Gönderi

120 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 4 hours
Şeirlər haqqında danışılmaz. Şeirlər yazılar, oxunar, dinlənilər və sadəcə hiss edilər. Mən buraya sadəcə daha çox sevdiyim şeirlərini buraxacağam... AŞK Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı. Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik. KANTO Ben nerde bir çift göz gördümse Tuttum onu güzelce sana tamamladım Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu Bir bunun için yaptım —     Garson bira getir Garsonun adı Barba Ben nereye gittimse bütün zulumlardı Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu Namussuz bir çağ bu biliyorsun —     Garson rakı getir Garsonun adı Hakkı Sen belki de bir resimsin ne haber Kırmızı bir Beykoz’un yanında duruyorsun Yapan bir de ağaç yapmış yanına Dallarına konsun diye kelimelerin —     Garson şarap getir Garsonun hali harap SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ? Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum Yıkadılar aldılar götürdüler Babamdan ummazdım bunu kör oldum Siz hiç hamama gittiniz mi? Ben gittim lambanın biri söndü Gözümün biri söndü kör oldum Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak Şöylelemesine maviydi kör oldum Taşlara gelince hamam taşlarına Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi Taşlarda yüzümün yarısını gördüm Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü Yüzümden ummazdım bunu kör oldum Siz hiç sabunluyken ağladınız mı? ÜVERCİNKA Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor Bütün kara parçalarında Afrika dahil Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma Yatakta yatmayı bildiğin kadar Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor Bütün kara parçaları için Afrika dahil Senin bir havan var beni asıl saran o Onunla daha bir değere biniyor soluk almak Sabahları acıktığı için haklı Gününü kazanıp kurtardı diye güzel Birçok çiçek adları gibi güzel En tanınmış kırmızılarla açan Bütün kara parçalarında Afrika dahil Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dahil Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek Pasajında akşamüstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil. RESİM Bir savaş: Otlukbeli Bir mavi: Spartaküs Bir soru: niçin Spartaküs Bir kuş: nereye gidiyon kuşu Bir çiçek: bilmem ki çiçeği Bir su: şüpheli Bir belge: noterlerinden Elbet Başkent noterlerinden Bir şair: Ahmed Arif Toplar dağların rüzgârlarını Dağıtır çocuklara erken Bir çocuk: ince burunlu Ey ince burunlu Güneyli çocuk Ne soracaksan işte sor Bir çalgı: fayton Bir içki: rakı hayır votka Bir tabanca: tabii dolu Bir haber: ölümüm yakın Bir imza: okunmuyor İŞTE TAM BU SAATLERDE İşte tam bu saatlerde bir yara gibidir su Yeni deşilmiş uçlarında sokakların, küçük uçlarında. Senin güneş sarnıcı gözlerin Ölüm yası içindeki bir evde Olmaması gereken bir şey gibi, kırılan bir ayna gibi. Bu saatlerde. Çarmıhını yanından eksik etmeyen bir İsa gibi Merdiven taşıyan bir adam görüyoruz Sırtında on iki basamak taşıyan bir adam görüyoruz Bu adamı ne kadar çok seviyorum, bu kuşu ne kadar Sen ne seviyorsun sen zaten sevince Alnınla ayıklarsın yeryüzünü, Çardaklar binaların ağızlarında Aşar gider kendi sınırlarını, Köpekler gizli bir dağı havlar. Bunlar iyidir diyorum bunlar senden haberli, Yoksa nerden bilecekler Karbon sınırında yaşayan balıklar Kovadan sızan hicret gününü, Peygamberin parmaklarına asıp paltolarını Nasıl girecekler tanrıevine Mucizesever müslümanlar, Ve On Binlerin Dönüşü sırasında Greklerin keçilerle çiftleştiği Dağ yolları neyle donanacak? Yine de yine de sevişirken Kullandığımız her kelime Hırsızın devirdiği eşya. Minibüslerle morarmış sokaklar Buğdayın parayla değişildiği Paranın ekmekle değişildiği Ekmeğin tütünle değişildiği Tütünün acıyla değişildiği Ve artık hiçbir şeyle değişilmediği acının. O sokaklarda. Saatler yağmuru gösteriyor, Bugün bu küçük salı günü Her şeyi eksik İstanbul’un, tepelerinden başka, Yalnız Galata Galata Gecenin bodrumlarında beslediği O tükenmez paslanma tutkusunu Bir ağız mızıkası halinde Denize yediriyor yavaş yavaş DÖRT MEVSİM Bahar mezarına gömsünler sizi Yapraklar gibi buluştunuzdu Kokular