Gönderi

AMU DERYA'NIN ÖTESİ Bir ülkenin kaderi, sahip olduğu coğrafya ile yakından ilişkilidir. Küçük bir devlet için büyük güçlerle komşu olmak her zaman riskli bir durumdur ve söz konusu devletin tarihsel gelişiminde belirleyici rol oynar. Fakat nâdiren de olsa, bazı durumlarda bir avantaja dönüşebilir. Zira büyük güçler doğrudan komşu olmak istemezler ve aralarına bir tampon devlet koyarak sürtüşme riskini ortadan kaldırmış olurlar. Afganistan, işte böyle bir amaçla kurulmuş ve varlığını sürdürmüş ülkelerden birisidir. Ülkenin bir tarafında, 19. yüzyıl boyunca Asya'ya doğru büyük bir hızla büyüyen Çarlık Rusyası, diğer tarafında ise, Hindistan'ı sömürgeleştirmiş büyük İngiliz İmparatorluğu vardı. Sınırları bu iki güç tarafından çizilmiş tampon bir ülkeydi Afganistan. Bir diğer deyişle, Çarlık Rusyası ile İngiliz İmparatorluğu arasında kurulması gereken denge ve doğrudan komşu olmama zorunluluğu, Afganistan’ın varoluş sebebi olmuştu. 19. yüzyıl boyunca bölgede devam eden çatışmalar, 20. yüzyıl başlarında iyice durulmuş ve iki büyük güç, bu tampon ülkenin varlığını sürdürmesine karar vermişlerdi. 1907'de, İngiliz İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında, Petersburg'da imzalanan antlaşma gereği İran, etkinlik alanlarına bölünmüş, Tibet, İngiltere'nin nüfuz alanında bırakılmış ve Afganistan'ın bağımsız bir ülke olarak kalması kabul edilmişti. Antlaşmaya göre Afganistan'da hiçbir yabancı güç bulunmayacaktı. Ayrıca ülke dış ilişkileri bakımından İngiltere'ye bağımlı kalacak ve İngiliz yönetimi izini vermediği sürece uluslararası ilişki kurabilmesi mümkün olmayacaktı. Kuşkusuz bu durum, Afganistan'ı yönetenler açısından çok sıkıntılı bir ortam yaratacaktı. Emir Abdurrahman'ın ölümünden sonra iktidara geçen büyük oğlu Habibullah Han, Birinci Dünya Savaşı boyunca tarafsız kalmayı başarmış ve ülkesini savaşa sokmamıştı. Diğer taraftan İngiltere, savaştan galip çıkmasına rağmen çok yıpranmış; kaynaklarını tüketmiş, 19. yüzyıldaki egemen dünya gücü olma niteliğini büyük ölçüde kaybetmişti. İngiliz yönetimi, imparatorluğun kalan kısımlarında yeni bir sorun istemiyordu. Bu ortamdan yararlanmak isteyen Habibullah Han, dış ilişki kurabilmek için İngiltere'den onay almak mecburiyetini kaldırmak amacıyla çalışmaya başladı. Hindistan'daki İngiliz Genel Valisi'nden, Afganistan'ın tam bağımsızlığını resmen talep etti. Fakat kısa bir süre sonra, Şubat 1919'da, bir suikast sonucu öldürüldü. Yerine gelen Amanullah Han bu talebi devam ettirmekteydi ve iktidara gelir gelmez bu meseleyi gündeme taşıdı. Afganistan-Hindistan sınırının her iki tarafında bulunan Peştu kabilelerini İngiliz yönetimine karşı çıkmaya çağırdı ve bölgeye Afgan birlikleri göndererek sınırlı bir savaş başlattı. Birinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış İngiltere ise, bölgede yeni bir baş ağrısı istemiyordu. Diğer taraftan İngiliz yönetimi, Sovyet Rusya'nın başlattığı “halklara özgürlük, emperyalizme karşı birleşme” çağrısının Hindistan'ı etkilemesinden çekiniyordu. Afganistan yönetiminin tam bağımsızlık isteklerine direnmesi hâlinde, Sovyetler Birliği ile Afganistan