Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

196 syf.
·
Puan vermedi
İçerisinde bulunan sekiz öyküden oluşan tek kitabıyla şahsi kanaatime göre Türk edebiyatında Oğuz Atay öykücülüğü olarak yeni bir öykü tarzı oluşturdu. İletişimsizlik, yabancılaşma gibi konular daha önce birçok öykü kitabında işlenmiş olsa da Oğuz Atay bu temalara çok dürüst bir kendiyle hesaplaşma tavrı ekleyip teknik olarak da ironiyi kullanmasıyla farklılığını belirginleştiriyor. Kitapta sırasıyla şu hikayeler yer alıyor; Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup, Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya. Bu hikayeleri biz de tek tek ele almaya çalışalım. Özetlemekten çok mesajını anlamak üzerine inceleme yapmayı daha uygun buluyorum. Kitabın ilk hikayesi olan Beyaz Mantolu Adam 1972 de Yeni Dergi'de yayınlanıyor. İlk yayınlandığında eserin adı Mantolu Adam olarak karşımıza çıkıyor. Kitaplaşma sürecinde ismine ekleme yapılarak son halini alıyor. Bana kalırsa Beyaz Mantolu Atay demekten dilimi alıkoyamıyorum. Yalnızlaşmış bir adamın suskusunu anlatırken bu adamdan ziyade toplumu baş role koyarak kalabalığa karşı yaptığı eleştiriyi görüyoruz. Belki de Oğuz Atay'ın eserlerinin okuyucuyu çok fazla etkilemesinin nedeni bu öyküdeki adam gibi görülme ve iz bırakma çabası. Çünkü her okuyucu, her insan iz bırakmayı ve fark edilmeyi derinlerde bir yerlerde bile olsa arzular. Atay'ın ayrılık temasını bu öyküde de rahat bir şekilde görüyoruz. Toplumu, kalabalığı siyah olarak aktarırken yazın ortasında beyaz bir kadın mantosu alan adam diğerlerinden ayrılmayı açık bir şekilde temsil ediyor. Konuşanlara karşı seçilmiş susma tepkisinin doğurduğu iletişimsizlik yine bizi ayrılık temasına götürüyor. Anlaşılamamanın hatta öykünün sonlarında kendine yakın olan biri tarafından bile anlaşılamaması belki de çoğu eserinde olduğu gibi bu öyküsünde de tutunamayışı gösteriyor. Ve son olarak üzerindeki giysilerin ağırlığını yani hayatın, toplumun baskısını vurgulayıp yaşama çabası göstermeyerek ölümü kucaklaması belki de kitaptaki öyküler arasında umutsuzluğu en keskin anlatanıdır. Unutulan hikayesine geçtiğimizde tavan arası üzerinden kişinin kendi belleğine sıkışması ve sonunda yüzleşmesi anlatılıyor. Hayatın akışına kapılıp gittiğimizde gerçek değerlerimizi ihmal edişimizi ve bu ihmalin farkında olmayışımızı yada fark etmemek için geliştirdiğimiz mekanizmayı bizlere anlatırken modern hayatın getirdiği sevgisizlikten yola çıkmış. Sevginin değerini zihnimizin gerilerine (tavan arasına) atarak sevgiyi önceliksiz hale getirdiğimizi ve bunun sonucunun bize verdiği yalnızlaşmayı hatırlatıyor. Korkuyu Beklerken kitaba adını veren ve aynı zamanda hacim olarak kitapta geçen en büyük öykü. Bence en kapsamlı ve en karanlık öyküsü. Başlığı bile bitmeyişi hâlâ var olan bir bekleme sürecini temsil ediyor. Aldığı tehdit mektuplarıyla toplum baskısını ve çevrenin kişiden beklediği rolü sembolize ederken mektuplar karşısında evden çıkamama ve korku haliyle bu baskının altında ezilmişliği bizlere anlatır. Topluma uyum sağlayamamanın sonucu yaşanan yalnız kalınmışlıkla savaşmak için korkuya bile tutunma uğraşı bu öykünün en kuvvetli yönlerinden. Dilini bilmediği bir mektubun peşinden koşuşturması ise amaçsızlığın, eli boş olma halinin insanların zihninde