gibi seviştinizdi Bahar mezarına gömsünler sizi Yaz mezarına gömsünler sizi İlk kezmiş gibi buluştunuzdu Son kezmiş gibi seviştinizdi Yaz mezarına gömsünler sizi Güz mezarına gömsünler sizi Salkımlar gibi buluştunuzdu Ağular gibi seviştinizdi Güz mezarına gömsünler sizi Kış mezarına gömsünler sizi Sokaklar gibi buluştunuzdu Çarşılar gibi seviştinizdi Kış mezarına gömsünler sizi. FOTOĞRAF Durakta üç kişi Adam kadın ve çocuk Adamın elleri ceplerinde Kadın çocuğun elini tutmuş Adam hüzünlü Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü Kadın güzel Güzel anılar gibi güzel Çocuk Güzel anılar gibi hüzünlü Hüzünlü şarkılar gibi güzel AÇILMAMIŞ KAPILAR Sevdiğin kentlerin selamı sanki Sülüs kamyon şoförleri Kûfi hamallar Anılar hep sonbaharda gibidir astrakan gecede süt yıldızlar Belleğinin yerini tutar kadehindeki Taşlar taş kemerler İvedi sarmaşıklar   Hayatını sarsan binbir andan adlarını yıllara veren yargıç krallar Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir Bir kez girilmiş sokaklar Açılmamış kapılar Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin: çiçek durumu aşklar yaprak düzeni siyasalar LAVANTA Odanız kızkardeşinizdir, Büyük Ş‘lerle iner giysiniz; Bir kez onarılmış anıt mihrap; Hemen pencereye geçersiniz. Bütün şarkıları düşünün, Sizin yüzünüz çıkar ortaya, Konsolun üstünde yelpaze, Yan yana yan yana düşünün ama. En derin çizgiler, güzelim, En tatlı anlardan kalma… Değme acı baş edemez Hazların lâl oyuklarıyla. Çıkarken yığılan basamaklar Kaçı kaçıverirler inerken, Beyaz sunağıyla gotik tapınak, Eliniz sanki hep tırabzanda. Bir şeyiniz olayım sizin, Hani nasıl isterseniz, Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz; Dünyanın bir ucuna Birlikte gider miyiz? > Bekletilmiş ipeklinizden Kopmaya can atar bir düğme; Boş verin, o düğme hayın, Gider miyiz? Şimdiye dek düşünmediyseniz Bakmayın içinde ne var, Küçük bir kitaptır yaşamak Elinde tutmaya yarar. SİZ,    SAATLERİ Siz, saatleri yaşadınız. Zamantaşlarını. Niceldir saatler. Adsızdırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar. Aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile Marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıyla sınırlıdır. Günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde. Siz, saatleri yaşadınız. Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım. Aylar ayları açıklıyor. Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor. Açıklanmayan tek şey aşk: En büyük sayrılık ve en büyük sağlık. Günü tam gelmemiş olarak bir yanını gizleyen duygu. Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır. Kent yıkılıyor. Sokaklar uçtan uca kazılmış. Sesimiz radyasyon içinde. Mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler. Gözlemevinde art arda mevsimler sökülür. Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz. Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir. Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu. Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey. Yüz yıl sonra bugün yaşayan hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbir bıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılan var olmayacak. Ayrı bir kardeşlik kanıtı değil mi bu? Hayat kanıtı. Birbirimizin her yönden çağdaşıyız. Siz tebeşirle karatahtaya ne güzel yazan. Kuzular için özel bir bölüm açmayı da hiç unutmayan. Saatlerle yaşadınız. Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar. Kızböceği de göründü. Gece de uçmaya başlamış. Bakır kaptan günlük kokusu yayılır. Geceyle birlikte. Gece de. Sen Serpin, sen Nuri, orda burda nasıl dolaştırdınız. Benziyordunuz. Aynı kişi miydiniz? İki din var: siyah ve beyaz. Gerisi?.. HAFTA SEKİZ Karım vardı ya benim Karım beni gölgemle aldatıyordu, Saat yedi demeden daha Onun kollarına atılıyordu. Âşıkane cümlelerle filân hep Bir değil, on değil, Allah’ın her gecesi Karım beni gölgemle aldatıyordu… Siz siz olun da dayanın dostlar Gölgem beni artık takmaz olmuştu. Meselâ ben şapkamı çıkarsam O kazık gibi dikiliyordu, Meselâ yolda yanyanayız değil mi O bir taksi çevirip doğru eve. Gölgem beni artık takmaz olmuştu. O daima evde, karım daima güzel Delirmek işten bile değildi. Ne yapmak diye