestirmeye imkân yoktur. Bazı bilginler bunun Türkçesinin "batur" olacağını söylüyorlar. Bu, doğru olmasa gerektir. Çünkü "batur'un eski şekli "bagatur" olup, Gök Türk'ler çağında da bu unvanı alan kağanlar bulunmuş, fakat Çinliler bunu "mo-ho-to" şeklinde yazmışlardır. Memleketimizde bu kelime ilk defa "Mete" şeklinde yazılıp kabûl olunduğundan, pek çok Türk "Mete" adını almış bulunduğundan biz de METE şeklini kabul etmiş bulunuyoruz. Çin'in "Tsin" sülâlesi imparatorlarından Şi-huang-ti (M.Ö. 247-210) zamanında Çin Devleti çok kuvvetlendiğinden bugünkü Orta ve Batı Moğolistan'la Ordos'a hâkim olan Tuman Yabgu, daha kuzeye çekilerek Çin'in taarruzlarından korunmak istemiş, M. Ö. 214'te de Çinliler meşhur Çin Seddi'ni tamamlamışlardır... Bu sırada Doğu Moğolistan'da Tunguzlar (ki içinde Türk ve Moğol unsuru da pek boldu), Kunlar'ın güney - batısı olan Kansu'da Türk soyundan Yüeçiler, Çungarya ile İle ırmağı boyunda bir Türk devleti olan Usunlar, Orta Tiyanşan'da da yine bir Türk devleti olan Sakalar bulunuyordu. Bunların arasında, o sırada, en güçsüzü Kunlar'dı. Fakat M.Ö. 210'da Çin'de yine iç savaşlar başlayınca Kunlar Sarı Irmağ'a kadar olan yerleri yeniden işgal ettiler. Bununla beraber Yüeçiler daha kuvvetli olmakta devam ediyorlardı. Tuman Yabgu'nun başka bir zevcesinden olan diğer bir oğlu daha vardı. Bu zevce, veliaht olan Mete'yi bertaraf ederek kendi oğlunu veliaht yapmak için Tuman Yabgu'yu sıkıştırıyordu. Tuman bu baskıya karşı koyamayarak oğlu Mete'yi güneybatı komşuları olan Yüeçiler'e rehine olarak gönderdi. Kuvvetli Yüeçiler'in saldırısından böylece kurtulmuş oluyordu. Fakat ikinci zevce, Tuman Yabgu'yu bir defa daha kandırarak Yüeçilere'savaş açtırdı. Yüeçiler de ellerinde barış rehinesi olan Mete' yi öldürmek istediler. Mete durumu fark edince Yüeçiler'in atlarını çalarak kendi yurduna kadar gelmeyi başardı. Babası, oğlunun bu başarısına sevinerek veya sevinmiş görünerek onu 10 000 çadırlık bir halkın başına geçirdi. Mete ise babasından, üvey anasından ve kardeşinden öç almaktan başka bir şey düşünmedi. 10 000 atlıdan oluşan bir ordu kurdu. Atılırken ıslık sesi çıkaran bir ok icat ederek askerlerini bununla atıcılığa ve buyruklara kayıtsız şartsız itaate alıştırdı. Islık çalan oklarla önce kuşlara atış yapıldı. Mete nereye ok atarsa askerleri de oraya atmaya mecburdu. Aksi halde ölümle cezalandırıyordu. Bir gün ıslık çalan oku kendi atına attı. Bu, mühim bir olaydı. Çünkü, Milâttan iki üç bin yıl önce Türk'ler tarafından ehlileştirilip, yük ve binek hayvanı olarak kullanılan at, onların hem en büyük serveti, sevgilisi, aynı zamanda atalar ruhuna kurban edilen kutsal bir varlık hâline gelmiştir. Bu sebeple askerlerin bazısı kendi atlarına ok atmaya cesaret edemedi, Mete bunları ölümle cezalandırdı. Daha sonra, askerlerinin sadakat ve cesaretini son ve müthiş bir denemeden geçirmek için Mete okunu sevgilisine attı. Askerlerine de eşlerine ok atmaları buyruğunu verdi. Bir takımı dehşet içinde kalarak bunu yapmadı. Mete bunları da idâm ettirdi. Ondan sonra bu kadar sadık, disiplinli ve nişancı askerlerle babasına karşı harekete geçti. Yabgu öldürüldükten sonra, üveyanasını, kardeşini ve babasına sadık olanları da yok eden Mete, M.