Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Nass ve Tefeci-Bezirgân Sermaye Üzerine
Kapitalist düzen, kör arz-talep kanununa göre işleyen bir ekonomik sistemdir. Bu arz-talep ilişkisi, üretici tarafında arz (sunu) olarak biçimlenir; tüketici tarafında ise talep (istem) olarak belirir. İşin özeti: Piyasada bir malın arzı (sunumu) talebe (isteme) oranla artmışsa yani piyasada mal bolluğu varsa o malın fiyatı düşer. Tersine bir mala talep arzdan fazlaysa o malın fiyatı yükselir. Bu işleyişin yarattığı sonuçlar, tarımda ve sanayide yıkıcı olur. Bu yıl arzı düşük olan mal, çok para ediyor diye, gelecek sezonda fazlaca üretilir. Bu kez arz talebi aştığı için o malı üreten sanayici zarar eder hatta iflas eder. Durum tarımda o malı üreten köylü ya da tarım üreticisi için de aynıdır. Köylünün malı elinde kalır. Depolarda çürür. Çöpe atılır. Protesto amaçlı yollara dökülür. Hayvanlara yedirilir. Köylünün ürünü hayvanlara yem olurken kendisi de Tefeci-Bezirgân eline düşer, ona yem olur. Zarar ettiği yılı geçirebilmek, sonraki yılda ekim yapabilmek için gerekli olan parayı Tefeci-Bezirgân Sermayeden borç alır. Tabiî söylemeye hacet yok; köylü, tefeciye, tefeci faiziyle yani yüksek faizle; yüzde yüzleri, yüzde iki yüzleri bulan faizlerle borçlanır. Ve ondan sonra hiçbir zaman iki yakası bir araya gelmez. Ömrü, sürekli faizin faiz doğurduğu borcunu Tefeci-Bezirgâna ödemekle geçer. Hani kamyon şoförlerinin meşhur bir sözü vardır ya: “Ömür biter! Yol bitmez!”, diye. Köylü için bu söz şuna dönüşür: “Ömür biter! Borç bitmez!” Bu sürecin sonunda köylünün traktörü, diğer üretim araçları, atı, eşeği, ineği ve en sonunda da toprağı, köylünün elinden Tefeci-Bezirgâna geçer. Köylüye şehre göç yolları görünür. Yakında kaybettiğimiz Cüneyt Arkın’ın filminde olduğu gibi, köylü tüm ailesiyle birlikte, “Gurbet Kuşları”dır artık. Şehrin gecekondu semtlerine sığınmış vasıfsız, ucuz işgücüdür kapitalistler için. Arz-talep kanunu, diğer taraftan işçi-işveren ilişkilerinde de bire bir yürürlüktedir. Piyasada işgücü arzı çok, işçiye olan talep düşükse işçi ücretleri düşer. Tersinde ise artar. Fakat kapitalist düzen hep bir işsizler ordusunu hazırda tutarak, işgücüne olan talebin arzın üstüne çıkmasına asla izin vermez. Ya da tersinden söylersek: Piyasada her zaman bol miktarda işgücü arzı vardır. Bu yüzden, hele bizim gibi kapitalizmce az gelişmiş ülkelerde işsizlik, vaka-i adiyedendir. Ama toplumumuzun da kanayan yarasıdır. Bu, Parababaları tarafından halkımızın boynuna takılmış ateşten bir lale (ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka), toplumumuzu yiyip bitiren ümmül habaistir (kötülüklerin anasıdır). Günlük hayatta bu, İşçi Sınıfımızın karşısına; “Bu ücreti beğenmiyorsan işte kapı, bu ücretin yarısına çalışacak milyonlarca işçi dışarıda bekliyor”, hain cümlesiyle çıkar. Bu rezil cümle, hem tek işçinin biraz daha insanca yaşamak için yaptığı ücret artışı talebinde hem de işçilerin topluca yaptıkları ücret artışı taleplerinde ortaya çıkıverir. Hatta sarı