Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bilgi (Cinsleri) (Genera Cognitionis) Spinozacı “bilgi cinsleri” teorisinin ünü insanı şaşırtabilir. Doğrusu istenirse, çeşitli bilme biçimlerini birbirinden ayırma fikri, aslında “kanı”, “hayal gücü”, “hafıza”, “akıl” ve “görgü” ayrımı kadar, yani felsefenin kendisi kadar eskidir. Ayrıca, Spinoza’nın kendi öğretisini “bilgi cinsleri” üzerinden formüle etmesi hayli geç (Etika’da) olmuştur. “Bilgi cinsleri” artık ayrı ve farklı “yetiler” değil, tek ve aynı etkinliğin parçaları, ya da daha doğrusu dereceleridir. “Ruhun yetileri”nden ziyade “bilgi cinsleri”nden bahsetmek, demek ki selamet yolunun hazırlanması ve birleştirilmesidir. Çok genel olarak değerlendirildiğinde, “bilgi cinsleri” teorisi, Spinoza’nın başka çalışmalarında her zaman bu ismi taşımamış olsa da sabit ve değişken vasıflar gösterir. Öğretinin sabitliğini, bilginin cinsleri arasındaki farkları ortaya çıkarmak için bir incelemeden diğerine ele alınan dördüncü orantılının (proportionnel) araştırılması örneğine tekrar tekrar yapılan başvuruda fsrk etmek mümkündür. Bu araştırmada, anşamadan öğrenilmiş bir reçeteyi tekrarlayarak ilerlemek, her zaman birinci cins bir bilginin altında durur; aritmetiğin kurallarına göre işlem yaparak ve uygulanan kuralın evrensel niteliğini gösterebilir hâlde ilerlemek, her zaman ikinci bir cinsin alanına girer; son olarak çözümü, bizzat orantılılığın açık, doğrudan ve dolaysız bir görüsünde bulmak (yani ilerlemeden ilerlemek), her zaman üçüncü cins bir bilgiye bağlıdır. Daha kesin olarak söylersek, birinci cins bilgi her zaman, Spinoza’nın sırasıyla “söylenti yoluyla bilgi” (door hooren zeggen-Kısa İnceleme II 1; ex auditu-AYIİ 11), ya da “bulanık deneyim” yoluyla (experientia vaga-AYIİ 12; E II 40 haş. 2), ya da işâretler yoluyla bilgi (ex signis-E ibid.) ya da dahası “inanç” (geloff-Kİ II 1), “kanı” (opinio) ve “tahayyül” (E II 40 haş. 2) olarak adlandıracağı şeyin niteliklerine sahiptir: Burada her zaman “tümevarım” dediğimiz şey, ysni evrensel mefhumların, “bizr kendilerini hisler aracılığıyla sakatlanmış, karışık ve zihin için düzensiz bir şekilde gösteren” (E II 40 haş. 2) tekil deneyimlerden hareketle oluşmaları söz konusudur. Dolayısıyla, birinci cins bilginin özü tekil bir şeyin duyusal algısıdır. Spinoza, ikinci cins bilgiyi neredeyse her zaman “akıl” (Kİ II 1; E II 40 haş.) olarak adlandırır. (AYIİ’nin dikkate değer istisnası hariç, burada bu terimden kaçınılmış fakat “matematikçilerin” etkinliğine referansla bahsedilen şey dolaylı olarak belirtilmiştir): Genel ya da evrensel/tümel özelliklerden hareketle doğru bir “sonuca” varmamızı sağlayan bir düşünce hareketi söz konusudur. (AYIİ 13): Bu, dolayısıyla, “tümdengelim” dediğimiz şeye tekabül eder. Burada esas olan, genelliğin içinde dolaysız olarak konumlanmak ve düşüncenin diskursif olmasıdır: Bu açıdan, ikinci cins bilgi ilkine birebir zıttır. Son olarak, Spinoza üçüncü cins bilgiyi “görü” olarak adlandırır. (Kİ II 1 sonu: görüsel olarak <intuitive>, başka herhangi bir işlem yapmadan”; E II 40 haş.: “görüsel bilim” <scientia intuitiva>). Dolayısıyla bu üçüncü cins bilgi ilkinin belirli bazı karakteristiklerini kendinde taşır: Tekil bir şeyin dolaysız bir algısıdır. Dahası, Spinoza bu bilgiyi karakterize