Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Uslu çocuk
benden bir öykü... Portakal ağaçlarının çiçeklenen siluetini seçmekte zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ama normal. Kış günüydü. Yağmur şarıl şarıl yağmaktaydı. Kışın her zamankinden daha erken geldiğini söylemişti babam. Annen o kadar çok parfüm sıkıyor ki ozon tabakasının delinmemesi mucize olurdu, diye eklemişti. Bunu söylerken, sol eliyle arabanın açık penceresinden arada sırada dışarı saldığı sigara dumanıyla karışık birkaç tutam sigara külünü suratıma savurmuştu. Bunu önemsemedim, bunun normal olduğunu düşündüm; çünkü eğer babama biraz daha dikkatli olmasını salık verseydim ‘’babaya öğüt verilmez,’’ diyecekti. Normal olan buydu. Daha önce de buna benzer laflar işitmiştim. Bir keresinde ilkokul öğretmenimin ‘’büyükler de hata yapabilirler, hata yaptıklarında onları da ikaz etmelisiniz,’’ dediğini hatırlıyorum. Öğretmenimin bunu demesini gayet normal karşılamıştım; çünkü buna benzer bir lafı daha önce dedem de babama etmiş. Babam ‘’gelgelelim ikaz etmeye kalksam tefe koyardı beni. Yine bir keresinde artık neredeyse kıçıma varıncaya değin uzamış olan kıvırcık saçlarımı kestirmemi tembihlemişti. ‘’ Şayet kestirmezsen iki tane daha oğlum var, kendine kalacak yer baksan iyi edersin, şakam da yok ha, gül sen orda gül, sen o saçları kestirmeden akşam eve gelmeye kalk da bak bakalım ne oluyor?’’ diye de eklemiş. Ama babam, büyüklerin kendi dediklerini yapmama hakkına sahip oldukları için büyük olduklarını da söylemişti. Bunun normal olduğunu düşünmüştüm; çünkü kız arkadaşım Ceyda da –benden iki ay büyük kendisi- bir gün önce seni seviyorum demesine rağmen ertesi gün sıra arkadaşımı sevdiğini, bendense nefret ettiğini söylemişti. Kız haklıydı. Anlaşılmayacak bir şey yok. Zaten annem de böyle söylüyor ‘’bu işler böyle olur,’’ diyor. Derme çatma köy evlerini az önce geçmişiz. Uyuyakalmış olmalıyım, annem bu insanlar çok yoksullar, dedi. Akşamları genellikle sadece bulgur pilavı ve ekmek yiyorlarmış. Çok yazık olduğunu söylüyor. Arka koltukta olduğum için annemi göremedim. Sanırım onlara acıdı. Annem onlara acımakta haklı; çünkü babam kadınların sulu gözlü olduklarını, olur olmaz yerde duygulandıklarını söylüyor. Ama bu normal, annem genellikle alışveriş yaparken mutlu olur. Alışveriş dergilerini takip ediyor, her ay makyaj malzemelerini yenilediğimizde çocuklar gibi mutlu oluyor. Ama bu normalmiş. Bunu babamdan öğrendim. Kadınları mutlu etmenin formülü onlara bolca para vermek, arada sırada yatak odasında gönüllerini almakmış. Sonra eğitim seviyesi her ne olursa olsun, kadın diye adlandırdığımız bu sevilmeye mahkum ama sevmeyi bilmeyen canlıları istediğim kadar aldatabilirmişim. Babam annemi aldatıyor, bizim komşu da annesini aldatıyor olmalı; çünkü geçen gün ‘’erkek adam gol atmayı bilecek,’’ dedi. Futboldan anlamam; ama arka sıramda oturan arkadaşım Hakan’ın matematik dersinde kulağıma eğilip ‘’Ayla da seni seviyor, hala gol atamadın mı lan şu kıza?’’ dediğini hatırlıyorum. Ama bu normal; çünkü Hakan okul takımımızın lisanslı futbolcularındanmış. Teneffüste de ‘’kadınlar ofsayttan anlamaz, ofsayt ince iştir oğlum; bir kadını elde etmek istiyorsan atabildiğin kadar çok gol atacaksın ona,’’ demişti. Biraz sonra babam