sendikacılar tarafından, sözüm ona sendikalaşmış-örgütlenmiş işçilerin bile duydukları zehirli cümledir, bu cümle. Hele ülkemizi sığınmacılar cennetine çeviren Devr-i Tayyip’te bu cümle şu hale gelir: “İşte kapı, bu ücretin üçte birine, dörtte birine çalışmak için can atan milyonlarca Suriyeli, Afgan vb. işsiz dışarıda bekliyor.” Kapitalist düzen dediğimize bakılmasın. Yeryüzünde artık kapitalizmin yaratıcı serbest rekabetçi biçimi yoktur. Kısa ve öz söylemle artık tüm dünyada Tekelci Kapitalizm demek olan Emperyalist sistem hâkimdir. Emperyalizmi yalnızca dış bir olgu sanmak, kapitalizmce gelişmiş ülkelerin, geri ülkeleri sömürmesi olarak anlamak, daha doğrusu buna indirgemek, emperyalizmi tam olarak anlamamıza yetmez. Çünkü artık en geri ülkede bile yabancı emperyalistlere hizmet eden, onların işbirlikçisi olan Tekelci Kapitalistler, güzel Türkçemizle söylersek Parababaları vardır. Hatta onların varlığı sayesinde 21’inci Yüzyıl’da hâlâ yarısömürge haline getirilebiliyor kapitalizmce geri kalmış ülkeler. Yoksa ne denli ekonomik ve teknolojik güce sahip olurlarsa olsunlar, Irak, Afganistan örneklerinde gördüğümüz gibi, Batılı Emperyalistler bir ülkeyi işgal edip sürgit hâkimiyetlerini kuramıyorlar. Ülkeleri sömürge statüsünde tutarak sömürme çağı çoktan geçmiştir. Ve bu noktada ülkemize ve halklarımıza düşen bir onur nişanı vardır. Tüm dünyaya “Yedi Düvel”in yenilebileceğini, “geldikleri gibi gideceklerini” gösteren bir Kuvayimilliye (Ulusal Kurtuluş Savaşı) vermiş, bunu başarıyla sonuçlandırmış ilk ülkenin yurttaşları olma onurunu taşıyoruz. Ama… İşte mesele de bu “ama”da toplanıyor. Türkiye çapında bir Ulusal Kurtuluş Savaşını başarmış ülkede bile eğer Kurtuluş-Bağımsızlık, Toplumsal Kurtuluşla (Sosyalizmle) taçlanmamışsa o ülke, Modern (Kapitalist) ve Antika (Tefeci-Bezirgân) Parababalarının ihanetleriyle adım adım yeniden o Emperyalist ülkelerin tahakkümüne giriyor. O ülkede, ABD-İngiltere-İsrail, bir Tayyip bulup onu, her istediklerini yaptırmak üzere, iktidara getirebiliyor. Onu 20-21 yıl iktidarda tutabiliyor. Onu kendi “BOP Projesi”ne eşbaşkan tayin edebiliyor. Irak’ta işgale gelecek ABD askerleri Anadolu’da konuşlansın diye tezkere çıkarttırabiliyor. (Bu tezkerenin Anayasa gereğince geçmemiş sayılması Tayyip’in tezkere çıksın diye sarfettiği gayreti unutturamaz.) Ve Tayyip, Irak’ı işgale gelmiş kefere askerleri için The Wall Street Journal’a 2003 yılında yazdığı bir makalede şöyle diyordu; “We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties…” Yani… “Cesur genç erkek ve kadın askerlerinizin vatanlarına mümkün olan en düşük kayıpla dönmelerini ayrıca umuyor ve dua ediyoruz…” Hani çok Müslüman geçiniyorlar ya… Tayyip’in bu cümlesini okuyunca sanırsınız ki, Müslüman Irak, kefere ABD’ye savaş açmış, ABD topraklarını işgal etmiş de Tayyip, bu Müslüman Irak askerlerinin ülkelerine sağ salim dönmeleri için dua ediyor. Ey ihanet, sen nerelere kadar uzanabiliyorsun! Türkiye’de Tefeci-Bezirgân Sermaye Batı’da Tefeci-Bezirgân Sermaye