arasında bir yakınlaşma kaçınılmaz olacaktı. Bu durumda ise, Bolşevizmin Afganistan'a yayılması ve Sovyetler Birliği ile İngiliz-Hint İmparatorluğu'nun komşu devletler hâline dönüşmesi ihtimali vardı. Böylesi bir gelişme, bölgesel dengelerin alt üst olması demekti. İngiltere açısından en uygun durum, Afganistan'ın tampon rolünün ve tarafsızlığının devam etmesiydi. Sonuç olarak Rawalpindi'de, ilkeleri daha sonra belirlenmek üzere geçici bir antlaşma imzalandı ve Afganistan’ın iç işlerinde ve dış ilişkilerinde serbest olduğu söylendi. Geçici de olsa bu antlaşma, yeni emir için büyük bir zafer demekti. 1919 Kasım’ında ülkesinin bağımsızlığını resmen ilan etti. Serdar Veli Han geniş yetkili dış temsilci olarak atandı ve ülke büyük bir hızla dış ilişkiler kurma çabasını başlattı. Afganistan'ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke Sovyet Rusya olmuştu. 1919 yılı Mayıs ayının dokuzunda ilk Afgan Misyonu, Emir Amanullah Han'ın Lenin'e yazdığı “Büyük Rus Devleti Başkanı” şeklinde başlayan bir mektupla birlikte, Moskova'ya ulaştı. Sovyetlerde iç savaş devam ediyordu ve İngiltere, Bolşevik yönetimine karşı bir ekonomik ambargo uygulamaktaydı. Dolayısıyla, Sovyetler için çevre ülkelerle iyi diyaloglar kurmak çok büyük önem taşıyordu. Tarihin tanıdığı en pragmatist liderlerden birisi olan Lenin, kısa bir süre sonra, Afganistan emirine şu cevabı gönderdi: Serpilip açılan Afganistan, şimdi dünyadaki biricik bağımsız Müslüman devlettir. Kader, kardeş Afgan halkına şu büyük görevi vermiştir: Tüm ezilen Müslüman halkları çevresinde toplamak ve onları özgürlük ve bağımsızlık yoluna yönlendirmek. Bu gelişmeler Afganistan'ın uluslararası konumunu büyük ölçüde değiştirmişti. Bölgeyle ilgili bütün güçler kendi açılarından yeni senaryolar hazırlamaktaydı. Lenin ile Amanullah Han arasında karşılıklı dostluk mesajlarının gönderildiği sıralarda, Türkistan Cephesi komutanlığına tayin edilmiş olan General Frunze, Buhara Emirliği'ne karşı başlatılacak savaşın, “Afganistan içlerine taşınması” konusunda projeler geliştirmekteydi. Türkistan bölgesinde Sovyet hâkimiyetini pekiştirmek için kurulan Turkkomissia’nın ikinci başkanı Kuybişev ise, Taşkent merkezli Afganistan İhtilâl Partisi'ni çoktan kurdurtmuştu. Afganistan'a yönelik bir Sovyet işgali gerçekleştiği takdirde bu parti, despot Amanullah Han yönetimine son vererek bir Sovyet Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasına önderlik edecekti. Fakat uluslararası siyasî durum Afganistan'a yönelik bir operasyon için uygun değildi. Ayrıca Sovyetler Birliği, Türkistan'daki Basmacılık hareketini kontrol altına almakta bir hayli zorlanmaktaydı ve devam eden iç savaşın ortaya çıkardığı ekonomik sorunlar Sovyet rejimini ciddi bir sekilde uğraştırıyordu. Bu nedenle Sovvet yöneticileri Afganistan'da uydu bir komünist devlet yaratmak konusundaki planlarından vazgeçtiler ve önceligi Türkistan coğrafyasının Sovvetlestirilmesine verdiler. Aradaki uzun sınırı iki ülke tarafından da kontrol alunda tutulamaması sabbiyle, Bend-i Türkistan olarak bilinen Kuzey Afganistan bölgesi, Basmacıların ve Türkistan Milli Hareketi'nin