arabayı iki köy evinin arasına park etti. Henüz ben çok küçük olduğum için –annem böyle söylüyorarabanın koltuğunu açamazmışım. Boşuna açmaya kalkışma, ben de senin yaşındayken açamazdım zaten, gerçi bizim zamanımızda arabalar da çok komikti ama sen gene de kapıyı açamazsın, dedi. Ama bu normal. Babam biraz önce annemin çok konuştuğunu düşündüğü için ‘’Allah’ın biraz sevgili kulu olsaydım senin gibi arızalı bir hatunla evlenmezdim, ulan şu çocuklar olmayacak var ya… inan iki günde boşarım seni, artık o zalim babana mı gidersin, ne filmler çevirdiği belli olmayan erkek kardeşine mi, artık orasını da ben bilemem,’’ dedi. Babamın saçmaladığını düşünüyorum; ama bu normal. Kadınlara kızmamamız gerektiğini, onların idare edilmeye mahkum yaratıklar olduklarını daha önce söyleyen kendisiydi. Arada sırada hepimizin saçmalamaya hakkı var, demişti babam bir keresinde de. O yüzden bu normal. Devrimci olduğunu söyleyen bir arkadaşım –onun babası da devrimciymiş, babası erkek adamın erkek çocuğu olur dediği için devrimci olmuş- yaşamın içerisindeki bu tür çelişkilerin normal olduğunu söylemişti. Yaşanan bu normal olay üzerine kız kardeşim şaşırdı ve sanırım biraz da babamın yüksek sesle konuşmasından korktu. Sanırım benim de şaşırmam gerekiyor; çünkü annem daha önce ben saçlarımı yana taradığımda ellerimi sertçe aşağı indirip elleriyle şipşak yukarı dikmiş ve eklemişti: Siz erkekler estetik namına ne bilebilirsiniz ki; hatta sen de baban olacak o öküz gibisin, bir boktan anladığınız yok, azıcık kız kardeşini örnek alsan ya… demişti. Annemin beni azarlamaya hakkı var. Ama bu normal. Ona göre ben babamın oğluymuşum. Onlarca kişi yuvasına ekmek taşıyan çalışkan karıncalar gibi cenaze evine akın ediyor. Yakın bir akrabamız ölmüş. Ölen amcayı ben tanımıyorum. Ama bu normal. Biz köylü olmamıza rağmen hep şehirde oturmuşuz. Akrabalarımla aramda her daim adını koyamadığım bir farklılık, anlamlandıramadığım bir mesafe oldu. Sanki onlar benim varlığımı, ben de onların varlığını yadsıyordum. Mersin’den Hatay’ın Dörtyol ilçesinin Altınçağ beldesine her gelişimizde, zihnimde sevgiyle karışık anlamlandıramadığım korkular oluşuyordu. Bazen babamın işi –o zamanlar dozer tamircisiydi- dolayısıyla beni köye bırakıyorlar ve birkaç ay köyde kalmama müsaade ettikten sonra tekrar şehre götürüyorlardı; fakat şehirden köye götürecekleri zamanlarda şişko babaannemin –dedem ona böyle seslenir- sedirinin altına saklanıyor ve ‘’babaanne beni götürmelerine sakın izin verme,’’ diye yalvarıyordum. Birkaç ay sonra köye geri döndüğümde bilye oynayan çocukların ‘’şehirli lan bu, aman dikkatli ol da üstün başın kirlenmesin,’’ diye beni dışlayacaklarını biliyordum. Gerçi sonraları onlara şehirli olmadığımı kanıtlayabilmek için birkaç sokak kavgasında dayak yedim; ama bu normal. Babama göre insanın erkek olduğunu kanıtlaması gerekirmiş. Sözgelimi onun köydeki lakabı ‘’kelleci.’’ Bu lakabı katıldığı bütün sokak kavgalarında rakiplerinden herhangi birine muhakkak kafa attığı için hak etmiş. Babaannemin bir keresinde ‘’sakın şehirden evlenme oğlum, başı kapalı bir köy kızı al, bütün malım mülküm senindir, babanın yaptığı hatayı görüyor musun, aramızda kalsın ama annenin pabuç kadar dili var, yemin ediyorum ona laf söylemeye korkuyorum…’’ dediğini hatırlıyorum. Babaannem on yedi çocuğu üç de karısı olan bir köy ağasının kızı. Anap döneminde milletvekilliği yapan bir kardeşi –rahmetli olduğunu söylüyorlarvarmış; onun devlet yetkililerine nasıl posta koyduğunu, istediği adamı istediği işe nasıl aldırdığını anlatır dururlar. Babası servetinin büyük bir kısmını pavyonda kumar oynayarak yemesine rağmen yine de çocuklarına çok büyük bir servet bırakmış. Büyüklere karşı gelmemem gerektiğini yediğim ilk dayaktan beri unutmam. Ama bu normal. Dedeme göre büyükler sever de döver de. Babam insanın nereli olduğundan utanmasının hem atalarına saygısızlık, hem de günah olduğunu söylemişti; fakat annemle kavga ederlerken çoğu kez ‘’sen şehirlisin de ne hükmün var yani, sakın bir daha benim ailemi aşağılamaya kalkışma, benim annemi ve babamı eleştirmek senin hiç mi hiç haddine değil,’’ demişti. Annemse ‘’hala şu beyaz çorap takım elbise sevdasından bile vazgeçemedin, onca yıldır beraberiz ama seni bir türlü değiştiremedim ya, ben de ona yanarım işte, yok anam yok insan doğuştan kültürlü olacak demişti. Babam ‘’senin ne haddine ki beni değiştireceksin,’’ dedikten sonra annemden ‘’basbayağı kırosun işte,’’ karşılığını almıştı. Bunun üzerine babamın daha fazla konuşmaya devam edersen sülaleni sikerim senin, şeklinde bağırdığını hatırlıyorum. Onlar birbirlerini severek evlenmişler. Annemin babası evlenmelerine razı gelmediği için babam annemi kaçırmış. Üç çocuğu olan annemin en büyük çocuğu ve tek oğluyum. Çocukluğum, Mersin- İskenderun arasında mekik dokuyan TCDD trenlerinde geçmiş. Ben bunların bir kısmını hatırlıyorum, bir kısmını da annem anlattı. Çocukluğum boyunca bir türlü kurtulamadığım bronşitli bedenim, varlığını anneme ve belki biraz da İskenderun’daki özel doktoruma borçluymuş. Doktor amcanın hastalığımla ilgili konuşmak istediği zamanlarda elime oyuncak bir araba verip ‘’hadi bakalım yakışıklı sen biraz dışarıda oyna,’’ dediğini, ben dışarıda acaba ‘’bana bir şey mi oldu,’’ diye merakla beklerken annemin birkaç dakika sonra elinin tersiyle gözünün yaşını silen bir annelik mesleğini icra ettiğini hatırlıyorum. Ne oldu anne, bir şey mi var, diye sorduğumda ‘’yok bir şey, hadi gidip sana simit alalım,’’ diyen annem olduğuna göre bunu hatırlatan annem olamaz, ama hatırlayan ben olabilirim. Ama bu normal; çünkü benim unutma yeteneğinden yoksun olduğum söyleniyor. O yıllarda babamın o dağ senin bu dağ benim çalıştığı da söylenenler arasında. Sülaleni sikerim, daha fazla uzatma… Babam bunları söylemezden evvel beni odama göndermiş olduğu için surat ifadesini göremedim. Ses tellerinin çatallanmasını kız kardeşimin korkulu gözlerinden anlamıştım. Bunları düşündüğüme göre dalmış olmalıyım; ama bu normal. Öğretmenimin hayal kurmak güzeldir çocuklar, büyük hayaller kurun dedikten bir ders ertesi, hayal kuran bir arkadaşıma ‘’ben o bakışların ne manaya geldiklerini bilirim, alooo kime diyorum oğlum ben, bir daha derse gelmeden önce uykunuzu iyi alın, kalk çabuk sen de şu yüzünü yıka bakalım,’’ dediğini hatırlıyorum. O arkadaşım ben de olabilirim ama neyin ne olduğunu karıştırıyor olmam normal. Din kültürü ve Ahlak bilgisi dersi hocam ‘’at izinin it izine karıştığı bir çağda yaşıyoruz, Allah hepinizin yardımcısı olsun çocuklar,’’ demişti. İnsanların suratlarından