tasfiye edilerek, feodal zincirler yok edilerek serbest rekabetçi kapitalizm doludizgin gelişebilmiştir. Feodalizm yalnızca derebeylerin iktidarı değildir. Aynı zamanda Tefeci-Bezirgân Sermaye ile Kilisenin (Ruhban Sınıfının) da iktidarı demektir. İşte Batı’da Feodallerden ve Tefeci-Bezirgân Sermayeden oluşan “Dünya Derebeyliği” ile Kiliseden (Ruhban Sınıfından) oluşan “Din Derebeyliği”nin iktidarı yerle bir edilerek yapılan Sosyal Devrimle Serbest Rekabetçi Kapitalist düzen kurulmuştur. Bu yeni düzen, kapitalist düzen, toplumları Ortaçağ’ın Basit Yeniden Üretim Konağından Geniş Yeniden Üretim Konağına taşımıştır. Bizim gibi ülkelerde ise Kapitalizme geçiş bu kadar net ve katışıksız olamamıştır. Çünkü kapitalizme geçiş bizde kapitalizmin tekelci aşamasında, emperyalizm çağında olmuştur. İçeride zayıf Kapitalist Sınıfı, bir yandan tekelcileşirken, bir yandan da geniş halk kitlelerini kendi sömürü düzenine razı edebilmek için halkı kandırmak konusunda binlerce yıllık deneyime sahip olan Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı ile ittifaka girmiştir. Ve bu iki vatan millet kavramı nedir bilmeyen sınıf (daha doğrusu zümre), Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş halklarımızı, kolayca emperyalist metropollere (20’nci Yüzyıl’da emperyalizm kenefinin jandarması olan ABD Emperyalizmine) peşkeş çekmiştir. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle bu emperyalizme teslimiyet, tam bir uşaklık düzeyine çıkmıştır. Öylesine ki, Menderes, Dışişleri Bakanlığına atayacağı kişiyi ABD’nin Türkiye Büyükelçisine sunarak Beyaz Saray’ın onayını istemiştir. Devletin her kademesine, Ordu’nun tüm komuta merkezlerine ABD uzmanları yerleştirilmiş, CIA ajanları “Barış Gönüllüleri” yaftasıyla en ücra köyümüze kadar nüfuz etmiştir. Antika, Modern Parababaları el ele vererek halklarımızı, Kurtuluş Savaşı’mızda en büyük müttefikimiz olan Sovyetler Birliği’ne düşman, en büyük düşmanımız olan “Yedi Düvel”e (Emperyalist Devletlere) dost haline getirdiler çok kısa zamanda. Bunu da en çok din maskesi takınarak yaptılar. Halkımızı Allah’la aldattılar. Sosyalizm gelirse din elden gider, ahlâk diye, namus diye bir şey kalmaz, diyerek yıkadılar insanlarımızın beynini. Hatta öylesine namus elden gider ki; “Kendi evine geldiğinde vestiyerde birinin şapkası asılıysa sen kendi evine giremezsin, çünkü eşin bir başkasıyladır, sen müdahale edemezsin”, dediler. Bu ve buna benzer rezil demagojilerle cahil halkımızı peşlerine taktılar. Sosyalizm, komünizm kelimeleri küfür anlamına gelir oldu. Örneğin İç Anadolu’da söylenen Kürtçe bir türküde mealen; “Seni bana vermediler yoksulum diye, bir komüniste verdiler”, dedirtecek derecede yıkandı halklarımızın beyinleri. Yani sevilen kızın bir zengine, ağanın ya da Tefeci-Bezirgânın oğluna verilmesi “komüniste vermek” biçiminde dile getirilir oldu. Bunu Finans-Kapitalistler tek başlarına başaramazlardı. Tefeci-Bezirgân Sermaye bu işi bin yıllardan bu yana yapan, bu konuda eşsiz bir tecrübeye sahip, Ortaçağ kalıntısı