Ö. 209'da Kun tahtına oturdu ve "Tanrıkut" unvanını aldı ki bugünkü "majeste"nin karşılığıdır. Bu iç savaş, komşulara göre zaten güçsüz olan Kunlar'ı daha da zayıflatmıştı. Çok kuvvetli olan doğu komşuları Tunguzlar, Kun ülkesinde gayrımemnunların çoğalmasından faydalanmak istediler. Elçi yollayarak Tuman Yabgu zamanından kalan ve çok hızlı koşan bir atı istediler. Mete Yabgu, beğleriyle konuştu. Beğler, Kunlar'ın hazinesi olan bu atı vermemek düşüncesinde idiler. Mete, bunun savaşa yol açacağını, Kunlar'ın henüz toparlanmamış olduğunu düşünerek "bir millete komşu olarak yaşadıktan sonra onlardan bir atı kıskanmak nasıl olur" diyerek atı verdi. Tunguzlar cesaretlenerek yeni bir elçi gönderip Mete'nin zevcelerinden birini istediler. Beğler, bu hareketi vicdansızlıkla suçlayarak vermek istemediler. Mete "mademki komşuyuz onlardan bir kadını esirgemek nasıl olur" diye bir kadına olan sevgisinin, tebasını korkunç komşularla neticesi şüpheli bir savaşa sürükleyecek kadar olmadığını söyledi ve evdeşlerinden birini gönderdi. Bunun üzerine Tunguz kralı çok gururlandı. Kunlar'la Tunguzlar'ın sınırında, şimdiki Kalgan'ın güney-batısındaki kum çölüne rastlayan ve Kunlar'a ait olan boş araziyi istedi. Mete Yabgu, beğlerini toplayarak düşüncelerini sordu. Birkaçı bu çorak toprağı verip vermemenin bir olduğunu söylediler. Tanrıkut bunu söyleyenlere karşı büyük bir öfke gösterdi: "Toprak devletin temelidir. Nasıl olur da verilir" diyerek vermek fikrinde bulunanları idam ettirdi. At ve kadın kendisinin olduğu için verebilirdi. Fakat toprak şahsına âit değildi. Derhal hareket emrini vererek ordusunu yürüttü. Kunlar'ı hâlâ güçsüz sanarak böyle bir taarruzu beklemeyen ve hazırlıksız olan Tunguzlar'ın üzerine ansızın saldırdı. Onları gafil avlayarak krallarını öldürdü. Mallarını zapt etti. Tebaasının bir kısmını esir aldı. Kurtulanlar Pekin'in kuzeyinde, bugün Karçin denilen vilâyetteki dağlara kaçtılar. Orada ikiye ayrılarak "Siyenpi" ve "Uhuan" adlarını aldılar. Mete, doğu komşularını ortadan kaldırdıktan sonra, ordularını güney - batı komşuları olan ve Çin'in bugünkü Kansu eyâletinde oturan Yüeçiler'e yürüttü. Onları yendi. Fakat Yüeçiler çok güçlü olduğu için ortadan kaldırmadı. Sonra Ordos'ta bulunan dağınık Türk beğlerini de itaate aldı. Tsin hânedanının vaktiyle Kunlar'dan almış olduğu bütün yerleri kurtardı. Daha sonra kuzey ve kuzey-batıya yönelerek içlerinde Kırgızlar da bulunan birçok Türk ve Turanlı urukları devletine kattı. O zaman, Tuman Yabgu taraftarı olan Kunlar da Mete'nin gücünü ve başarısını görerek ona katıldılar (M. Ö. 201). Kun devleti çok güçlendi. Bu sırada Çin'in başına yeni geçmiş olan Han sülâlesi Çin'in birliğini yeniden sağlamış, imparator "Kao - ti'' kuzey sınırlarının korunması için "Sin" adında bir generalini görevlendirmiş, Sin de "Maye" şehrinde karargâhını kurmuştu. Türk birliğini kurmuş olup, Çin'le hesaplaşmaya bahane arayan Mete Yabgu, sınırı aşarak Maye'yi kuşattı. General Sin, Mete'ye karşı duramayacağını bildiği için Çin devletinden yardım istemişti. Fakat onun bu isteğine değer verilmedi. Hattâ Kunlar'la anlaşmış olacağından şüphe edilerek kendisine bir tevbihnâme gönderildi. Buna çok kızan Sin, tevbihnâmeyi getirenleri öldürerek Maye şehrini Kunlar'a teslim etti. Bu mühim yeri ele geçiren Kunlar daha güneye kadar ilerlediler. Kunlar'ın öncü birliklerine General Sin kumanda ediyordu. Bu durum karşısında gerçeği anlayan Çin imparatoru Kaoti, ordularının başına geçerek Kunlar'a doğru ilerledi. General Sin'in kumanda ettiği Kun öncülerini püskürttü (M.