düşen bin parça. Annemin dizinin dibine büzüldüm. Kadınlar babamın da dediği gibi yapmak zorunda oldukları işi yapıyorlarmış. Dedikodu yapmazlarsa çatlayacaklarını, bu yüzden kadınları suçlamaya hakkımız olmadığını söylüyor babam. Az sonra gel bakalım seni küçük fare dedi teyzelerden biri bana. Herhalde beni çirkin ama sevimli buldu. Okuldaki arkadaşlarım da buna benzer şeyler söylüyorlar. İçlerinden ‘’kepçe kulak’’ diyenler de var. İnsanlar beni böyle seviyor. Sevilmeye alışkınım, bu normal. Adımı soruyor sanırım kadın bana. Adımı sorarken ağzını yüzünü sevimli bulmamı beklediği bir şekle soktu. Ama bu normal. Babam insanların hiçbir şeyi karşılıksız yapmayacakları bir çağda yaşadığımızı söylüyor. Sanırım kadın beni sevdiği için benden de onu sevmemi bekliyor. Yeni kız arkadaşım Ayten kendisinden başka hiç kimseyi sakın ha sevmememi tembihlemişti. Ama bu normal. Kadınlar genellikle birbirlerinin varlığını kaldıramazlarmış, babam böyle söylemişti bir keresinde. Oysa biz erkeklerin aynı anda birden fazla kadını idare edebilecek denli gönlü bol olduğunu da eklemişti. Yani iki arada bir derede kalmış olmam normal. Karar veremediğim zamanlarda susmalıymışım, böyle tembihlemişti öğretmenim. Biraz daha büyüyünce intihar etme kararı alabilirsem ‘’kararsızlık, ölümü bile yarı yolda bırakacak kadar maymun iştahlıdır,’’ diye düşünme kararı aldım. Hatta karar verdiğim zamanlar için bile ‘’bin bilsen de bir bilene danış’’ diyenler olabilir. Ama bu normal. Takılma sen öğretmeninin söylediklerine demişti babam. Onların konuşmaktan başka bir işleri olmadıkları için sürekli konuşmak zorunda olduklarını da eklemişti. Kadının suratına bakıyorum. Şaşırmış gibi yaptım şimdi. İnsanlar şaşkın çocuklara bayılıyorlar, sakın sivri zekalı olduğunu her yerde belli etme demişti teyzem bir keresinde. Şaşkınlığımı gören kadın normal bir şekilde sinirlenerek –alnını çattı bana, annem de sinirlendiğinde böyle yapartekrardan adımı sordu. Mahmut dedi annem, onun adı Mahmut diye de ekledi. Birkaç dakika ya geçmiş ya geçmemişken tekrardan adımı sordu kadın. Anneme baktım bir şey diyecek mi diye; çünkü annem biri sana bir şey sorduğunda cevap vermeye tenezzül etme, bırak senin yerine de ben konuşurum demişti. Ama bu normal; çünkü annem konuşmayı çok seviyor; babamla kavga ettiklerinde ağlarken birkaç kere konuşmayı çok sevdiğini kabul etmişti. Şimdi kadınların yanından uzaklaşarak erkeklerin yanına geçtim; çünkü babam kaşlarını çattı ve sağ elini kaplan pençesi yaparak beni yanına çağırdı. Ama bu normal. Babam topluluk içinde konuşmayı fazla sevmediğinden böyle yapıyor, zaten bir keresinde erkek adımın fazla konuşmaması gerektiğini de söylemişti. Ağır adımlarla –erkekler böyle yürümeliymiş, adını unuttuğum arkadaşımın biri böyle söylemiştibabamın yanına geçtim. Rahmetli iyi adamdı, keşke kendini asmasaydı dedi adamlardan biri. Üyesi olduğu tarikatla ilintili olduğu söyleniyor, doğru mu, diye sordu başka bir adam. ‘’Doğru,’’ dedi içlerinden bir tanesi. ‘’Hayır, hayır yanılıyorsunuz, rahmetlinin kredi kartı borçlarından haberiniz var mı sizin,’’ diye sordu bir başkası. Babam, bütün bunların hepsi bir yana, ortada kalan şu kızcağızla iki çocuk ne olacak ben asıl onu düşünüyorum, dedi. İyi ki rahmetlinin evi varmış yoksa işsiz güçsüz bu