bir sınıftı. Yerli yabancı Finans-Kapitalistler işte bu halk düşmanı, tıpkı kendileri gibi vatan millet kavramlarını bilmeyen sınıfla ittifakı en yararlı ittifak olarak gördüler. Önlerine atılacak bir kemik, onların halkı Finans-Kapitalin zafer arabasına koşmaları, salhaneye giden koyun sürüsüne çevirmeleri için yeterliydi. Parsanın büyüğü Finans-Kapitalistlere kaldıkça bu oyun çok kazançlı bir oyundu, bu oyun bugüne kadar sahneden hiç inmedi. Tabiî parsanın daha da büyüğü uluslararası tekellerin, yabancı Parababalarınındı. Onlar açısından bakınca ise yerli Parababalarının önüne bir kemik atıyorlar malın büyüğünü kendileri götürüyordu. Böylesi sömürüye can dayanmazdı. Dayanamadı. Demokrat Parti iktidarı, 10 yıl yaşayabildi. 27 Mayıs günü Kuvayimilliye Gelenekli Ordu Gençliği tarafından alaşağı edildi. Bakmayın kimilerinin 27 Mayıs bir darbeydi demelerine. O, halk yararına demokratik kazanımlar getiren bir Politik Devrimdi. Hâkim sınıfı iktidardan alaşağı edip emekçi sınıfları iktidara getiren Sosyal bir Devrim değildi. Ama hâkim sınıfların tahakkümünü kısmen de olsa frenleyen ve halka soluk aldıran bir hareketti. Dolayısıyla Politik bir Devrimdi. Daha da önemlisi, Faşist Mussolini’nin İtalya Ceza Yasasından alınma Türk Ceza Kanununun141-142’nci maddelerini ortadan kaldırmasa bile, Sosyalizmi serbest bıraktı. Hatta 27 Mayıs’ın lideri yapılan Cemal Gürsel; “Türkiye’de bir komünist partiye de ihtiyaç var”, diyebildi. Fakat sosyal gerçeklik her şeyi belirledi. 27 Mayıs’ın bütün halkçı iyi niyetlerine rağmen İşçi Sınıfı ekonomik ve siyasi anlamda örgütlü olmadığı için zaman yine Parababalarının lehine işledi. Sular, Finans-Kapital+Tefeci-Bezirgân Sermaye sınıflarının değirmenine aktı. ABD’de devşirilmiş, Morrison Firmasının adamı olduğu için “Morrison Süleyman” diye anılan Süleyman Demirel “Çoban Sülü”ye dönüştürülerek iktidar yapıldı. ABD’nin Para-Casus-Ordu gücü, bizim yerli Parababalarını emrine alınca, onların kanalından Tefeci-Bezirgân Sermaye temsilcilerini Türkiye sathına salınca halkımız; “Bizden biri, işte adı üstünde Çoban Sülü”, diyerek Demirel’in peşine takıldı. Oysa kendisi Isparta Tefeci-Bezirgân ailelerinden birinin çocuğuydu. ABD’nin Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatma projesi olan “Yeşil Kuşak Projesi” aksamadan yürüyordu. Ama bu da yetmedi tabiî. Demirel’in İstanbul Teknik Üniversitesinden sınıf arkadaşı, profluğa kadar yükselmiş Hoca Necmeddin Erbakan piyasaya sürüldü. “Milli Görüş” adı altında millilikle, yerlilikle hiçbir ilgisi bulunmayan ABD yapımı bir hareket yaratıldı. Tefeci-Bezirgân Sermayenin doğrudan yuvalanıp yönettiği bu hareket, zaman zaman yasaklanmış gibi gösterilse de, hep korunup kollandı. 