Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Gazali ve Nedensellik
Gazzâli'yi rahatsız eden bir diğer konu, felsefecilerin tabiatta ontolojik zorunluluk görmeleridir. Ona göre tabiattaki olağan akışı, olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak değerlendirmenin hem mantıksal açıdan hem de dinî açıdan makul bir temeli yoktur; olaylar arasında nedensellik ilişkisini kabul etmenin temeli 'müşahede'ye dayanmaktadır. Müşahede, Gazzâlî'ye göre, bilgide kesinliğin temel kaynaklarından bir tanesini oluşturmaktadır. Ona göre sebep-sonuç bağlamında bir delil olarak ileri sürülmesi muhtemel olan 'müşahede'de biz, sebebin sonucu belirlediğine dair bir olguyu değil, ateşe yaklaştırılan pamuğun yanması olayındaki gibi, sadece pamukta yanmanın ateşin ilişmesi esnasında meydana geldiğini gözlemlemekteyiz. Yoksa 'yanma'nın ateş tarafından meydana getirilmiş olduğuna dair bir müşâhedede bulunmuyoruz. Onu bu sonuca götüren ise Allah-âlem ilişkisini 'zorunlu Tanrı' kavramı çerçevesinde değil, 'mutlak irade sahibi Tanrı' kavramı içerisinde ele alması ve bu hususta kelâm ilminin görüşünü takip etmesidir. Gazzâlî, âlemin Tanrı'dan taşarak (sudûr) meydana geldiği iddialarını 'sudûr teorisi' adı altında temellendiren felsefecilerin öngördükleri âlemin zorunlu olarak meydana geldiğinin aksine, kelâmcıların savunduğu irade sahibi Tanrı'nın kendi iradesi ile âlemi yarattığı tezi lehine bir tavır ortaya koymaktadır. Nasıl ki, âlem, O'nun iradesiyle yaratılmış ise âlemde olan şeyler de onun iradesiyle yaratılmıştır. Verilen 'ateş-pamuk' örneğinden hareket ettiğimizde, Gazzâlî'ye göre ateş cansız ve dolayısıyla iradesiz bir nesnedir ve bundan ötürü fiilde bulunamaz ve söz konusu ateşin nedensellik ilişkisi içerisinde yanma olayıni tayin ve tespit etmesi de mümkün değildir. Aslında buradaki anlaşmazlık, felsefecilerin 'mümkin' kavramına yükledikleri ile Gazzâlî'nin şahsında temsil edilen kelâmcıların 'mümkin' kavramına yükledikleri anlamlar arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Zira Gazzâlî, mümkin ve vâcib (zorunlu) kavramlarını Aristotelesçilerde olduğu gibi ontolojik kategoriler olarak değil, mantıksal kategoriler olarak değerlendirmektedir. Ona göre varlığı aklen tasavvur edilebilen her şey mümkin, tasavvur edilemeyen ise imkânsızdır (muhâl). Aklın, yokluğunu farz edemediği şey ise vâciptir. Bu durumda felsefecilerin ontolojik olarak mümkin gördükleri, kelâmcıların yaratılmış (muhdes/hâdis) gördüklerine denk gelmektedir ve bu tür bir 'mümkin'de felsefecilerin iddia ettiği gibi sebep-sonuç ilişkisine bağlı olarak ya da illet-ma'lûl ilişkisi çerçevesinde bir zorunluluktan söz edilemez. Bizim 'ateş-pamuk yanma' örneğinde olduğu türden sebep-sonuç ilişkisi olarak gördüğümüz, 'müşahedelerimiz' sonucunda oluşan 'âdet'ten yani 'alışılagelmiş' olmaktan öte bir şey değildir. Aslında 'âdet' kavramı, hem sebep-sonuç ilişkisi olarak görülen olayların peş peşe sıralanışı ile düzenlilik olgusunu, hem de her an dışardan müdahaleye yani Allah'ın iradesine açık anlamını içinde barındırmaktadır. Bir diğer deyişle Gazzâlî'de 'âdet' kavramı, bir yönüyle Allah'ın iradesinin olağan tezahüründeki düzeni ve bir bakıma sabit gibi duran unsuru dile getirirken, diğer yönüyle Allah'ın yaratmasının zorunluluk içermeyen yapısını ifade etmektedir. Sonuç olarak denilebilir ki, felsefe ile münasebet kurarken hatta mantık, matematik gibi bazı felsefî branşlara meşruiyet kazandırırken Gazzâlî'nin felsefeye karşı samimî ve önyargısız olduğu söylenemez. Onun yegâne amacı, sahip olduğu kelâmî geleneği ve inancı korumak ve Tehâfütü'l-felâsife'de belirttiği gibi felsefecilerin tutarsızlık yönlerini açıklamak suretiyle filozoflar hakkında iyi niyetler besleyip, öğretilerinin çelişkiden uzak olduğunu sananları uyarmaktır. Öte yandan bir kısmını meşrulaştırarak felsefeyi etkisizleştirme çabası ise bu amacın bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Onun bu amaca isteyerek gittiği/yöneldiği de söylenemez. Daha önce işaret edildiği gibi dinî-sosyolojik konjonktür bu tavrın ve yönelişin saiki ve belirleyicisidir. Gazzâlî'nin tavrı bu konjonktür içerisinde düşünüldüğünde anlam kazanır. Onu kendiliğinden (hasbî) felsefeye karşı bir kişi olarak değerlendirmek, su, toprak ve hava gibi unsurları ve şartları gözetmeksizin bir bitkinin yetişmesini mümkün görmek gibidir. Ancak şartlar oluştuğunda böyle bir yönelişe meyilli bir özelliğinin bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
·
322 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.