kadın ne yapardı vallahi bilmem. En azından şu kapının önündeki külüstürü de satarlar da bari bir süre onunla idare ederler, dedi. Babamın yanından annemin yanına geçtim biraz sonra. Annemden diğer çocuklarla oyun oynamak için izin aldım. Ama bu normal, çünkü ben uslu bir çocuğum, daha önce uslu çocuklar böyle yapar demişti annem. Süleyman’la Mithat’ın yanına geçerken dik yürümeye çalışıyorum. Bir keresinde babam ‘’bu dünyanın hamalı sen misin de böyle kamburca yürüyorsun, hem erkek adam dik yürümeli,’’ demişti. O gün bu gündür normal bir çabayla sürekli olarak olağanüstü dik yürümeye çalışırım. ‘’Haydi araba taşlamaca oynayalım,’’ dedi benden iki Mithat’tan bir yaş büyük olan Süleyman. ‘’Araba taşlamaca nasıl oynanır ben bilmiyorum Süleyman,’’ cevabını verdim ona. Mithat’a dönüp ‘’salak lan bu, bir bok bildiği yok bunun,’’ dedi. ‘’Boşver, iki dakikada öğretiriz,’’ şeklinde yanıtladı onu Mithat ve bana dönüp ‘’bilmeyecek bir şey yok, iki sokak aşağıya ineceğiz birazdan, yerden taş toplayacağız ve gelen arabalara atıp sonra da kaçacağız,’’ diye ekledi. ‘’Tamam,’’ anlamında başımı iki kez aşağı ve yukarı salladım, ama bu normal. ‘’İnsanlarla uyumlu olun, öyle her halta karşı çıkmayın,’’ demişti bir öğretmenim. Bulunduğumuz sokaktan iki sokak aşağı indik şimdi. Özenle birer avuç taş topladık yerden. Ana caddeden aşağı doğru inen ilk araç bir otomobildi. Ellerimizdeki küçük taşlardan bu araca fırlattık ama sanırım isabet ettiremediğimizden Toyota Corolla marka araba basıp gitti. Gelen ikinci araçsa bir kamyondu. Üçümüzde aynı anda siper alıp kamyonun camına fırlattık elimizdeki taşları ve ‘’çat’’ diye bir sesin gelmesiyle birlikte ağlamaklı bir sesle fren yaptı kamyon. Evet, tahmin edebileceğiniz üzere kamyonun sol camı kırılmıştı. Biz arkamızdaki portakal bahçelerine doğru son sürat koşarken kamyon şoförü araçtan inip feryat figan küfürler eşliğinde bizi aramaya başladı. Ama bulamadı. Bu normal, biz üçümüz saklambaçta çok iyiyizdir. Biraz sonra saklandığımız ağaç diplerinden çıkıp kararlaştırdığımız üzere meydanda bir araya geldik. ‘’Caminin oraya gidelim, büyük ihtimalle İbogil ordadır, çocukları alıp gidip Kürtlerin evini taşlarız,’’ dedi Süleyman. Sonradan öğrendiğime göre taşlamaya gideceğimiz bu ev köyde oturan tek Kürt aileye aitti. Yirmi dakika kadar sonra sayıca on kadar çocuk Kürtlerin evini taşladık. Bir başkasının ilginç diye tanımlayabileceği ama kanımca normal bir şey oldu: Biz hep birlikte elimizdeki taşları yağdıraduralım, bir anda büyükçe evin avlu kapısı açıldı ve ata binmiş gençten bir delikanlı o atı son sürat peşimizden koşturmaya başladı. Ne hazindir ki, hatta ne komiktir ki –ya da daha ziyade normal- çocuklardan en kilolu bendim. Hatta ve hatta nerdeyse koşamayacak denli kiloluydum. Elimizden geldiği kadar bir hızla koştuğumuz sırada bir aralık yoldaki bir traktör römorku ilişti gözüme. Tereddüt edecek vaktim yoktu, fırsat bu fırsat, derhal römorkun altına yatıp saklandım. Ama olabilecek en kötü şey oldu –hoş gerçi bu bence normal- delikanlı beni sanırım gördü ve atından inip kararlı adımlarla römorka doğru yürüdü. Eğilip aynı kararlılıkla çıkardı beni oradan. Ve yer misin yemez misin gayet normal bir şekilde tam yirmi beş dakika dövdü beni. Allahtan o sürenin sonunda çevredeki birkaç köylü feryadıma yetişti de daha fazla dayak yemekten kurtuldum. Ağzım gözüm kan içinde, gidip emmoğlularım –biz birbirimize ya reis ya emmoğlu diye hitap ederiz- Mithat’la Süleyman’ı buldum. Süleyman beni bu halde görünce hemen celallenip ‘’O orospu çocuğuna haddini bildirteceğim, Yusuf Abigile siktireceğim onu, o puşt görür gününü, köyün çocuğunu hoşafa çevirmek neymiş bakalım!’’ diye bağırdı. Ama bu normal. Bizim emmoğlu her daim celallanmeye hazırdır. On beş dakika kadar sonra Süleyman’la Mithat beni caminin oradaki diğer çocuklardan ayırıp bir portakal ağacının dibine çektiler. Söze Mithat girdi: -Bir sıkıntımız var emmoğlu. Caner diye bir dümbük geçen gün bizim Süleyman’a karışmış, bu pisliği sen temizleyebilir misin? Caner bir pislikse bir pislikti. Temizlenmesi gerekiyorsa temizlenmesi gerekiyordu. Tüm bunlar benim için normaldi ve Mithat Emmoğlum da öyle kolayına yalan söylemezdi. Bundan ötesi zaten benim için boş laftı. Süleyman pantolonunun içinden bir silah çıkardı ve bana uzattı, ‘’tetiği aha şöyle çekip sıkacaksın o puşta tamam mı emmoğlu?’’ diye sordu. O bunu söylerken Mithat’la ikisi birbirine bakıp sevimli bir şekilde sırıttılar. ‘’Elbette, tamam emmoğlu,’’ dedim ve silahı aldım. Bu cinayet benim için normal bir iş olacaktı. Hoş bu cinayeti işlememem de benim için gayet normaldi ama, bizim oralarda söz ağızdan bir kere çıkardı. Hem Mithat’la Süleyman beni birçok sokak kavgasında korumuşlardı ve onlara bir tür vefa borcum vardı. Sakin ama kararlı adımlarla caminin önündeki alana gidip yaşına göre uzun boylu sayılabilecek, saçı üçe vurulu olan çocuğa ‘’Caner sen misin?’’ diye sordum. Tıpkı filmlerdeki gibi bir sahneydi, silah bende olduğuna göre başrol oyuncusu da bendim. ‘’He benim ne olacaktı,’’ cevabını verdi bizimki. Bu sahne biraz sunturlu olsun istiyordum. Burnumu çektim ve balgamı Caner isimli çocuğun bitişiğine tükürdüm. - Manyak mısın lan sen ? - Savun kendini köpek, ecelin geldi ! - Yok yok kesin manyaksın ! Bu esnada Mithat’la Süleyman kahkahalar atıyorlardı ama heveslerini kursaklarında bırakan bir şey oldu: Tetiği derhal çekip Caner’i alnının çatından vurdum. Lafı daha fazla uzatmak racona sığmazdı. Kurtlar Vadisi’ndeki Polat da olsa kesinkes böyle yapardı. Ama bu normal. Biz Türkler hepten Cüneyt Arkınız. Birkaç dakika sonra Mithat’la Süleyman da dahil nerdeyse tüm çocuklar ağlayarak bir yerlere kaçtılar. Sadece kaçmadan önce Süleyman bir dakika kadar yanımda durup ‘’amına koyim senin, ne dangalak adammışsın sen, senin yapacağın işi sikim, şakanın amına kodun, vurdun lan arkadaşımızı harbiden vurdun !’’ diye bağırdı. Ama bunu normal karşıladım. Demin de dediğim gibi, Süleyman celallenmeye hemen yer arar. Yirmi dakika sonra üniformalı polis amcalar gelip nedendir bilmem beni polis arabasına bindirdiler. Oldukça sinirli ve gergin görünüyorlardı. Neden vurdun aslanım, dedi polis amcalardan biri. ‘’Herhangi bir nedeni yok, ama bundan zevk aldım, kendimi önemli biri gibi hissettim,’’ cevabını verdim ona. Adam şaşkınlıkla baktı suratıma. Ama bu normal. Ben insanları şaşırtmayı severim. Sonra bir aralık radyodaki spikerin sesine takıldı kulaklarım. Şöyle diyordu o ses: Türkiye normalleşme sürecinden geçiyor…
·
1.561 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.