12 Eylül Faşist Darbesinin reisi Kenan Evren sözde bunlara da karşı yapmıştı darbeyi. Fakat el altından Türkiye’den kaçmış olan N. Erbakan’ı siyaset yapması için çağıran da yine K. Evren’di “netekim”. Tabiî Tefeci-Bezirgân Sermayenin marifeti yalnızca siyasi parti kurmaktan ibaret değildi. Diyanetin imam kadroları, İmam Hatip Liseleri ve mezunları, tarikatlar, Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyeti vb. vb. örgütlenmelerle halk içinde gericiliğin yayılması, Ortaçağ özleminin (Şeriatçılığın) örgütlenmesi hızla yürüdü. Bir de buna Kontrgerilla’nın siyasi ayağı olan MHP Faşizmi eklendi. Onlar da “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümandılar”, ABD’nin Panama’daki Kontrgerilla üssünde dünya çapında ilk yetiştirilen Kontrgerillacılardan olan, ABD hizmetkârı Alparslan Türkeş sayesinde. ABD’nin NATO’ya alırken ülkelere kurulmasını şart koştuğu, kanunsuz Süper NATO ya da Türkiye’deki adıyla Kontrgerilla’nın siyasi yapılanması olan MHP, onun yavrusu Ülkü Ocakları eliyle, ABD çıkarlarını kayıtsız şartsız savunan ve devrimci düşmanlığını tek tek cinayetler ve toplu katliamlarla hayata geçiren sözüm ona bir milliyetçilik, halklarımızın başına bela edildi. Ve bu bela, dinci belayla birlikte “Cumhur İttifakı” adı altında halen görev başındadır. Devr-i Tayyip’te, Tefeci-Bezirgân Sermaye Palazlanıyor Finans-Kapitalistler (Tekelci Burjuvalar), günümüz dünyasının kayıtsız şartsız egemenidirler. Dünya çapında ABD ve diğer Emperyalist Metropollerin Finans-Kapitalistleri, tüm dünyadaki kapitalist ülkeleri ekonomik tahakkümleri altında tutar. Bu hâkimiyet soyut bir kavram değildir. Uluslararası Finans-Kapitalistler, yerli-işbirlikçi Finans-Kapitalistleri, önlerine küçük bir kemik atarak, kendine bağlar. Öbür türlü sayıları birkaç yüzü geçmeyecek uluslararası tekelin tüm dünyayı avucunun içine alması mümkün değildir. Fakat bir ülkenin yerli Finans-Kapitalistleri de toplum düzeyinde bir avuç kadardır. Türkiye için söylersek 30-40 bilemedin 50 aileden oluşan, sayıları 300-500 kişiyi geçmeyen bir azınlık zümredir Finans-Kapitalistler-Parababaları. Bu sayıca azlığını örgütlülüğü sayesinde aşar Parababaları. Çünkü ekonomiyi yani altyapıyı elinde bulundurduğu için üstyapıyı da (siyasetten dine, felsefeye; kültürden sanata, ahlâka kadar her şeyi) o belirler. Bir diğer büyük silahı da Tefeci-Bezirgân Sermayeyi yedeğine almasıdır. Tefeci-Bezirgân Sermayenin en büyük silahı ise halkı Kur’an’ın deyişiyle; Allah’la aldatmaktır. Tüm bu olanaklar bir araya gelince sayıları 300-500’ü geçmeyen Modern Parababaları (Finans-Kapitalistler) ile sayıları 3000-5000’i geçmeyen Antika Parababaları (Tefeci-Bezirgânlar) tüm milletmiş gibi görünür. Daha doğrusu kendini öyle gösterebilir. Gösteriyor… Tefeci-Bezirgân Sermaye temsilcileri Tayyipgiller, yine ABD’nin eliyle ama bu kez İngiltere ve İsrail ile birlikte iktidara taşındı. Bilindiği üzere üç şart öne sürmüşlerdi: ABD’nin BOP Projesinin gerçekleştirilmesine yardımcı olacaklar, Ilımlı İslam uygulamasını hayata geçirecekler ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için çalışacaklardı. Bu şartları kabul ederek ve Milli Görüş (ama ne milli görüş…) gömleğini çıkararak gerektiğinde papaz gömleği giymeyi kabullenerek (bu son söylediğimiz bizzat Tayyip’in kendi ağzından çıkmış sözüdür) iktidar oldular. Tabiî