kapladığı yeri ve bilinmeyene olan ilgiyi, arayışı vurguluyor. Öykünün devamında tehdit edenlerin isteklerini yerine getirmeyi kabul ederek yaşama hali, bunu yaparken yaptıklarını komik bulması ve korkudan bir türlü kurtulamayıp onlardan nefret etmeye başlaması da toplumla barışmaya çalışmak için kendinden ödün vermesinin komikliği ve faydasızlığını işaret ediyor. Daha sonra onunda başkalarına tehdit mektupları yazması ama onların bu mektupları önemsememesi yada kendisi gibi tepki vermemesi yalnızlığının ve korkularının temelinin kendisinden kaynaklı oluşunu fark ettiği izlenimini bana veriyor. Kendisini polise şikayet etmesi de yine bu farkındalığından dolayı kendisine ceza kesme biçimi olarak görüyorum. Bu ceza ise kendiyle ve toplumla yüzleşip barışmak. Öyküdeki karakterimiz bunu başardığında uyumsuzluğu yani öyküdeki aktarımıyla korkuyu yenip huzura kavuşuyor. Bir Mektup bir şizofrenin muhatabına gönderilmeyecek mektuplar yazmasını konu alan öyküsüdür. Yazılan mektuplarda mektubu yazan, üst bilinci ve bir köpek baş rollerdedir. Üst bilincin olgun ve aklı başında olduğunu fakat toplumun onu öğütmesi sonucu yok olup değersizleşip kendisinin yani sıradan, ne yaptığını bilmeyen, yalnızlıkla boğuşan bir karakterin meydana gelme sürecini mektuplarda üstü kapalı olarak aktardığı mesaj olarak görüyorum. Ayrıca mektuplar da köpekle anlattığı şeyin yine korku olduğu aşikar. Yani bu öykü ile bozulmuş toplum karşısında yalnızlaşmanın verdiği içe dönüşü ve hasarlarını görmemiz mümkün. Ne Evet Ne Hayır bir gazete köşesine gelen yazılara gazetecinin verdiği alaycı cevaplar üzerinden ilerleyen bir hikayedir. Sevdiği kız tarafından tam bir cevap alamayan bir gencin gazeteciye durumu anlatması ve aldığı cevapları içeren bu hikayenin temelinde o dönemde popülerleşen arabesk furyasına gösterdiği tepkiyi kullandığını düşünüyorum. İnsanların arabesk müziğin etkisine kapılıp gereksiz duygu yoğunluğu yaşamasının, kültürel arabeskleşmenin oluşturduğu çelişkileri ve abartılı bunalımları komik bir üslupla anlatarak öykünün adında olduğu gibi tam bir cevap bulamayıp arada kalmışlığın insanı düşürdüğü komik durumu gösteriyor. Yalnızlıkla mücadelenin verdiği umarsızca aşk arama dürtüsünün yine yalnızlaşmaya götürmesini ve bu döngüde yerini bulamamanın hayatımıza mal olacak kadar bizi körleştirmesine dikkat çekiyor. Tahta At öyküsüne baktığımızda en çok öne çıkan nokta Tuğrul Tuzcuoğlu karakterinin toplumla belirgin bir çatışma içine girmesi. Kitabın yazıldığı dönemde Amerika filosunu ülkeden göndermek istemiyle meşhurlaşan "6. filo evine dön" sloganını tahta at evine dön şeklinde uyarlayarak tahta atı batı medeniyetini temsil eden bir unsur olarak kullanmasını gözden kaçırmamak gerekir. Toplumun içine girmiş olan tahta atı beton döküp kalıcı hale getirmek, güzelleştirmek için uğraşan çoğunluk üzerinden batının olumsuz etkisinin kültürümüzü yok edeceğini ve buna karşı azınlık olarak verilen savaşı anlatmak istiyor. Toplumun basit çıkarlar uğruna aynı yönde hareket edip yanılgıya düşmesi ve bireyin bu yanılgıya karşı tek başına savaş açmasıyla çoğunluğu karşısına alıp yalnızlaşmasını bizlere sunuyor. Babama Mektup, Kafka esinlenmesi olduğu yönünde ciddi eleştiriler alsa da aralarında benzerlik olması veya öykünülmesi metnin değerini düşürmüyor. Ayrıca