Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Romanlarıyla tanıdığımız Hasan Ali Toptaş, Gecenin Gecesi adlı hikaye kitabıyla ses getirecek eserler vermekte kararlı olduğunu bize gösterdi. Edebiyat araştırmacıları tarafından postmodern tarzda eser verdiği söylenen Toptaş’ı belli bir akıma sıkıştırıp, orada dondurmak edebi metne bakış anlamında pek de doğru değil. Tabii ki eser vermeye başladığı devir itibariyle postmodern estetiğin bazı özelliklerini içinde barındıran metinleri vardır lakin onu bu anlayıştan ayıran en büyük özelliği mekan tasvirlerinde yakaladığı canlılıktır. Zikrettiğimiz eserinde de bu özelliğini sürdürmüş, postmodernlerin mekan tasvirini ciddiye almayan, edebiyatı bir oyundan ibaret gören anlayışlarından ayrı olarak mekanı ve onun çekmecelerinde saklı duran zamanı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. İlk hikaye olan Yatak’ta insan ruhunun derinliklerini soruşturan bir anlatıcıyla karşı karşıya geliriz. Hikayedeki isimsiz karakter, bütün verili gerçeklerden uzak, kendisine yepyeni bir dünya yaratmıştır. Bu yarattığı dünyaya geçişi, genelde, hikayenin felsefi ve sosyolojik çatısını oluşturan yer yatağında duyduğu ıslak tahta kokusuyla olur. Bu yatak, onun düşlerinin, özlemlerinin, ideallerinin yuvalandığı yerdir. Yani bu yuva, onun ontolojik olarak da kendini var ettiği bir mekan olmuştur adeta. Modern dünya, insanın tabiata, şehre, met’aya tahakküm etmesi üzerine kurulmuştur; postmodern düşüncede ise artık insanın Tanrı’sı olmaya yeltendiği bütün bu unsurlar insanı belirlemeye, şekillendirmeye başlamıştır. Hülasa köle, efendisinden rol çalmıştır. Bu hikayede de materyalizmin başından aşağı met’a boca ettiği insanın trajedisi şu şekilde anlatılır: “Beton, halıdan süzülüp yer yatağına, yer yatağından fışkırıp sırtıma yapışıyor bu yüzden ve gece boyunca beni kıtlıktan çıkmış bir sülük gibi horul horul emiyor. Böyle anlarda yaşıyorsa sadece dişlerim yaşıyor sanki; onlar da odanın alacakaranlığını öğütürcesine, irademin dışında bir yerde takırdayıp duruyorlar.” Burada maddenin soğuk ellerine esir düşmüş insanın hezeyanını görürüz, bu sahneler bize biraz da Necip Fazıl’ın şiirlerinde madde-mana çatışmasının sonucunda oluşan gerilimli atmosferi hatırlatır. Hikayenin sonlarına doğru karakter, sürreel bir yolculuğa çıkar. Hayallerinin kapısında onu çocuklar beklemektedir. Çocuk imgesi burada karakterin bilinçaltındaki geçmişe özlem düşüncesini temsil eder. Zihninde her şeyini var ederken bulunduğu mekan parçası olan yer yatağını da sırtına alır bu yolculukta. Şehirleri gezer, oradaki insanlara, yaşam biçimlerine yabancıdır, sürekli sorgulama halindedir. En sonunda bu sorgulama öyle bir raddeye ulaşır ki anlatıcı olarak bu metni neden kurguladığına dair şüphelerle biter hikaye, var olduğu yer yok olduğu yere dönüşür: “ Doğrusu, neden yazdığımı ben de bilmiyorum. Demek yorganı omuzlarıma doğru çekip, bu yatak beni öldürecek dedikten sonra yazının içinde uyuyakalmışım.” Nihat adlı hikaye ise ilk bakışta Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Erzurumlu Tahsin hikayesini andırır. Aslında bir “an”ı beklemenin hikayesidir. Kahramanın