yine Finans-Kapitalistler, özellikle de yabancı Finans-Kapitalistler efendi, Tefeci-Bezirgân Sermaye ve temsilcileri uşak rolünde bulunmak koşuluyla yürüdü bu rezil ittifak. Fakat iktidar nimetlerinden yararlanmayı en üst düzeyde başaran AKP’li Tefeci-Bezirgânlar ve üst düzey siyasi temsilcileri, başta Tayyip ve avenesi olmak üzere, küplerini doldurarak Finans-Kapitalistleştiler: “Tek bir yüzükle geldim. Bir gün zenginleşirsem bilin ki çalmışımdır”, diyen Tayyip, Abdüllatif Şener’in deyişiyle 300 milyar doların sahibidir. Tıpkı Tayyip’in evlatları gibi Bin (Milyar) Ali’nin çocukları da “gemicik” filolarına sahiptir. Yurt dışı bankalarda milyarları vardır. Beşli, onlu, otuzlu çeteler vb.leri de çaplarına göre Finans-Kapitalistleştiler. “128 milyar nerede?”, sorusunun cevabı da buradadır. Ama parsanın büyüğü, hep yabancı Parababalarının oldu: Bankaları yabancı sermayeye sattılar. Şu anda Türkiye Bankacılığının (ki en kârlı alandır) yüzde sekseni yabancı Parababalarının tekelindedir: “Bankacılık Sektörü 2022 Nisan aylık verileri açıklandı. Sektör 2021 yılı Nisan ayında 4,3 milyar TL Net Kâr açıklarken 2022 Nisan Net kârlılığı 8 kat artarak 34,9 milyar TL oldu. “Bankacılık sektörü 2021 ilk dört ayda 20,7 milyar TL Net kâr açıklarken 2022 ilk dört ay kârlılığı da %374 artırarak 98,2 milyar TL olarak gerçekleştirdi ve 2021 yıl sonundaki 92,9 milyar TL’lik kârlılığını da ilk dört ayda geçmiş oldu.” (paraanaliz.com/2022/yazarlar/e...) İstanbul Borsası bile katar da dahil yabancı sermayenin at oynattığı bir alandır. Şeker fabrikalarını sattılar. Sonuç: Şekeri yabancı tekellerden ve tekel fiyatıyla alıyoruz: “Son bir yılda şekerin kilosu 6.5 TL’den 24 TL’ye, çuvalı yaklaşık 220-250 TL’den 1.100 TL’ye yükseldi.” (birgun.net/haber/sekere-bu...) SEKA’yı yok ettiler. Artık kâğıt ihtiyacımızın neredeyse tamamı yabancı tekellerden avro verilerek sağlanıyor. Sonuç: “Kâğıdın tonu bir yılda 5 bin liradan 25 bin liraya çıktı. Boya, kalıp gibi maliyetler nedeniyle basılan kitaplar da yüzde 50-100 arasında zamlandı. Yayıncılar zorda.” (cumhuriyet.com.tr/ekonomi/kagit-f...) Örnekleri çoğaltmanın gereği yok. Bir de Tayyip’in kendisi ve hınk deyicisine dönüşmüş Arkabahçelisi çıkıp “Milli ve Yerli” edebiyatı yapmıyorlar mı… İnsanın çıldırası geliyor. Bir de Tayyip’in doğradığı “Nass” var ki, değil civcivler Mamutları, Dinozorları getirsen yutamazlar Neymiş efendim, Faiz sebep, enflasyon sonuçmuş. Zaten “Nass” da bunu “faiz haramdır” diyerek apaçık ortaya koymuş. “Sana bana ne ola ki…” Böyle buyuruyor hazret. İyi de bu “Nass” tarihe karışalı yüzyıllar geçti. Hatta Muaviye’nin iktidar olmasıyla birlikte Tefeci-Bezirgân Sermaye iktidarı kurulduğu için o günden beri bu “Nass” sizlere ömür. Ve sen kalkıp 21’nci Yüzyıl’da, kapitalizmin tekelci çağında, faizi ortadan kaldıracaksın öyle mi? Hem temsil ettiğin sınıflar hem de kendin tekelci-emperyalist ülkelere, özellikle de ABD’ye göbekten bağlıyken ve onlara uşaklık etmeyi en büyük beceri sayarken bunu başaracaksın öyle