Gönderi

120 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 4 hours
Şeirlər haqqında danışılmaz. Şeirlər yazılar, oxunar, dinlənilər və sadəcə hiss edilər. Mən buraya sadəcə daha çox sevdiyim şeirlərini buraxacağam... AŞK Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı
Üstü Kalsın
Üstü KalsınCemal Süreya · Yapı Kredi Yayınları · 202112.3k okunma
·
935 views
Mülzəm okurunun profil resmi
PERDELİ Mutluluk, Diyordu adam, Her konuda Tekrara düşecek kadar Rahat olmak. Rahatsın, Diyordu kadın, Ama o arada Birdenbire Odayı Sözgelimi Brezilya’ya Çevirir Bir çiçek. İyi niyetlidir musluk, Diyordu adam, Yüzüne çarptığın Ve içtiğin su Aynı serinliktedir. Mutluluk mu, Diyordu kadın, Mutluluk: Açan tütün Körelten tütün. ÜSTÜ KALSIN Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir.. Üstü kalsın.. BUGÜN NE? Saat gecenin bir buçuğu (bugün günlerden ne?) Gözlerinden uyku akan bir taksinin içindeyim Geçip gidiyorum bütün hayatımı da seni de Başkent en pahalı örümceğini biriktiriyor Unutkanlık, acı, acılar, acılarımız Biliyorum sen kaldın bir de hayatım kaldı geride Eğlencenin (bayağı bir şölendi) ilerlediğini Bir karnaval tadıyla ilerlediğini Bir adamın bir öykü anlattığını, bir türkü söylediğini Bir kadının saat onda masadan kalkıp gittiğini Merkez kaymakamını, rejisör yardımcısını, Medet’i Ve sonunda içinde yirmi çocuk taşıyan bir minibüs gibi ÇARPIŞTIĞIMIZI. Senin başın dönüyor, benim bir ayağım basmıyor Nasıl oluyor bütün bunlar nasıl oluyor? Biliyorum tek bir güvercin onaylamayacak bunu Tek bir sokak tek bir tezgâh tek bir saniye Eksikliğe mi alışmışım ne? Mutsuzluğa mı yoksa? Her şeyin ilk kez tam olmasını istiyorum da o mu olmuyor? Neden kişi bir çiçek koparır gibi kaldırıyor da kadehini Sonra kırgınlıkla vuruyor masaya elindeki sübyeyi? Tek bir köpek onaylamayacak bunu tek bir Mayıs Ne mi bugün? Perşembe. Sabah erken kalkmıştım Hazinenin serin ve ışıksız koridorlarından, Gelirler’den; Kâğıt hışırtısıyla dolu Bütçe’nin içinden Bakanlık berberine selâm vererek Gelmiş girmiştim odama (seviyorum da bu odayı) Evet girmiştim, şimdiyse seni ve hayatımı Ne olduğu iyice kestirilemeyen bir parıltı gibi Geride bırakarak gidiyorum. Nereye? Yarın bütün bu ağaçları sulayacaklar > Ağaçların Afroditini anımsadım şimdi O ağacın yanından geçerken gökyüzü ne derindi Ama bugünkü gökyüzü onun Ayrılıkça’ya berbat bir çevirisi Sen metinde her nasılsa üç satır atlamıştın Ben de geçmişe çevirdim bütün gelecek zaman kiplerini Böyle yetişmişim ben, içim götürmez kenarından azıcık kesilmiş ekmeği Hiç anımsamıyorum tam dolu olmayan bir bardaktan su içtiğimi Karnaval. Soytarılar. Maskelilerle birleştiriyoruz masamızı Bizim payımıza düştü şölenin kaçınılmaz trafiği Gülüşlerimiz nasıl da söndü galadan sonra sokağa atılan çiçekler gibi Ve şimdi: iki kere iki. Kırdım, evet, seni. Ama kırmıştın beni Hadi sadece kırılmıştım diyerek önleyeyim herhangi bir eleştiriyi Kalbim, Kalbim! Söyle şimdi ne yapacağım ben bu kalbi? Ne yaparım söyle daha da derine düşerse yaram Ben sana rasladığım günlerde, hangi günlerdi onlar Tuhaf şey bir günde değişiyor kişi Senden öncesi öyle uzak ki anılar bile yok sanki Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milât gibi Ve tavukçudaki hırslı Roma Valisi Yani Pontus Pilatus birlikte kurduğumuz İsa’ları çarmıha gerdi Ve sen üç satır atladın neden atladın Tek bir kuş tek bir şapka tek bir çorap onaylamayacak bunu Tek bir çiçek anlayamayacak Şu zambakgillerin akıl almaz işlerini Tek bir insan anlayamayacak Fazıl’ı: İçi boşalmağa yüz tutmuş o şiir tankerini. Ve Tahsin: Onu bir duygu taşaronu olarak ananlar olacaktır Operada Cinayet imgesine uygun işler yaptı bu ikisi Bense sessizce ayrılıp gittim yarasını kuliste saran bir soytarı gibi Tavukçu benim için artık tavşanın suyunun suyu gibi Sana gelince, ah sen yok musun sen Bir daha raslar mıyım sana Günlerin ne getireceği bilinmez ki Ben bu şiiri yazdım barok biçimi Her gün bir şiir yazacağım sana. Takvim olsun bu: aşkımın takvimi İşte sana sayfaların ilki  ROMAN OKUDUM    SENİ DÜŞÜNDÜM Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Yürürüz başkentin sokaklarında Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma Ayrılık lâfları etme sevgilim Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Börekçi! diye bağır istersen şurda Kısmet çıkar -sanırım- Emek’te oturan kıza Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben Mendilim kalmamış kâğıt peçete yok mu çantanda? Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim Madrid’de yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu Londra’da Seversin mi beni, doğru söyle ama? – Sigara? Ne eflâtun etin var, yanarca mı yanarca İnan Selimiye’nin minareleri gibisin Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya SESİN SENİN Kahkaha kesin bir sınırdır senin sesin için; geçmezsin kahkahaya. Bu da gülümsemeyi senin tapulu malın yapar. Gülmek sende gülümsemenin bir noktada taşkınlığı oluyor daha çok. Bu bakımdan gülümsemenin bütün öğelerini de birlikte getiriyor. İş bu kadar da değil, yeni birtakım öğeler de getiriyor. Ilıktır senin sesin. Güvenli olmaktan çok güven uyandırıcıdır. Konuşurken kimseyi dinlememene ne diyeceğiz peki? Buna karşılık sözcükleri sakıngan sakıngan kullanman var, ona ne diyeceğiz? Alırken suçsuz, verirken duyarlı bir ses. En büyük modaevini yönetecek olsa sinirli tonlar kazanacağına muhakkak nazarıyla bakılabilecek, ama, sözgelimi, hiçbir yerde belediye başkanı olamayacak bir sese. Sanırım, bakışlarla sesler arasında bir bağıntı kurulabilir. Belki de yanlıştır bu varsayım. Ama doğru olsa, senin sesinle bakışın arasında bir paralellik, hatta bir özdeşlik olduğu görülebilir. Daha doğrusu sendeki bu özdeşlik böyle bir varsayıma itiyor kişiyi. Kimbilir, başka belirtiler gibi, bakış ve ses de aynı ruhun değişik planlardaki görünümleridir belki de. Ruhun, özdeş yönlerini denediği organlar olabileceği gibi, çelişkin yönleriyle belirdiği organlar da vardır. Olabilir. Söz bitince senin sesin de biter; oysa sözü tüketen sesler vardır; söz tükenince de sürüp giden sesler vardır; söz tükendikten sonra başlayan sesler vardır. Senin sesin sözle özdeş. Çığlık değil, düşünce senin sesin. Ama etin, kemiğin malı olmuş bir ses. Ömründe bir iki kez büyük ihanete dadanmak isteyebilir bu ses. Küçük iha- netler onun düşünceyle kurduğu ilke- leri aşmaz, aşamaz. Ah! razı olma sevgilim, katıl. Katıl ama razı olma. Biraz da kendinden memnun bir ses. En büyük eleştiriyi, yadsımayı son anda yaparsın sen: Sanırım sende bul- duğum en doğru gözlem bu. Oysa eleş- tiriyi son anda yapmak, razı oluşun ta kendisidir. Korkaklıktır da. Şu var: Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler Razı olma hiçbir sessizliğe Biliyorsun seni seviyorum Pencereden bakmayı Öğreteceğim sana Sesin balkona asılı çamaşırcasına Havalansın, havalansın dursun Sokakta değil balkonda; dışarı çıktığın zaman romanını yastığının altına sakla; Şiirini mutfağa koy Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa, Öykünü yanına alabilirsin elbet Müziğini de, resmini de Niçin güvenemiyorsun bana? GİTSİN EFENDİM Gidilmemesi gereken bir içkievi (Dişçiler, sakatlar, kalbi çürükler gitsin) Gidilmemesi gereken bir ev Dikmen’de (Üç kâatçılar, yalancılar, pijamalılar gitsin) Gidilmemesi gereken bir ev. Y. Mahalle’de (Dönekler, uğrular, şerbetçiler gitsin) * Yolcu bir bardak çay için benimçin (âşıklar, şairler, işsizler içsin) Yaprak, mevsimin içi ve Çin-i Maçin (Devrimciler, namus erbabı, doğrucular içsin) Yolcu o şarkıyı bir kez daha dinle benimçin (Çıplaklar, mert kişiler, kuzular içsin) * Bin dokuz yüz o yıllarda içtiğim sigara (Bir yıl koynumda beslediğim yılan içsin) Tam bir yıl can alacağım var birinden (Bir yılımı da işte falan filan içsin) Her şeyi öğrenir kişi ve bağışlar sonunda (Bir anamın sütü kaldı onu da bulan içsin) * Sen son kokladığım gül: adın zambak (Sen başladın artık, her şey geçsin gitsin) Sen incelikler antolojisi, uyut beni (Sesin bir cibinlik gibi soluğumu kessin) Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.