tabii bir üssü haline dönüşmüştü. Afganistan Hükümeti'nin Türkistan'da devam eden mücadeleye aktif destek vermesi bölyedeki dengeleri büyük ölçüde değiştirebilirdi. Dolayısıyla, bu yöndeki her türlü gelisme, daha başlangıçta, engellenmeliydi. Sovvet Liderlerinin temel hedeflerinden birisi de Hindistan'daki İngiliz hákimiyetine son verilmesiydi. Bunun için iki aşamalı bir strateji benimsenmişti. Öncelikle, bağımsızlık için dışarıda çalışan Hint ihtilâlci Hareketi teşkilatlandırılmalı ve silahlı bir eylem gücü hâline dönüştürülmeliydi. Ardında da Sovyetler Birliğinin desteğiyle, Hindistan'da bir ihtilâl başlatılacaktı. Fakat bu plana Afganistan yönetiminin destek vermesi çok önemliydi. Çünkü böylesine kapsamlı bir çalışmanın yapılabileceği tek ülke Afganistan'dı. Nitekim, Bakü'de düzenlenen Müslüman Halklar Kurultayı'nda, Hindistan delegesi Abani Mukerji, Afganistan'da bir propaganda merkezi açılmasını önermişti . Fakat Sovyet yönetiminin bu arzusuna Afganistan olumlu cevap vermedi. İşte tam bu sırada Cemal Paşa sahneye çıktı. Cemal Paşa'nın İngiliz emperyalizmine karşı başlatmayı düşündüğü mücadele, Sovyetlerin arzularıyla örtüşmekteydi. Müslüman bir lider olması nedeniyle de Afganistan yönetimi tarafından daha sıcak karşılanabilirdi. Bu düşüncelerin ışığında Bolşevik liderler, Cemal Paşa'ya destek sözü verdiler. Cemal Paşa'nın Hint ihtilâlci Bereketullah ile birlikte Afganistan'a gitmesine yardımcı oldular. Cemal Paşa'nın planları ve hayalleri birbirinden bağımsız ve birbiriyle örtüşmeyen ögelerle doluydu. Paşanın başarılı olması durumunda Afganistan'da eğitimli ve silahlı ciddi bir güç ortaya çıkmış olacaktı. Sovyet yöneticileri kendi destekleriyle şekillenecek böylesi bir askerî gücün kendilerine karşı kullanılabileceği ihtimalini de göz önünde tutmaktaydılar. Bütün bunları değerlendiren Sovyet yönetimi, doğudaki Müslüman ülkelerinin hepsini ve bilhassa Hindistan'ı yakından ilgilendiren bir girişimi başlattı. Asya devrimini yönlendirmek amacıyla Taşkent'te bir Orta Asya Bürosu açıldı. Aslında bu uygulamanın temelleri, daha önce, Komintern'in ikinci kongresi sırasında atılmıştı. Kongre, kabul ettiği “Milliyetler ve Sömürgeler Üzerine Tezler” çalışmasıyla, doğu ülkelerindeki burjuvalara ve toprak sahiplerine karşı savaşın sürdürülmesi kararını almıştı. Aynı yılın eylülünde yapılan Bakü Kurultayı'nda, önde gelen Bolşevik liderlerinden Radek, Müslüman halkları İngiltere'ye karşı savaşmaya ve başlarındaki emir, sultan ve hanları atmaya çağırdı. Kurulan Orta Asya Bürosu, Orta Asya'daki Sovyet orduları komutanı M. Sokolnikov, Komintern’in doğu bölümünün ilk başkanı Georgi Safarov ve Hindistanlı komünist lider Manabendra Nath Roy'dan oluşmaktaydı. Roy, Komintern'in İkinci Dünya Kongresi'nde “Avrupa'daki devrim ancak Avrupalıların Asya'daki kolonilerinden sağladıkları girdilerinin ortadan kaldırılmasıyla, yani Asya'daki kolonileri komünistleştirmekle mümkündür” tezini ortaya atmıştı. Taşkent'teki Orta Asya Bürosu'nun üyesi olduktan sonra Roy, Hint Müslümanlarına komünist eğitimi verebilmek amacıyla bir okul açtı. Bir taraftan da Sovyetlerin desteğivle