mi? Gülerler kedinin çamaşır yıkamasına… TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), TÜİK olmazdan önce DİE idi. Yani açık yazılımıyla Devlet İstatistik Enstitüsü idi. DİE her yıl bir “Yıllık” yayınlardı. O Yıllıklarda Türkiye’de ve belli başlı ülkelerdeki enflasyon rakamları da verilirdi. Ve o tablolarda Sovyetler Birliği’ndeki rakam, her yıl için 0 (yazıyla sıfır) olurdu. Çünkü orada planlı ekonomi uygulanıyor ve gelir olabildiğince eşit dağıtılıyordu. Demek ki, faizle ilgili Nass’ın uygulanabilmesi için Sosyalist bir düzen kurmak gerekiyor. E, sen Sosyalist misin? Sümme haşa!.. Öyleyse… Türkiye’de Kuvayimilliye yadigârı ne kadar fabrika varsa sattın. Satılan fabrikalar çok kısa sürede yabancı tekellerin mülkiyetine geçti. Yabancı tekeller, bu fabrikaların üretimlerini durdurdu. Türkiye’de üretim yapmak yerine başka ülkelerde hazır üretimde olan fabrikalarının mallarını ithal etmeyi daha kârlı buldular. Örneklerle sözü uzatmamak adına bir örnek verecek olursak: Şeker fabrikalarını sattınız. Köylünün pancar üretme kotalarını iyice daralttınız. Önce köylüyü üretimin dışına attınız. Sonra bu fabrikaları satın alan, özellikle yabancı tekeller, tek tek kapattı bu fabrikaları. Böylece işçileri de işsiz ve üretim dışı bıraktınız. Ve şeker artık ithal edilen bir üründür güzelim, bereketli topraklara sahip ülkemizde. Yani dolarla dışarıdan alınan bir metaya dönüştü şeker. E, dolar da yine sayenizde aldı başını 18 liralara kadar yükseldi. İthal şekerin kilosu şu anda perakende piyasada 24-25 liradır. Diğer taraftan düşük teknolojili sanayimiz, üretim yapabilmek için ithalat (dışalım) yapmak zorunda. Çünkü sanayi ürünlerimizi üretebilmek için her yüz liralık girdinin, yetmiş liralık kısmını ithal etmemiz gerekiyor. Dışarıya satacağımız her yüz liralık mal için de aynı şekilde önce yetmiş liralık ithalat yapmamız gerekiyor. Yani dolar gerekiyor. E, yine geldik aynı yere; sayende dolar 18 liralarda dolaşıyor. Böyle bir ülkede enflasyon olmaz da ne olur? Enflasyon olunca ne olur? Bugün yüz liraya 4 kg şeker alabiliyorken, 6 ay sonra şekerin kilosu 50 liraya çıkarsa 2 kilo alabilirsin demektir. Pekiyi, zar zor geçinen bir halk olduğumuz için pek tasarruf edemiyoruz ama sayenizde cukkaları götüren Parababaları paralarını ne yapsınlar? TL’de tutup enflasyonun kemirmesine mi bıraksınlar? Devleti tokatlayacak kadar zeki bu vurguncuların böyle bir aptallık yapacakları beklenebilir mi? Beklenemez. Ne yapar bu uyanıklar? Paralarını dövize; dolara, avroya yatırırlar. Bunu hiçbir güç engelleyemez. Bunu engelleyebilecek tek bir mekanizma vardır: Enflasyon oranından daha yüksek oranda faiz vermek. Ama sen Müslümansın ya… Faize karşısın ya… Nass, “faiz haramdır” diyor ya… Zınk diye iktidarının 19’uncu senesinde bu Nass’ı görüyorsun ve hayata geçirmeye çalışıyorsun. Öyle mi? Eğer öyleyse bizim de aklımıza şöyle bir şey geliyor: Hani ABD’nin şu meşhur “Yeşil Kuşak Projesi”ni hayata geçirmek için açılan, açtırılan, bizzat tarafınızdan teşvik edilerek sayıları rekorlar