Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

GODISNOWHERE
#168877647 Ussal bilinciyle hayal gücünün gerçekliği arasında verdiği savaşın yorgunluğuyla bir güne daha başlamıştı, tıpkı diğer insanlar gibi… Haziran ayıydı ve yaşamaya katlanmak zorundaydı. Bir yandan teslim etmesi gereken bir belgeyi bulmak için bazanın altını karıştırırken, bir yandan da ağzında yanan sigaranın küllerinin yere düşmemesi için çaba sarf ediyordu. İki ayrı işi aynı anda yapmak ona göre değildi. En nihayetinde sigaranın külleri zeminle buluştu. Birkaç saniyeliğine kafasını kaldırıp tüm evrak işlemlerine öylesine okkalı bir küfür savurdu ki üst komşusunun onu duyabileceğini bile düşündü. Sigarasını söndürdükten sonra kâğıt havuzuna tekrar dalış yaptı. Sararmış eski fotoğraflar, önceki yıllara ait okul karneleri, anne ve babasının asla bir daha işlerine yaramayacak olan envaiçeşit belgeleri ve üzerine bölük pörçük şiirler yazılmış müsveddeler arasında adeta yüzüyordu. Yılgın bir bıkkınlıkla eline gelen kâğıtları sağa sola fırlatırken lisede yıllarca kullandığı ama asla bitiremediği mavi kapaklı defterine gözü ilişti. Hemen eline aldı ve sayfaları büyük bir özenle çevirmeye başladı. Elinde tuttuğu şey dört yıl boyunca kullandığı bir defter değil de dört yıllık hayatının bir film şeridiydi sanki. Dersin son otuz beş dakikasını hızlıca geçirebilmek adına çizilmiş anlamsız karikatürler, okumaktan zevk aldığı şiirin birkaç dörtlüğü, sıra arkadaşını güldürmek için yazdığı birkaç şaka, o sırada kulaklığında çalan şarkının nakarat kısmı, arada bir ders notları… Elinde buruşmuş sayfalarını çevirdiği şey sadece bir defter değildi gerçekten, o yıllarda yaşadığı hezeyanların dışavurumuydu. Bir iç dökümüydü, onunla konuşan ve zihninde tüm hatıralarını canlandıran bir aynaydı. Nasıl adlandıracağını bilemedi. Tüm bu özlemli anıların içinde en çok dikkatini çeken şey ise bir karalama olmuştu. O kadar bastırarak yazılmıştı ki üzerinden elli defa hınçla geçildiği açıkça belliydi. Severek dinlediği bir şarkının içinde geçen söz... Zamanında onu cevabını bulamayacağı şeyleri düşünmeye, içinden çıkamayacağı sorgulamalara itecek olan ilk şey buydu. İronik bir şekilde başlangıçta söz vardı. O söz ise şuydu: GODISNOWHERE. Öyle ikircikli bir cümlecikti ki bu, hem ‘’God is now here’’ (Tanrı şu anda burada), hem de ‘’God is nowhere’’ (Tanrı hiçbir yerde) anlamlarına geliyordu. Tamamen harfleri birleştiren ve onlara anlam yükleyen kişiye göre maske takınıyordu bu cümlecik. Bilincinin karanlığında bir kıvılcım çıkarmıştı bu söz, ta yıllar öncesinden. Anlatılamazlığın yükünü omuzlarında ilk defa hissettiği zamanlardı. Şimdiyse ayağının altındaki zeminin şiddetli bir şekilde kaydığını hissediyordu. Gözlerini bir anlık tavana dikti, lambayı kontrol etti. Hareket etmiyordu, öyleyse deprem olamazdı bu. Elektriksel bir heyecanlanma mıydı? Yoksa kendi içine yaptığı yolculuğun sonunda bilince varmanın insanda yarattığı bir teyakkuz muydu? Nasıl hissedeceğini bilemedi. Düşünce yapısına göre, bir sınav uğruna dünyaya fırlatılmış olmak manasızlığın daniskasıydı. Tanrı isterse tam şu anda orada olsun veyahut istemezse de hiç var olmasın; ona göre değişen bir şey yoktu. İnsanlığın en büyük öğretisi; iyi insan olmaktı. İyi bir insan, mantığıyla hareket ettiği sürece kendini idare edecek yüce bir varlığa ihtiyaç duymazdı. Ama hatırlıyordu, o da istemişti bir zamanlar inanmak. Sonra televizyonda ve gazetede maruz kaldığı haberleri ve milletin inancını kendileri adına amaçlarına ulaşmak için bir basamak olarak kullanan siyasileri hatırladı. Onlar en çok inananlardı ve neredeyse iyilikle işleri hiç yoktu. Bu ona göre değildi, o iyi bir insan olmayı seçmişti. Bu ikircikli dünyanın gölgesinde yalnız başına oturup sigara içmeyi ve iyi bir insan olmayı tercih etmişti. ‘’Kolay olanı seçmek insanoğlunun fıtratındaki en bariz özelliklerden biri değil mi zaten?’’ diye mırıldandı kendi kendine. O zor olanı seçmişti. Bir kere gelmişti dünyaya artık, yaşamak zorundaydı. Hem de iyi bir insan olarak. Tek temennisi buydu. Şarkıdaki atmosfer hayatına işlemişti artık. Gökyüzüne bakıp ağlamalı mıydı? Yoksa önüne dönüp dümdüz yürümeli miydi? Ne yapacağını bilemedi. Kendine geldiğinde yere uzanmış bir şekilde tavana bakıyordu. Yavaşça doğruldu, üzerini düzeltti, mavi kapaklı defterini kenara bıraktı ve aynaya birkaç saniye anlamsızca baktıktan sonra bir sigara yaktı. Ussal bilinciyle hayal gücünün gerçekliği arasında verdiği savaşın yorgunluğuyla bir güne daha başlamıştı, tıpkı diğer insanlar gibi… Öyküyü doğuran şarkı: Fleetwood Mac - These Strange Times (1995): youtu.be/PN4aOAXR1e0
··
3.519 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.