Atay'ın mektubu yasını tamamlamış bir adamın yazdıkları olmasıyla Kafka'yla ayrışım gösteriyor. Bu da nispeten daha pozitif bir mektup haline getiriyor. Babayla yüzleşme üzerinden kendisiyle yüzleşmesi ve bir seviyede uzlaşma sağlaması okurken yazarı tanımamız için bize açılan önemli bir yol. Süreçte babasını anlayabilecek hale geldiğini ve ona benzediğini görmesi, bastırdığı duygularını ifade edebilmesi, kuşak çatışmasından doğan kopukluğu idrak edebilmesi mektubun önemli kısımları olarak göze çarpıyor. Demiryolu Hikayecileri öyküsüne geldiğimizde ilk öyküde bir tren yolculuğu olması ve son öykünün de demiryolunda geçmesi yine baştan sona düşünülerek kurgulanmış bir iletişim, ulaşım kaygısını sembolize ediyor. Demiryolunu kullananlara hikaye satma çabasını gördüğümüz bu öyküde hikaye anlatıcıları bir köşede durup hayattan edindikleri hikayeleri demiryolunu kullananalara tekrar döndürmeye çalışıyorlar. Demiryolu burada hayatın akışını, gitgellerini gösteriyor. Demiryolunun gittikçe yok olması hayatın başka düzleme gitmesini ve hikaye anlatıcılığının hedefsiz kalmasını yani bir yok oluşu temsil ediyor. Yine de sonunda öykü "Ben buradayım okurum sen neredesin?" diyerek tamamen bir var oluş vurgusuyla bitiyor. Belki de Atay'ım bu arayışı, anlaşılma isteği okuyucuların Oğuz Atay'ı bir diğer okurdan daha çok anladığını düşünmesine ve sahiplenme yarışı içine girmesini sağlıyor. Bu öykü de yenilenmeyen, değişimi kabullenemeyen insanların yalnızlığı ve çaresizliği temel olarak anlatılıyor. İletişimsizlik, yabancılaşma, yüzleşme, yalnızlık hali, umutsuzluk, uyumsuzluk hali, çaresizlik ve değişiklikleri kaçırma temalarının ortak temalar olduğunu söyleyebilirim. Oğuz Atay'ın ironiyi acıyı aktarılabilir hale getirmek için araçtan ziyade zemin olarak kullanması belki de onun anlatımının en çekici yanlarından. Hikayelerin üçünde mektup biçimini kullanması bana göre iletişim problemi yaşayan insanların iletişim kurma çabasından kaynaklanıyor. Yüzyüze aktarılamayanların yazıyla aktarımını yani iletişimi, ulaşma isteğini her türlü umutsuzluğa rağmen arka planda gösteriyor. Aslında son öykünün diğer adının Bir Rüya olması bile belki umutsuzluk perdesi arkasına bile umudu koymak istediğini gösteriyor. Oğuz Atay gibi ince düşünceli bir kalemin bu öykülerin sıralamasını da bir kompozisyon oluşturma kaygısı olmadan yaptığını düşünmüyorum. Belki de kendi hayatında yalnızlıktan kurtulmak veya anlaşılmak için denediği metotları öykülerinde sırasıyla bizlere aktarmıştır. *Susma ve etrafı umursamama *Kendi zihninle yüzleşme ve hatırlama *Korkuyla da olsa yaşama *Sıradanlaşıp içe dönme *Aşkla korkuyu yenmek *Değerlere tutunmak *Sevdikleriyle ve kendiyle hesaplaşma *Değişim Bu yöntemleri deneyerek yalnızlıktan kurtulmaya çalışmasını bizlere göstermiş. Korkuyu beklerken öyküsünde bunu başardığını aktarsa da hemen arkasından gelen öykü bu başarının insanı sıradanlaştırıp delirteceğini gösteriyor. Klişeye düşmek istemem ama hiçbir yöntemde tutunamayıp çareyi yazmakta bulan, okunur olarak yalnızlıktan kurtulmayı hedefleyen bir yazarın hayatını oluşturan öyküleri görüyoruz bu kitapta.
Korkuyu Beklerken
Korkuyu BeklerkenOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202226,3bin okunma
··
2.606 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.