Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

508 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Bu romanın ana teması devrimin karanlık yüzüdür: şiddet, aşırı kutuplaşma, kurunun yanında yaşın da yanması, vb. Dickens açıkça bu şiddete karşı tavır almaktadır; fakat aynı zamanda bunun kaçınılmaz olduğunu da bilir. Kitabın son bölümünün girişinde bize aynı şartlar altında insanların tepkilerinin aynı olacağını vurgular. Romanın diğer bir temasına geçmeden önce şunu da belirtmek gerek: Dickens’ın romanlarında şehirler canlı ve mistiktir. Şehirde olan her şey, bir bulutun geçişi, bir binanın gölgelenişi, yere düşüp kırılan bir şarap fıçısının sokakları boyayışı, bunların hepsi doğal olaylar olmaktan çıkıp, şehirdeki insan yaşamıının bir aksi, yahut yaşanacakların bir işareti olarak belirir. Bu açıdan Londra Dickens için her zaman sisin ve çamurun kenti iken, Paris kırmızının, kanın şehridir. Şu bahsettiğim şarap fıçısı sahnesi, romanın Paris’te geçen ilk sahnesidir ve hem sembolik hem de sosyolojik açıdan okunabilir. Bu şarap fıçısı arabadan düşerek kırılır. Yoldaki taşların arası şarapla dolmaya başlar. Bunu gören St. Antoine ahalisi fıçının etrafına üşüşür. Dökülmeden önce kalanları toplayanlar, fıçının dibini tortusuyla beraber sıyıranlar, sokakta oluşan küçük gölcüklerden şarabı içmeye çalışanlar, hepsi birbirine girer. Bu sahne açlığı ve sefaleti olduğu kadar, çığrından çıkmış bir kalabalığın nasıl bir kaos halinde hareket ettiğini de gösterir. Bu hareket tarzı ilerleyen bölümlerde de gösterilecek, devrim sırasında yaşanan kaos, insanların bileği taşında bıçaklarını bileyişlerinde, dört günlük katliam sırasında sokaklardaki sahnelerde de aynı şekilde karşımıza çıkacaktır. Sahne aynı zamanda semboliktir, zira burada şarap, sokaklara dökülecek kanı simgelemektedir. *** İkinci bir tema doğrudan Hristiyanlık ile ilişkili olarak kefaret temasıdır. İlk bakışta Sydney Carton aşkı uğruna kendini feda eden adam gibi görünür. Kendi değersiz bulduğu yaşamına bir son vererek belki de hayatındaki en doğru adımı attığını düşünür. Fakat buradaki fedakârlığın Charles Darnay'in durumu ile yakından bağlantısı bulunuyor. Atalarının günahlarını tekrar etmek istemeyen Darnay ülkesini terketmiştir. Fakat Fransa'daki durumdan paçayı kurtaramaz. Orada oluşan nefret ortamı ince ayrımlara hiç bakmaksızın insanları cumhuriyet düşmanı ilan etmekte ve giyotine göndermektedir. Aslında o suçsuz olduğunu düşünse de, sadece sorunlardan kaçtığı ve onları tersine çevirmek için bir adım atmadığı için sorumlu olarak görülür. Burada Madam Defarge'ın Darnay'den alacağı kişisel intikam üzerinde çok durmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Onun giyotine gitmesinin esas sebebi insanların ezilmesinde pay sahibi olmasıdır. İnsanları değil, kendini kurtarmayı seçmiştir. Bu açıdan günahkârdır. İşte tam bu noktada Carton devreye girer. İsa'nın kefareti gibi Carton da Darnay'in günahı için bedel öder ve bunu da mutlulukla yapar. Hayatı boyunca anlamlı bir şey yapmamış bu adam tek bir kutsal eylemiyle kendi hayatına da bir anlam kattığı gibi, adeta bir aziz mertebesine yükselir. Son dakikalarda ondan hemen önce giyotine giden kıza verdiği destekle de bunu pekiştirir. *** Roman ciddi manada benzetmelerle ve sembollerle doludur. Madam Defarge'ın sürekli ördüğü örgüsü hem sabırla devrimin hazırlanışını hem de isim isim doldurduğu idam edilecekler listesini simgeler. Darnay'in ilk mahkeme sahnesinde salonu dolduran sinekler. Darnay'in idam istemiyle yargılanması boyunca bu leşçil sinekler oradadırlar ve doğrudan ölümün sembolüdürler. Gerçekten de doğal olarak leşçil olan sinekler adeta az sonra çıkacak idam kararını beklemektedirler. Beraat kararı çıkınca da açık pencereden uçarak dağılırlar. Dickens doğal olanla beşeri olanı gerçeküstü bir şekilde birleştirir. Edebiyatta bunun atmosferle, kara bulutlarla yahut parlak gün ışığı ile yapılmasına alışkınızdır ama burada kullanılan sinekler sahneye epey ürkütücü ve boğucu bir anlam vermektedir. Bu tür benzetmeler saymakla bitmez, daha önce bahsettiğimiz kan ve şarap, halkın sokaklardaki taşkın hareketlerinin fırtınalı bir denizin kıyıları dövmesine benzetilmesi, Manette'lerin evinin önünde seslerin fazlaca yankılanır çoğalması ile kalabalıkların Paris sokaklarını doldurmasıyla çıkardığı ayak sesleri, bu ve benzeri bir sürü benzetme okuma açısından büyük bir zevk sunmaktadır. *** Dickens'ın dili özellikle romanın ilk bölümlerinde sıklıkla şiirsel bir havaya bürünür. Bu şiirselliği de tekrarlar kullandığı bölümlerle sağlar. Örneğin St. Antoine mahallesini anlatırken kullandığı "Açlık…" ile başlayan cümleler. Ya da Lucie ile babasının ilk kez sarıldığı sahnede kullandığı "... ağlayın ağlayabildiğiniz kadar." ifadesiyle biten cümleler. Yahut Marki'nin gece yatıp uyuduğu saatlerde etrafta olanları betimlerken kullandığı "O kopkoyu üç saat boyunca…" ile başlayan cümleler. Tüm bu tekrarlı bölümler anlamı vurgulayan, zaman akışkanlığını sağlayan ve bu yolla okur üzerindeki etkiyi epey güçlendiren cümlelerdir. Ne yazık ki, Dickens romanın ikinci yarısında bu çok sevdiğim anlatım tarzından vazgeçmiş ve hiç kullanmamıştır.
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202259,1bin okunma
·
143 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.