etmek için neredeyse her zaman (“görü” teriminin etimolojisinin gerektirdiği üzere) “görüş” ya da “görme” üzerinden karşılaştırmalara başvurur: Gözün değil fakat zihnin görmesi (V 23 haş.), fakat yine de görme. Dolayısıyla, Spinoza’da bir çalışmasından diğerine karşılaşacağımız birinci cins bilgiden üçüncü cinse geçişin şeması açıktır ki ikili bir aşma şemasıdır: Duyusal, tikel ve bu açıdan sınırlı olan algının akılda yani evrenselde aşılması; sonra da tekili olduğu gibi kavramakta yetersiz olan tümrlin kendisinin bir nevi düşüncenin algısı olan aklî bir görüde aşılması -(“Tanrının bazı yüklemlerinin biçimsel özünün upuygun fikrinden şeyletin özünün upuygun bilgisine doğru ilerleyen -II 40 haş. 2) üçüncü cins bilgi, böylece aklî olan ile tekil olanın, diskursif olan ile görüsel olanın het zaman umulan uzlaşmasını gerçekleştirecektir. Bu sabit şemanın çerçevesi içerisinde değişiklik gösteren, bu muhelif bilgi cinslerine verilen isimler (AYIİ 9’da “algı kipleri” <modi percipiendi> Etika’da “bilgi cinsleri” <genera cognitionis>) ya da bunların sayıları (bazen üç, bazen dört) değil, bunların ikincisine verilen değerdir. Gerçekten de, Spinoza her zaman birinci cins bilgiyi, hatanın kaynağı olarak (burada onu “bilgi cinsi” adı altında görmek şaşırtıcı olabilir fakat Spinoza AYIİ 15’te onu engin bir bilgi içeriği olarak kesinkes teşhis etmiştir: Gerçekten de öleceğimi, suyun steşi söndürmek için uygun olduğunu ve “hayatı idame ettirmeye yarayan şeylerin neredeyse tümü”nü bulanık deneyim yoluyla bilirim); öte yandan, üçüncü cins bilgiyi de hakikatin ve aynı zamanda selameyin kaynağı olarak değerlendirmiştir (Etika’nın değişmez teması: Örneğin bkz: IV lah. 4, V 27, V 32 ve son. vs.) Öte yandan, Alquie’nin haklı olarak gördüğü üzere, “akıl” ilk incelemelerde birinci cins bilgiye (ve dolayısıyla hata ihtimaline) yakınken, Etika’da üçüncüye (ve dolayısıyla hakikate ve selamete) yakındır. Gerçekten de Spinoza tümevarımın sonucu olan kötü genellemeler ile aklın iyi genellemelerinin birbirlerine karıştırılmalarından endişe etmiştir. Rasyonelliği genellikten kurtarmayı ancak Etika’da, doğaları gereği genel değil, tümel olan II 37 ve sonrası: “Parçada olduğu kadar bütünde de olan”) “ortak mefhumlar” <notiones communes> ( II 40 haş. 2) öğretisi vasıtasıyla başarmıştır. “Ortak mefhumlar” öğretisinin ayrıntıda ortaya koyabileceği sorunlar ne olurlarsa olsun, diskursif “akla”, yani ispatlayıcı aklın (geometriciletin yöntemi) kendisine verilen mevki ve değere dair bir tür Spinozacı bocalama, “bilgi cinsleri” öğretisinin en çarpıcı yönü olarak kalır. Ayrıca çizgiyi, Spinoza’nın ilk önce yaptığı gibi ilk iki bilgi cinsiyle üçüncüsü arasına mı, yoksa Etika’da olduğu gibi ilk cins ile sonraki ikisi arasına mı koymak gerektiği sorunu, her zaman, güçsüz bir anlama yetisinin, kendi güçsüzlüğünün temelini ıslah etmeye muktedir hâle nasıl geleceği sorunudur (bu sorun temelde Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde karşılaşacağı soruna oldukça benzer), bu, bilhassa Anlama Yetisinin Islahatına dair İnceleme’nin ilk sayfalarında çabucak ve kısaca bahsedilen öznel karar kanalının, Etika’da dışarıda bırakılmış olması nedeniyle böyle bir sorun olarak kendini gösterir.
·
411 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.