Ö. 200). Kış çok sert oldu. Fakat, imparator, askerlerinden birçoğunun parmaklarının donmasına rağmen, ilerlemekte devam etti. Mete Yabgu, ise Ta-tung-fu'da karargâh kurmuş ve Çinlileri aldatmak için tertibat almıştı. Şöyle ki: Karargâhta kötü atlarla zayıf efradı bırakarak asıl ordusunu gizlemişti. İmparatorun gönderdiği casuslar bu hileye aldandı. Bunun üzerine imparator, çoğu yaya olan 320 000 kişilik ordusundan ayrılarak, bir kısım kuvvetle ilerlemekte devam etti. Fakat bir yandan da ihtiyatı elden bırakmayarak bir generalini yine keşfe gönderdi. Bu general gerçek durumu öğrenip imparatora rapor edince bu sefer imparator kızdı. Ordunun mâneviyatını bozuyor bahanesiyle bu akıllı generalini zincire vurdurdu. İmparatorun asıl kuvvetten ayrılmasını fırsat bilen Mete, 30 000 seçme askeriyle imparatoru bastırıp dört yandan kuşattı. Atların rengi cihetlere göre değişikti: Kuzey kolunun atları kara (yağız), doğudakilerin boz, güneydekilerin kızıl, batıdakilerin ak (kır)'dı. Kuşatma yedi gün sürdü. İmparator asıl ordusundan ne yardım, ne de yiyecek alamadı. Bu tehlikeden kurtulmak için Yabgu'nun evdeşinin şefaatine başvurmaktan başka çare bulamadı. Gizlice memurlar göndererek kadını kandırmaya çalıştı. Kadın, Mete'ye Çin'i alsa bile orada yaşayamayacağını, bu işi iyi düşünmesini söyledi. Mete, kadının düşüncesini kabul etti. Fakat, asıl sebep, kendisine sığınmış olan Çinli General Sin'in buyruğundaki iki Çinli kumandanın, önceki karara rağmen kendisine katılmamış olmasıydı. Mete Yabgu, bunların tekrar Çin'e dönmüş olmasından şüphelendi. Bu şüphe doğru değildi ama Mete bu sırada hakikati bilmiyordu. Bu sebeple kuşatmayı gevşetti. Çin imparatoru Kao-ti de generallerinden biri ve en iyi askeriyle sisten faydalanıp kaçarak asıl ordusuna gelebildi. Zincire vurdurmuş olduğu generali hapisten çıkararak taltif etti. Mete'nin hilesine aldananları idam ettirdi. İmparator çekilirken Mete de çekildi. Fakat, barış yapılmamış olduğundan Kunlar derhal akınlara başladılar. Hattâ Çin'in kuzey valilerinden birisi vilâyeti Kunlar'a bırakarak Çin'e kaçmaya mecbur oldu. Daha önce Mete'nin savaş hilesini keşfetmiş olan Çin generali Mete gibi sert bir hükümdara karşı hile kullanmak gerektiğini, savaş yerine onu Çinli bir prensesle yenmek lâzım geldiğini söyledi. İmparator da Mete Yabgu ile savaşmanın ne demek olduğunu öğrenmiş bulunduğundan razı olup Mete'ye saray beğlerinden birinin kızını göndermek, her yıl belli miktarda ipek kumaş, pamuk, şarap, pirinç göndermek şartıyla M. Ö. 198'de barış yapıldı. Böylece Çin imparatorluğu haraca bağlanmış oldu. Bu barışla Sarı Irmağ'ın güneyindeki bir bölüm toprak da Kunlar'a geçmiş oluyordu. Çin'in o zamanki başşehri Siganfu şehri Kun sınırından 350 km kadar uzaklıkta kalıyordu ki, Kun orduları için üç günlük yoldu. Çinliler bunda tehlike gördüklerinden, Çin'in en cesur halkından bir milyon kişiyi Siganfu ile sınır arasındaki bölgeye yerleştirdiler. M. Ö. 195'te Çin'in Yan valisi 10 000 kişiyle Kunlar'a sığınınca Kun akınları yine başladı. Bu sırada Çin imparatoru ölmüş, Çin'i Mete'nin nefret ettiği imparatoriçe Tai-heu idâre etmeye başlamıştı. M. Ö. 192'de Mete Yabgu, bu imparatoriçeye çok ağır bir mektup yazdı. Bu mektupta imparatoriçeyi bataklıkta doğmuş, atlar ve öküzler arasında büyümüş öksüz ve köhne bir padişah olarak tavsif ediyor, kendisini de, memleketini de almak istediğini söylüyordu. Bu hakarete son derece kızan imparatoriçe, mektubu getiren elçileri öldürtmek ve Kunlar'a savaş açmak meselesini konuşmak üzere meclisi topladı. Bu mecliste, birkaç yıl önce Kaoti'nin nasıl kuşatıldığı, ne büyük tehlikeler geçirildiği, o zaman yaralananların daha yeni iyileştiği konuşuldu. Neticede savaşılamayacağına karar verilerek Mete'ye zelîlâne bir mektup yazıldı. Bu mektupta imparatoriçe, Tanrıkut Mete'nin mektubuyla dehşet içinde