Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Cumhuriyet Dönemi Türk Öykücülüğü’nün başat isimlerinden Mustafa Kutlu’nun son eseri Sevincini Bulmak, eylül ayı içinde raflardaki yerini aldı. Aslında kitabın ismi edebiyat dünyamıza hiç de yabancı değil. Prof. Dr. Ayhan Yücel’in manevi dünyası paramparça olmuş insanlığı aşkın aydınlığına davet ettiği eserin adı da Sevincini Bulmak’tır (2007, Dergah Yayınları). Tabiatla olan bağını, sevdasını terk etmiş, hatta ona adeta düşman olmuş, kendini hodbin yalnızlığının pençelerine teslim etmiş insan için mağaranın ucunda görülen ışık aşkın aydınlığından gelmektedir. Yücel’e göre işte bu düşünce bile tek başına sevincimizi bulmaya yetecektir. Eserde birçok figürün hikayesi yan yana sürüp gider. Pergelin sabit ayağı Suna’dır. Suna ve Suna’nın lisede tanıştığı arkadaşı Elif’in aile yapıları, şecereleri gözler önüne serilir. Bu zaman örgüsü belli bir düzen içinde gitmez, arada figürlerin çocukluk günlerine ve şahsiyetlerini inşa etmede ne gibi etmenlerin rol oynadığına dair bilgiler yer alır. Bu iki figürün en belirgin ortak yönü ikisinin de ailesinin büyük şehre göç etmesidir. Köyden kente göç sonrası değişen değer yargıları yüzünden Kutlu, kentlere ve kent ilişkilerine iyi gözle bak(a)mayan yazarlardandır. Bu yüzden hemen hemen bütün eserlerinde köy-kent çatışması vardır. Zira Kutlu’ya göre kırsal yerleşimler iyiliğin, doğruluğun ve saflığın simgesiyken kentler; kalabalığın, hengamenin, hırsın, düzenbazlığın ve kötülüğün sembolüdür. Sevincini Bulmak’ta da bu yabancılaşmanın getirdiği sancı fazlasıyla hissedilir: “Anadolu’dan kopup büyük şehirlere akan insan seli önüne geleni yıkıp geçerek memleketi allak bullak etmişti. Eski düzen, eski sokak, eski mahalle, bahçe, çeşme, kuyu, ağaç, mezarlık, mescit, tekke, kahvehane, çarşı, mektep, komşuluk, arkadaşlık, ehliyet, emniyet, güven, kanaat, feragat, feraset, nezaket, güzellik, incelik, insan ile insan, insan ile eşya, , insan ile tabiat arasındaki ahenk yavaş yavaş çöküyordu.” (s.49) Bu türden sayıp dökmeler yoluyla ‘şehrin insanı’nın maruz bırakıldığı manevi kuşatma gözler önüne serilmiştir. Eserde her figür geçmişini, hissiyatını, ailesini, manevi dünyasını kendi ağzından anlatır. Bu çok katmanlı anlatıcı şemasının en tepesinde hikayeyi adeta meddah havasında anlatan bir üst-anlatıcı vardır. Anlatıcı kurmaca yapının etkin bir figürü haline gelir. Yazar, hikayesini hem yazmakta hem de kurmacasının içinde kendine figüratif anlamda yer açmaktadır. Hikayenin anlatıcısı etkinliğinin boyutlarını kendi kurmacasında sınırlı tutmakla da kalmaz, okurla iletişim kuracak kadar genişletir: “...Aziz okuyucu, burada şunu söylemeliyim. Yazar kahramanlarına karşı adil olmalıdır. Düşeni kaldırmalı.” Yazarın bu tutumu, metnin yorumlanış aşamasında okurla birlikte, ona yardımcılık etme niyetinin yanı sıra okurun da bu kurmaca oyunun ayrılmaz bir parçası olduğu düşüncesinden kaynaklanır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metindeki belirleyiciliği dikkat çeker. Yeni Türk Edebiyatı alanında doçent olan Suna, Tanpınar’ın Günlükleri’ni okur ve yazarın özel hayatının derinliklerine dalınca hayal kırıklığına uğrar. Ardından Tanpınar’ın poetik yönden tahlillerine girişilir. Suna, yazarın eserlerindeki felsefi, düşünsel, psikolojik altyapıyı çözümlemeye çalışır. Bergson, rüya ve Freud gibi kavramlar çerçevesinde Tanpınar’ın estetik dünyası aydınlatılmaya çalışılır. Suna’nın evleneceği kişiyi bulması da “Tanpınar Sempozyumu” esnasında gerçekleşir. İleride hayatını birleştireceği uzman psikiyatr Ali Balkan’la bu sempozyumda tanışır. Suna’yı üniversiteden istifaya götürecek süreç de Tanpınar’la ilgili yazdığı makalenin akademik camiada acımasızca tepki görmesiyle başlar. Metnin alt mesajını, temelini çocukluğunda köyden kente gelen, kent hayatına alışmakta güçlük çeken bir ailede yetişen ve hayatının dönüm noktasında tekrar köye geri dönen Suna’nın düşünsel ve manevi sarsıntıları oluşturur. “Tanpınar Sempozyumu” esnasında tanıştığı Ali Balkan’la belli bir zaman sonra evlenen Suna, bu ele avuca sığmaz çapkını mistik ve dini bir imtihanın öznesi yapar. Bir yerden sonra imtihanı nefsine ağır gelen Balkan, eski sefih hayatına geri döner. Aynı günlerde akademik camiayla dik duruşu sebebiyle ters düşen Suna, çareyi üniversitenin odacısı Cemil Efendi’nin Taşoluk adlı köyüne gitmekte bulur. Toprağa, insana, hakiki olana özlemi bir nebze de olsa dinmiştir: “Doğal olandan uzaklaşan insan doğallığı kaybediyor, yapay insan oluyor. Bu uzun bir meseledir. Lezzet düşkünü, yemeye meraklı değilim. Ancak insan şu dağ başında bazı otlara, meyvelere rastlayınca yıllardır hasretini çektiği birine kavuşmuş gibi oluyor.” Kitabın sonu ise adeta bir tiyatro sahnesi mahiyetindedir. Yazar-okur-Suna arasındaki diyaloglar postmodern metinlerde dahi çok fazla görülmeyecek yeniliktedir. Bu üç figür hidayetin, hakikatin veçhelerinin yazılıp yazılamayacağı üzerine bir tartışma içerisindedir. Nihayetinde Suna Hoca okurdan ve yazardan dua ister. Son noktayı ise okur koyar, sahne böylelikle kapanır: “Okur: Dua müşterek, evet, çünkü dert müşterek.”
Sevincini Bulmak
Sevincini BulmakMustafa Kutlu · Dergah Yayınları · 20181,801 okunma
299 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.