Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

216 syf.
·
Puan vermedi
“Otlakçı”, Memduh Şevket Esendal’dan okuduğum ilk kitaptı. Kitabın genel itibariyle, aslında benim açımdan inceleme yazmayı yahut üzerinde konuşulmayı gerektirecek bir yönü yoktu. İçinde güzel öykülerin yer aldığı, kendini okutturan, iyi bir öykü kitabı denebilirdi. Ancak çok önemsediğim bir öykü var ki, üzerinde saatlerce konuşulmaya değer ve sırf bu öyküsüyle bile Esendal’ı benim için iyi yazarlar sınıfına sokmaya yeter. Öyküler ve romanlar toplumun içinde çıplak gözle görebileceğimiz ya da gördüğümüz; bir döneme, bir dönemdeki bir toplumun yapısına, insan tiplerine, ilişkilerine tanıklık edebileceğimiz yaşamsallıklar içerir. Bütün özenti toplumlarda ve genelde bizde olduğu gibi seçkinlerin yaşamına ışık tutan bir modernleşme aygıtı, bir propaganda aracı, bir üst anlatı değil, gündelik hayatın farklı yaşamsallıklarını sergileyen ve temelde modernliğin birçok bakımdan tektipleştirici mekanizmasını sorunsallaştıran gerçekçi türlerdir. Bu yüzden düşünce, Avrupa’da bazı noktalarda edebiyat üzerinden takip edilir. Özellikle modernlik sonrası birçok düşünür, kitaplarında edebi eserlere bolca telmihte bulunur. Örneğin Berman “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” kitabında modernleşmeyi anlatırken Goethe’nin Faust’unu referans gösterir. Faust düşünce tarihinde neden önemlidir, çünkü tamamıyla bu sürecin ethosunu anlatır. Örneğin, Gasset’in “”Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üzerine Düşünceler” kitabı Batı’da romanın yoğunlaşmasını anlatırken klasik romanlarla Proust arasına şerh koyar. Bu bariz bir değişikliktir ve Proust ve diğerleri böyle istedikleri ve farklı yazdıkları için postmodern roman diye bir şey ortaya çıkmamıştır. Buradaki farklılaşma ve değişim tamamıyla Batı toplumsal ve düşünsel hayatındaki değişimle ilgilidir. Kitap, bu izleği görünür kılar biraz da. Denebilir ki, Batı’da roman Freudyen manada uygarlığın bilinçaltını ifşa eder. Örnekler çoğaltılabilir. Çok eski bir hikayedir bu ilişki aslında. Homeros ve Hesiodos’a kadar götürülebilir. Bizde edebiyat fakülteleri dışında, edebiyat pek düşünce konusu edilmez. Edebiyat fakültelerinin de meseleye nasıl yaklaştıkları aşağı yukarı belli zaten. Bu Türkiye’de kısmen anlaşılabilir bir şey. Cumhuriyet öncesi ve sonrasında her şeyin saray tarafından belirlendiği bir ortamda sarayın kabul ettiği sınırlar dışında bir ethostan bahsedebilmek başlı başına bir sorun zaten. Dolayısıyla gerçeklik her zaman dolayımlanmış bir gerçeklik olmaya gebe gibi. Bir düşünce hayatı yok ki, onu takip etmek için edebiyattan yararlanabilelim. Seçkinlerin karşısına konulabilecek yüksek ve farklı bir ethos yok ki arkasında durulabilsin. Dolayısıyla çatışmanın kurulabileceği zemin ancak bu köylüleri nasıl eğitebiliriz gibi romanın ruhuna tamamen aykırı yerlerde bulunabiliyor. Seçkin olmayan karakterler, bu karakterlerin gündelik hayatı bile seçkinler-seçkinlik tarafından dejenere edilmiş bir boyutta seyrediyor. Dolayısıyla görüp görebileceğimiz bütün hikaye seçkinlerle, henüz seçkin olamamışların, Batılılarla henüz Batılı olamamışların, yukardakilerle-dejenere olarak yerlerinden edilmişlerin hikayesidir. Olayı belli bir ethos üzerinden takip edebilen, yani halkın gerçekliğine, varsa ürettiği yüksek düzeye vurgu yapan romanlara, özenti değil Türk hikayesi veya romanı diyebiliriz. Kemal Tahir bu yüzden önemlidir. Memduh Şevket Esendal’ın sözünü ettiğim “Bir Kadının Mektubu” öyküsü de… Bu öyküyü okuduğumda heyecanlanmıştım. Zwieg’ın “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” adlı kitabı heralde Türkiye’de en çok okunan kitaplar arasındadır. Bu öyküde ise bizler tarafından bilinmek istenmeyen bir kadın var tarihin tozlu raflarında. Bu öyküyü okurken, Dostoyevski’nin “Puşkin Konuşması” geldi aklıma. O konuşmada Puşkin’in “Yevgeni Onegin” kitabındaki kadın kahramanını öne çıkarıyordu Dostoyevski. Rus ruhunun üstün bir örneği olarak. Puşkin resmetmişti bu ruhu ve Dostoyevski de o konuşmada o ruha vurgu yaparak o güne taşıyordu. Esendal’ın “Bir Kadının Mektubu”nu değerli kılan bence bu toprakların ethosuna dair benzer bir şeyi sergiliyor oluşuydu. Bu topraklarda boy vermiş fakat zamanla görülemez olmuş üstün bir ruhu anlatıyordu. Karşısında da tıpkı Puşkin’in kadın kahramanının karşısındaki gibi dejenere olmuş bir adam vardı. Bu öykü Türk edebiyatında zirve öykülerden biridir bence. Tabi bizde Dostoyevski gibi adamlar pek olmadığı için bu tiplerin yerini ve değerini tespit edebilecek durumda değiliz pek.
Otlakçı
OtlakçıMemduh Şevket Esendal · Bilgi Yayınevi · 2016701 okunma
·
334 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.