bir Hürriyet Ordusu kurmaya çalışıyordu. Bölgenin belirlevici gücü olan İngiltere için ise en önemli hedef, Afganistan’ın tarafsız konumunu muhafaza etmesiydi. Amu Derya kıyılarına kadar ulaşan Sovvet İhtilâli'nin Hindistan'a atlamasını önleyecek bu tabii engel, her ne olursa olsun varlığını sürdürmeliydi. Hindistan Hilafet Komitesi'nin yayınladığı ferva nedeniyle yüz binin üzerinde Hint Müslüman, Afganistan'a geçmişti. Ayrıca Hindistan-Afganistan sınırında bulunan bağımsız Peştu kabileler huzursuzluk içerisindeydiler. Dolayısıyla İngiltere için, Sovyet Rusya'nın etkinliğine açık olmayan, Hint ihtilâl hareketinin güçlenmesine izin vermeyecek ve neredeyse yüz yıldır devam eden Peştunistan problemini kaşımayacak istikrarlı bir Afganistan, ideal bir Afganistan demekti. Hindistan'daki bir İngiliz yetkilisinin söylediği şu sözler, İngiltere'nin o dönemdeki ruh hâlini çok iyi yansıtmaktadır: Kafkasya ve İran'dan çıkarıldık. Bağdat'tan çıkarılabiliriz. Afganistan elimizden çıktı. Hindistan'ı riske atamayız. 1921 yılı, bölgedeki dengeleri büyük ölçüde değiştirecek gelişmelere sahne oldu. Devam eden iç savaş ve başta İngiltere olmak üzere Batı ülkeleri tarafından sürdürülen ekonomik ambargo, Sovyetler Birliği'ni büyük bir ekonomik darboğaza sokmuştu. Komünist liderler ekonomik ambargonun devam etmesi hâlinde, iktidarlarını sağlamlaştırmak konusunda ciddi sorunları olacağını görmüşlerdi. Nihayet 1921 yılı Mart ayında Sovyet yönetimi, İngiltere ile bir ticaret antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma karşılığında Sovyetler Birliği, “Afganistan ve Hindistan'daki İngiliz karşıtı silahlı mücadelenin ve propagandanın durdurulmasını” kabul ediyordu. Böylece Sovyet Rusya, en azından bir süre için, Hint ihtilálcileri ve Cemal Paşa aracılığıyla gerçekleştirmek istediği politikalardan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Diğer taraftan Bolşevik liderleri, İngilizlerin, Türkiye'den başlayıp İran ve Afganistan'la devam edecek ve Fergana'daki Basmacılık hareketinde yoğunlaşacak bir zincirle Sovyet Rusya'yı boğabileceği inancındaydılar. Bu ihtimalin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Özellikle Dışişleri Komiseri Çiçerin’in yoğun çabalarıyla, Sovyetler Birliği, 1921 yılı Şubat ayında İran ve Afganistan'la, mart ayında da Türkiye ile dostluk ve iş birliği antlaşmaları imzaladı. Böylece Sovyetler Birliği güney sınırlarını güvence altına almış oldu. Artık rahatça iç sorunlarına ve Avrupa kesimindeki problemlerine dönebilirdi. Bu sırada Afganistan’ı ve bölgeyle ilgili güçleri çok yakından ilgilendiren bir başka gelişme oldu. Mart ayı başlarında, Buhara Emiri Said Alim Han, Rusya tarafından desteklenen Genç Buharalılar hareketi ile olan savaşını kaybetmiş, ülkesini terk ederek Afganistan'a geçmek zorunda kalmıştı. Bu olay, Türkistan'daki mücadelenin bir boyutunun resmen Afganistan'a taşınmış olması bakımından önemliydi. Afganistan yönetimi bu gelişme karşısında bir tutum belirlemek zorundaydı. Bölgede ortaya çıkan bu yeni durum İngilizleri de etkilemişti. Afganistan'la olan ilişkilerini bir an önce netleştirmeleri gerekiyordu. 