kıran Kur’an Kurslarından, İmam Hatiplerden mezun olan on binlerce, yüz binlerce hafızdan (Kur’an’ı ezberlemiş kişilerden) yüz tanesinden, okuduğu Sureleri, Ayetleri bize tercüme etmesini istesek acaba kaçı gerçekten tercüme eder? Hadi sıfır demeye dilimiz varmıyor. Bir ikisi desek belki de abartmış oluruz. Şeytan diyor ki, Tayyip de İmam Hatip mezunu ya… Hatta hafız ya… O da mı sadece ezberledi Kuran’ı, anlamını bilmez mi acaba? Bu günlerde acaba bir Aksakallı Pir, Tayyip’in rüyasına girdi de bu Nass’ı kulağına o mu fısıldayı mı verdi? Böylece Tayyip, Nass konusunda hidayete mi eriverdi?.. Söz bu kadar Nass’tan açılmışken… Tek Nass elbette faizle ilgili olan Nass değildir. Örneğin: “Çalmayacaksın”, bir Nass’tır. Yürürlüğe koysak başta Tayyip olmak üzere Tayyipgiller’den tek kişi dışarıda kalabilir mi? Örneğin: “Öldürmeyeceksin”, bir Nass’tır. Gezi eylemlerinde ölen canların, ölüm emrini ben verdim, diyen dışarıda kalabilir mi? Örneğin: “Yalan söylemeyeceksin”, bir Nass’tır. “Camide içki içtiler. Türbanlı hanım kızımızın üzerine üstleri çıplak, meşin pantolonlu 70 kişi çişini yaptı. Camileri yaktılar”, diye yalanlar söyleyip dindar insanlarımızı gezicilerin üzerine kışkırtmak isteyen birinin cezası ne olmak gerekir? Örneğin: “İnfak (Malının, kazancının sana ve ailene yetecek kadarını elinde tut gerisini dağıt)”, bir Nass’tır. Uygulasak, ki uygulamamız gerekir, hangi Modern ve Antika Parababası bu konuda gereğini yerine getirmeyi dini bir görev beller? Vb. Vb. Biz yine gelelim bizim meşhur Nass’ımıza. Hazret yeni bir içtihat oluşturdu: Faiz yüzde 14’e kadar helaldir. Fazlası haramdır. Öyle ya Merkez Bankasının faizi yüzde 14’te çakıldı kaldı. Bir de anlıyoruz ki bu yüzde 14 de senin benim için değilmiş. Parababaları, bu faiz oranıyla Merkez Bankasından kredi çekip yine devlete (tahvil mahvil yoluyla) çok daha yüksek faiz oranlarıyla satıyorlarmış. Yani hiçbir riske girmeden, hiçbir üretim faaliyetine ihtiyaç duymadan Parababaları bu paraları cukkalıyorlar. Yetmedi Kur Korumalı Mevduat (KKM) diye bir şey icat ettiler. Yüzde on dört faiz garantili bu mevduatta eğer dolar yükselirse (sanki yükselmemesi gibi bir şık varmış gibi) bir de o farkı hazineden ödeyecekler. Ki, 21 milyar lirayı ödediler bile. Ey sevgili halkım, Ödeyecekler, verecekler, hazineden karşılayacaklar… hepsi aynı yere çıkar: Senden alıp Parababalarına aktaracaklar. Nebati bunu veciz şekilde dile getirdi zaten: “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Üretimi ve büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” Çarklar dönüyor ama bu çarkların ve dişlilerin arasında ezilen, sömürülen halklarımızdır. Ama halkın da bir hesap terazisi var. O da bu ihanetlerin, bu soygunların hesabını sormak için hazırlanıyor. Bu haramilerin, haramzadelerin halkın şaşmaz adalet terazine çıkmaları ve hesap vermeleri, çelik bilezikle tanışmaları kaçınılmazdır ve o günler çok yakındır. kurtulusyolu.org/kapitalizm-empe...
·
1.313 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.