Henüz kitabın başlarında ve Slowacki’nin, Isabel için çizdiği birinci çemberi izlerken otuz yıldır kayıp olan bir kadını bulmak için mandala çizmenin iyi fikir olmadığına dair peşin bir hüküm içindeydim. Kendimce küçük ipuçlarını birleştirdim ve Isabel’in hücresinde cam kırıkları yiyerek intihar etmiş olabileceğine inandım. Bunalım geçirmiş, ihanete uğramış, işkence görmüş, bebeğini düşürmüş, gururu kırılmış ve bir avuç cam kırığı yemişti. İşte hepsi bu kadardı.. Oysa Slowacki, ne benim kadar kötümser ne de benim kadar peşin hükümlüydü. Çemberlerin gücüne dair inancı tamdı. Renkli tozlarla çalışıyordu ve ilk çemberin ışığını güneşten ikincisini gökyüzünden almıştı. Slowacki’nin mandalası dokuzuncu çemberde mükemmelliğe erecek ve renklerden oluşan bu küçük evren ona sorusunun cevabını verecekti.