olduğu yerden Nihat adlı birisi geçecektir ama kimdir bu, ne yaşamıştır, niçin herkes onu konuşmaktadır ? Bütün hikaye bu sorunun cevabıdır aslında. Nihat, babası tarafından küçük yaşta terk edilmiş, annesiyle hayat denilen hengamede yapayalnız kalmıştır. Düşünülenin aksine bunun acısını yaşamaz. Babasızlık, Nihat için hayata karşı onu bileyen bir kaynaktır. Ta ki o güne kadar... Bir gün evlerinin bahçesinde otururken kaskatı kesilir, humma geçirmektedir sanki, gider ve evin camına vurur. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, mahallenin camlarına musallat olur, herkes ondan şikayetçidir. İmge olarak neden cam seçilmiş olabilir? İnsan camda önce kendi yüzünü görür sonra içeriyi, yani iç dünyasının hasır altı ettiği şeyleri. Hayatın bütün yükünü sırtlanan Nihat, bütün camları kırmaya kalkışır, benliği kabuğundan çıkmış, aklın çeperlerini aşmıştır. Fotoğraf’taki emekli öğretmen Himmet Nadir ise Taşçı Veli öldüğü için kendi mezar taşını yaptıran bir karakterdir. Üstelik o mezar taşında ölüm tarihi de yazmaktadır. Hayata ve hayatın getirdiklerine benliğini teslim etmiş kişilerin yüzüne bu durum tokat gibi çarpar. Bu nasıl olurdu, bir insan ölüm gerçeğinin soğukluğunu ensesinde mütemadiyen hissederek nasıl yaşardı? Ölümün avucunda yaşayan karakter, yalnız da değildi. Başkaları da ona gelip ölüm tarihlerini vererek mezar taşlarını yaptırıyordu: “Sadife Teyze öldü mü, dedim birdenbire. Yok dedi Himmet Nadir Yücesoy öfkeli bir sesle; sözde geçen hafta ölecekti, öyle kararlaştırmıştı. Kasabada bu şekilde, öleceği tarihi hesaplayıp mezar taşını hazırlatan yedi, sekiz kişi var.” Ölüm bir ürperti değil, yegane menzildi onlara göre. Tereddüt ettikleri nokta, bu gerçekle ne zaman karşılaşacaklarıydı. Yoksa bu ebedi seyahat için azıkları tam, bakraçları sağlamdı. Toptaş’ın romanlarıyla konu ve izlek itibariyle benzerlik gösteren hikaye Veysel’in Kanatları’dır. Gerilimli ve çıplak bir taşra gerçekliği gözler önüne serilir: “Köşedeki ampulde ışıldayan bir ağırlığı vardı bu karanlığın. Sessizliğe benzeyen, kendi sınırlarını aşıp gitmiş kuvvetli bir uğultusu vardı. Bu uğultunun içinde de boylu boyunca kasaba yatıyordu tabii, insanlar, havayı ısıtan geniş soluklarıyla hayvanlar, eğri büğrü duvarlar, minareler, kasabanın başucundaki dağlar ve her an yere dökülüverecekmiş gibi ipil ipil titreşen yıldızlar yatıyordu.” Bir kumar masasının etrafında oluşturulan kurgu, yer yer natüralist özellikler de gösterir. İnsanın iç dünyasının gayya kuyusuna benzer tarafları bütün canlılığıyla anlatılır. Her şeyini kumarda kaybetmiş Veysel gayr-i meşru bir şekilde de olsa maddeden soyutlanır, özgürleşir. En sonunda da herkesin gözü önünde uçar. İşte bu noktada postmodern estetiğin özellikleri gözümüze çarpar: gerçekle hayal, mevcutla ideal birbirine karışmıştır çünkü gerçek dediğimiz şey algılanamaz, algılansa bile anlatılamaz. Veysel’in uçması, bu kumarda bize kazananın da kaybedenin de aynı kişi olduğunu ironik bir vaziyette anlatır.
Gecenin Gecesi
Gecenin GecesiHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20172,222 okunma
·
158 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.