kaldığını yazıyor ve kendisine müsamaha gösterilmesini istiyordu. Mektupla birlikte iki tane padişah arabası ve sekiz at, hediye olarak Mete Yabgu'ya gönderildi. Mete bu mektuba da cevap vererek şimdiye kadar Çin'den nezaket görmediğini, kendi sertliğinin imparatoriçe tarafından mazur görüldüğü için memnun olduğunu ve teşekkür ettiğini bildirdi. Böylece M. Ö. 181'de Kunlar'la Çinliler arasında barış yapıldı. M. Ö. 189'da imparatoriçe öldü. Yerine geçen İmparator Hiao-ven-ti barışı yeniledi. M. Ö. 177'ye kadar Mete Yabgu, o zamana kadar Kun devletine katılmamış olan dağınık Türk boylarının birliklerini de devlete katarak Yayık, belki de İdil ırmağına kadar olan yerleri elegeçirdi. Böylece Türk birliği tarihte ilk defa olarak gerçekleşti. Mete, yalnız fütuhatçılıkla kalmadı. Devleti teşkilâtlandırdı. Ülke önce "sol" ve "sağ" olarak ikiye ayrıldı. Kunlar esas duruşu yüzleri güneye dönük olduğu halde düşündüklerinden, "sol" demek "doğu" demek oluyordu. Böylece "sağ" da "batı" idi. "Sol" (doğu) ve "sağ" (batı)'ın başında birer beğlerbeği vardı. Bunlar daima Yabgu âilesinden olur ve devletin veliahdi "sol" (doğu) beğlerbeğliği makamında bulunurdu. Ayrıca, bu iki beğlerbeğli altışara bölünerek idâre edilir, bu suretle devlet 12 idarî bölgeye ayrılmış olurdu. 12 parçanın her biri de kendi arasında ikiye ayrıldığından devlet 24 bölümlü ve beğler tarafından yönetilen bir şekil alıyordu. Bu 2 beğle ikinci, üçüncü derecede bulunan bütün beğler ki her birisinin idârî, askerî, adlî vazifeleri vardı, her yılın ilk ayında Yabgu'nun karargâhında tapınağa gelirlerdi. Orada törenle kurbanlar kesilirdi. Beşinci ayda da başka bir yerde yine toplanırlar; göğe, yere, ruhlara ve atalara kurbanlar keserlerdi. Güzün, yine başka bir yerde toplanıp devlet mülkü olan ormanları dolaşır, yoklar, insanlarla hayvanların sayısına bakarlardı. Mete'nin babasıyla mücadelesi, büyük fütuhatı, ülkesini sol ve sağ diye ikiye ayırıp bunları da 24 parçaya bölmesi ve kanunlar koymaşı Oğuz destanındaki Oğuz Han ile babası Kara Han arasındaki mücadeleye benzemekte, Oğuzlar'ın da 24 boya ayrılışı Kunlar'ın teşkilâtını akla getirmektedir. Bundan çıkan sonuç. şudur: Kunlar, Oğuzlar'ın doğrudan doğruya atalarıdır ve Mete, Oğuzlar'ın hâtırasında "Oğuz Han' olarak yaşamıştır. Mete'nin, orduyu 10, 100, 1 000, 10 000 kişilik bölümlere ayırarak bunların başına onbaşı, yüzbaşı, binbaşı ve tümenbaşılar getirmesi Türk ordu teşkilâtında ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar sürüp gelmiştir. Ordusuna aşıladığı kayıtsız şartsız itaat duygusu da, daha sonraki devirlerde Türk ordularının geleneği hâline gelmiş, Türk askerinin savaş gücü ve disiplin inancı Türk devlet ve milletinin yaşamasını sağlamıştır. Mete için yalnız birleşik Türk devletini değil, Türk milletini de yaratan adam demek yanlış olmaz. O katı disiplin olmasaydı, Türklerin yaşadığı uçsuz ve merhametsiz bozkırlardaki insanları büyük bir devlet hâline getirmek mümkün olmaz, uruklar ve boylar birbirlerini yok etmekle uğraşan yiğit, fakat şuursuz yığınlar olmaktan ileri gidemezdi. Mete, Türkler'e büyük devlet fikrini verdiği gibi toprağın kutlu olduğu düşüncesini de aşılamış, evdeşini verdiği halde çorak bir toprak parçasını, vatan parçasıdır diye vermemiştir. M. Ö. 174'te öldüğü zaman yerine oğlu "Ki-yo" geçti. "Kiok" şeklinde de okunan bu isim Türkçe "kök" (= gök, mavi) ve "kayı, kayıg" olabilir. Fakat bunun sadece bir ihtimal olduğu unutulmamalıdır. (24. cilt, s. 68-70)
·
510 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.