1921 Ocak ayında Sir Henry Dobbs başkanlığında bir heyet Kâbil'e gönderildi. Aradaki uzun kesinti dönemleri nedeniyle yapılan görüşmeler neredeyse bütün bir yıl devam etti. Nihayet yıl sonuna doğru bir antlaşma imzalandı. Böylece Afganistan'ın tam bağımsızlığı, komşusu olan iki büyük güç tarafından da tescil edilmiş oldu. Dobbs, Kâbil'e geldiğinde Cemal Paşa Afganistan'daydı. İngiliz-Afgan heyetlerinin aralıklı olarak sürdürdükleri görüşmeler sırasında, Cemal Paşa'nın Afgan ordusunun teşkilatlandırılmasına yönelik çalışmaları çok ilerlemiş durumdaydı. Paşa, Afgan emirini, güçlü bir orduya sahip olmadıkça başarılı olamayacağına ve bu ordunun da Türk subayları denetiminde kurulabileceğine inandırmıştı. Nitekim Afgan Emiri Amanullah, 13 Temmuz 1921 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa'ya bir mektup göndererek, Türkistan üzerinden ülkesine gelen üç Türk subayının Afganistan'a yaptıkları yararlı hizmetlerden bahsediyor ve Afgan ordusunun tanzimi ve kuvvetlendirilebilmesi için bir askerî heyet göndermesini talep ediyordu. Cemal Paşa sadece bununla da yetinmemiş, Hindistan sınırındaki İngiltere karşıtı Peştu kabilelerle olan temaslarını yoğunlaştırmış, Hint ihtilâlcileri ile ilgili konularda ciddi ilerlemeler sağlamıştı. Bütün bu gelişmeler İngilizler tarafından kaygıyla izlenmekteydi.? Afgan-İngiliz antlaşmasının imzalanmasına yakın bir dönemde Cemal Paşa, Kâbil'den ayrıldı. Afgan ordusunun modernizasyonu konusunda Sovyet yönetiminin desteğini sağlamak için Moskova'ya gidiyordu. Yol üzerinde ise, o sıralarda Buhara'ya gelmiş olan Enver Paşa ile görüşmeyi planlıyordu. Ne yazık ki her iki isteği de gerçekleşmedi. Ruslar, Enver Paşa ile görüşmesine izin vermediler. Onun, Enver Paşa ile görüşmesine izin verilmeksizin doğrudan Moskova'ya gönderilmesi, Sovyet Rusya ve İngiltere'nin ortak uzlaşısıyla bölgeden ayrılmak zorunda bırakıldığını düşündürmektedir. Afgan emirinin ise ya kendi isteğiyle veya bu ülkelerin baskısı altında, Cemal Paşa'nın ayrılmasına onay vermiş olmalıdır . Cemal Paşa'nın ayrılmasından hemen sonra Türk subaylarının yönetimindeki numune kıtalarının lağvedilmesi ve bu kıtaların yönetimlerinin Afganlı subaylara devredilmesi bu ihtimali güçlendirmektedir . Kâzım Karabekir Paşa, İttihatçılara yönelik bir değerlendirmesinde, “Cemal Paşa'nın orduyu ele geçirdikten sonra emiri tahttan indireceği şeklinde söylentiler vardı” yorumunu yapmaktadır . 10 Bu konuyla ilgili gerçeği hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Cemal Paşa bir daha Afganistan'a dönemedi. Tiflis'te Ermeni komitacılar tarafından öldürüldüğü zaman Afgan Hükümeti, "Cemal Paşa Türkiye'ye ait olduğu kadar bize de aittir” diverek Sovyet Rusya'ya başvurmuş ve katillerinin derhâl yakalanmasını istemişti. Ayrıca Afganistan'da resmî yas ilan edildi. Emir Amanullah'ın bu davranışları gerçek duygularını mı yansıtıyordu, yoksa, timsahın gözyaşları mıydı? Bunu kimse bilemeyecektir. Fakat kesinlikle bilinen bir şey vardı. Cemal Paşa gibi ciddi bir düşmandan kurtulmuş olmak İngiliz yönetimini çok memnun etmişti.
273 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.