Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

504 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Yeşim Banak’ın kaleminden harika bir roman; Kartaca... “Ama size söz veriyorum: Birlikte dünyayı fethedeceğiz! Başlasın kutlamalar!” Bu sözler Kartacalı Komutan Hannibal’in zafer konuşmasından; İspanya’dan Roma’ya ilerlemek, savaşı başlatmak için senatonun onayını almıştı çünkü. Tarihten bir kapı açılıyor önümüze, o kapıdan giriyoruz romana, bir kıyıdan izliyoruz gelişmeleri… Hannibal, Maia, Aybars… Akdeniz’in uçsuz bucaksız sularının kıyısında, sokakları deniz, denizi şarap kokan Kartaca’da doğup büyümüş üç çocukluk arkadaşı… Felsefe, edebiyat, aritmetik, geometri; Yunanca, Latince, Farsça eğitimi almışlardı; Yüce Arşimet’in öğrencileriydiler onlar. Fakat Hannibal, bunların yanı sıra savaşçı olarak yetiştirilmişti. Hannibal savaşırken matematik dehası Maia ve sanatçı olmayı seçmiş Aybars çocukluklarından gelen bağlılıkla hep Hannibal’in yanında olacaklardı… Maia, gemi yapımı tekniklerinde ve şehrin yapılandırılmasında ilerledi. Kendi isteğiyle savaş tekniklerinde uzmanlaştı. Birkaç kez Kartaca yakınlarındaki kolonilerde çıkan isyanları bastırmak üzere orduda komutanlık yaptıysa da daha çok geri planda bir savaş stratejistiydi. Maia, roman boyunca kararlı karakteriyle konuların odağında bir genç kadın; annesini erken yaşta yitirmesi, babasına duyduğu kırgınlıklar, saklamaya çabaladığı duygusal çöküntüleriyle… Herkesin mor sevdiği bir dünyada giysileri çoğunlukla lacivert ama ya kumaşının deseninde ya da omzuna attığı şalda bir parça mor mutlaka bulunuyordu. Kartacalıların atalarından miras mor renk; asaletin, zenginliğin, tanrıların rengiydi. Maia’nın tek aksesuarı ise zümrüt taşlı iğnesiydi; bazen ateş kırmızısı saçlarında firkete, bazen ceketinin yakasında broş. O iğneden neden vazgeçemediğini yazar romanın sonuna saklamış… Maia ile Kartaca sokaklarında dolaşıyoruz, Kartaca’yı ilk kez gören gözlerin şaşkınlığı, hayranlığıyla. Dillere destan Kartaca Limanı’nı tanıyoruz… Limanın ihtişamı, insan aklını hayrete düşüren bir zekânın ürünü. O tarihlerde gücün, saygınlığın, zenginliğin rengi Tyrian morunun üretildiği; on binlerce salyangozdan, iki gram kadar mor boya elde edilen salyangozhanelerden yayılan keskin kokuyu burnumuzda duyumsuyoruz; öyle ki bu boyanın bir gramı on gram altından daha değerli ve onunla boyanan bir ipek 180 yıl sonra bile hâlâ parlak kalabiliyordu. Kartagena’dan yani İspanyol Yarımadası’ndan gelen ulaklarla Hannibal ve Maia mektuplaşıyor, olan biteni ayrıntılarıyla birbirlerine aktarıyorlardı. Aralarında sadece ikisinin bildiği bir yazı dili oluşturmuşlardı; her harf bambaşka üç harf ile yazılıyordu. Kartaca, Afrika’nın kuzeybatı kıyısına hâkim bir konumdaydı. Muazzam zenginlikleri, güçlü bir donanmaları vardı. Tüm Akdeniz’in sahibiydiler. En büyük savaşlar en zengin zamanlarda yapılırdı; hâkimiyetlerinin devamlılığı için yürümek gerekirdi… Maia böyle düşünüyordu. Bir süredir Hannibal’in yanında olan ve Kartaca’yı ziyarete gelen Aybars’la bunları konuşmuşlardı. Aybars, Hannibal’in Roma’ya karşı savaşının bir kıyıma dönüşeceği endişesinden söz ederken, karşıt düşüncelerini savunan Maia’ya şunları söylüyordu: “Ah Maia. Bu güzel kafanın içinde neden aşk yok, sanat yok da savaş var hiç anlamıyorum. Tanrılar kan mı istiyorlar? Onlar aşk ister aşk!” Aybars, bu ciddi tartışmada aşktan ve sanattan dem vururken Maia biriyle gülmeyeli uzun zaman olduğunu geçiriyordu içinden, belki biraz da kendine acıyordu…Özlemiş miydi Aybars’ı? Yalnızca anıları özlüyordu belki de. Böyle insani zaaflar Maia’ya göre değildi… “Bilmiyordu ki kimseyi özlememek kimsesizliktir aslında.” Sonraki zamanlarda Maia, Hannibal’in isteğiyle Hippoi adlı gemiyle Roma’ya hareket etti. Hippoi’nin kaptanı genç bir kadın olan Tara’ydı; ayrıca Maia’ya sadık eski bir köle, Hannibal ile Maia arasında gidip gelecek ulaktı o. Önce çocukluğunun güzel anılarını saklayan Siraküza’ya uğradılar; Sicilya adasının eşsiz parçasına. Maia, geçmişte eğitim aldıkları bu yerde öğretmenini ziyaret edecekti; Arşimet’i… Yazar, bizi Arşimet’in dünyasına taşıyor birden; o çağdaki dokunun bir parçası oluveriyoruz, tarihle ilgilenenler için soluksuz okunan sayfalar… Maia, Arşimet’e, Hannibal’in yanında Afrika’dan getirdiği onlarca fille Alpler’i aşıp İtalya’ya inmek için yola çıkacağını anlattı; ondan başarının sırrını istedi bir anlamda… Ardından beş yılını geçireceği Roma’ya yerleşti Maia, saygın bir çevre edindi; ticaret yapan soylu bir kadın olarak tanındı. Edindiği dostlar sayesinde Romalı komutanların güvenini kazandı. Tara ile Hannibal’e sürekli bilgi aktardı. Aralarında gönül bağı olan Galatyalı Kam Ana’yı da Kartaca’dan yanına getirtmişti… Bu arada sürekli kâbuslarla boğuşuyor, Kartaca’nın alev alev yandığını görüyordu. Atıyla Roma sokaklarında dolaşırken yolu bir köle pazarına düştü bir gün. Saçları, kirpikleri bembeyaz, zayıf, çelimsiz bir çocuğu bir kese altına satın aldı. Adına Vira diyecekleri bu çocuk, Maia için eksik yanlarını tamamlayan bir direnç noktası olacaktı. Bu Afrika kökenli, özel yetilere sahip çocukla annelik duygusunu da yaşayacaktı… Maia, türlü tehlikeye göğüs gerip Roma’daki görevini başarıyla tamamladı. Arşimet’in bilimsel taktiklerini Hannibal’e kesintisiz ulaştırmış, onu başarıyla buluşturmuştu; Hannibal ve ordusu 90 bin kişi ve fillerle Alp dağlarını geçmiş, Roma ordusuna ağır darbe vurmuşlardı. Artık bir adım gerekiyordu, direnecek gücü kalmayan Roma’yı teslim almaya… Vira’yı da yanına alan Maia, at sırtında uzun bir yolculukla Hannibal’in karargâhına ulaştı. İnsan ne yaparsa yapsın yazgıyı değiştiremiyordu. Maia da zaferin sarhoşluğunu yaşarken kimi gerçekleri ayrımsıyordu; Hannibal’in son darbeyi vurmamak için direnmesinden, onun savaşı bitirmek istemediğini anlayacaktı… Bu konuda kendisini eleştiren Maia’ya şöyle diyecekti Hannibal: “… Benim zalimliğim seninkinin yanında hiç kalır. Benim elimde kılıcım var fakat senin elindeki kalem kılıçtan daha keskin. Kılıç kullanan çok zalim tanıyorum ben. Oysa elindeki kalemle savaşlara yön veren zalim nadir bulunur.” Maia, savaşın acılarıyla, zaferin mutsuzluğa evrilmesiyle yüzleşiyor. Yanıp küle dönen şehirler, kütüphaneler, fillerin ayakları altında ölen insanlar, akan kan, bilgi ve donanımın olayları getirdiği nokta… “‘Ben ne zamana kadar böyle masumdum?’ diye düşündü genç kadın. Hatırlayamadı. İlk ne zaman kaybetmişti bu değerli hediyeyi? İlk kötülüğe ne zaman şahit olmuştu gözleri? Kulakları ilk nefreti kimden duymuştu? Hatırladı. Masumiyetini kaybettiği o anı hatırladı. Savaşta kılıç sallıyor, insan öldürüyordu. O halde, masumiyetin sonu, vicdanını ve merhametini bir kenara koymak, bir de bunun için övgüler almaktı…” İnanılmaz bir roman; tarihle, coğrafyayla, mistik ögelerle harmanlanmış bir kurgu. Hep yanı başında duran aşkı, yanlış bir hamleyle ellerinden kaçırmak. Bir kadının acılarını kestirip atamadığı noktada alev rengi saçlarını kesip atması… Muhteşem bir Kartaca hikâyesi. Yüreğinize sağlık Yeşim Banak… Kitaplar iyi ki var…
Kartaca
KartacaYeşim Banak · Edebiyatist Yayınları · 20225 okunma
·
591 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.