içimi yerken Gölgemin karısı aklıma geldi, Ben bu tarakta bezi olmayan Ben gölgemin karısını ayartamazdım Delirmek işten bile değildi. En makûlü çırılçıplak bir çare; Hafta sekiz cürmümeşhut bir… Karım gözlerindeki son damla maviyi Elleriyle saklıyordu her seferinde. Başka bir şey olsa insan affedebilir Ama namus vardı ortada namus, Hafta sekiz cürmümeşhut bir… Dİ GEL Hem ayrıldık hemi de öldük Kimimiz haritanın bir ucunda; kimimiz öbür Kimimizin gözlerinde jandarma mavisi Kimimizin bayrağı naftalin içinde. Ah! İnanmadık bir türlü inanamadık Gökyüzü acıyım demedi bize. Kaç turna sürüsü süzülüp gitti Buğdaylar kaçıncı sarardı üstümüze. Ah! Umutsuz türküler yaktık, ağladık Biz dayanamaz olduk gayri Di gel gayri zalım ürüzger Di gel… ŞİİR Daha bir dokunaklı gelir şarkı şarkıdan Daha bir duygulu oluruz, ağlarız Bulutlar geçmedeyken, beyazken gürültüsüz Olan umudumuzla kalakalırız ortalıkta Bizim bu insanca üzgünlüğümüz dillere destan. Daha bir yumuşak uçar kuş kuştan Gecelerin yanısıra iyimser, yavaş Yaşamanın mutluluğu sarar içimizi, serinleriz Kalıverdik mi bütün utancımızı, yoksulluğumuzu Başlar yeniden aramızda kadınlık, erkeklik, sevgililik Sevdalanırız yeni baştan. Daha bir sevgili gelir gün günden Daha bir yaşanacak buluruz yeryüzünü İçimizde bir titreme hep öyle kalan İnsanlığımızdan ötürü, güzelliğimizden, çirkinliğimizden Bize kavun karpuz veren Tanrıyı Sevmek gerektiğini biliriz…
Üstü Kalsın
Üstü KalsınCemal Süreya · Yapı Kredi Yayınları · 202112.3k okunma
·
935 views
Mülzəm okurunun profil resmi
PERDELİ Mutluluk, Diyordu adam, Her konuda Tekrara düşecek kadar Rahat olmak. Rahatsın, Diyordu kadın, Ama o arada Birdenbire Odayı Sözgelimi Brezilya’ya Çevirir Bir çiçek. İyi niyetlidir musluk, Diyordu adam, Yüzüne çarptığın Ve içtiğin su Aynı serinliktedir. Mutluluk mu, Diyordu kadın, Mutluluk: Açan tütün Körelten tütün. ÜSTÜ KALSIN Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir.. Üstü kalsın.. BUGÜN NE? Saat gecenin bir buçuğu (bugün günlerden ne?) Gözlerinden uyku akan bir taksinin içindeyim Geçip gidiyorum bütün hayatımı da seni de Başkent en pahalı örümceğini biriktiriyor Unutkanlık, acı, acılar, acılarımız Biliyorum sen kaldın bir de hayatım kaldı geride Eğlencenin (bayağı bir şölendi) ilerlediğini Bir karnaval tadıyla ilerlediğini Bir adamın bir öykü anlattığını, bir türkü söylediğini Bir kadının saat onda masadan kalkıp gittiğini Merkez kaymakamını, rejisör yardımcısını, Medet’i Ve sonunda içinde yirmi çocuk taşıyan bir minibüs gibi ÇARPIŞTIĞIMIZI. Senin başın dönüyor, benim bir ayağım basmıyor Nasıl oluyor bütün bunlar nasıl oluyor? Biliyorum tek bir güvercin onaylamayacak bunu Tek bir sokak tek bir tezgâh tek bir saniye Eksikliğe mi alışmışım ne? Mutsuzluğa mı yoksa? Her şeyin ilk kez tam olmasını istiyorum da o mu olmuyor? Neden kişi bir çiçek koparır gibi kaldırıyor da kadehini Sonra kırgınlıkla vuruyor masaya elindeki sübyeyi? Tek bir köpek onaylamayacak bunu tek bir Mayıs Ne mi bugün? Perşembe. Sabah erken kalkmıştım Hazinenin serin ve ışıksız koridorlarından, Gelirler’den; Kâğıt hışırtısıyla dolu Bütçe’nin içinden Bakanlık berberine selâm vererek Gelmiş girmiştim odama (seviyorum da bu odayı) Evet girmiştim, şimdiyse seni ve hayatımı Ne olduğu iyice kestirilemeyen bir parıltı gibi Geride bırakarak gidiyorum. Nereye? Yarın bütün bu ağaçları sulayacaklar > Ağaçların Afroditini anımsadım şimdi O ağacın yanından geçerken gökyüzü ne derindi Ama bugünkü gökyüzü onun Ayrılıkça’ya berbat bir çevirisi Sen metinde her nasılsa üç satır atlamıştın Ben de geçmişe çevirdim bütün gelecek zaman kiplerini Böyle yetişmişim ben, içim götürmez kenarından azıcık kesilmiş ekmeği Hiç anımsamıyorum tam dolu olmayan bir bardaktan su içtiğimi Karnaval. Soytarılar. Maskelilerle birleştiriyoruz masamızı Bizim payımıza düştü şölenin kaçınılmaz trafiği Gülüşlerimiz nasıl da söndü galadan sonra sokağa atılan çiçekler gibi Ve şimdi: iki kere iki. Kırdım, evet, seni. Ama kırmıştın beni Hadi sadece kırılmıştım diyerek önleyeyim herhangi bir eleştiriyi Kalbim, Kalbim! Söyle şimdi ne yapacağım ben bu kalbi? Ne yaparım söyle daha da derine düşerse yaram Ben sana rasladığım günlerde, hangi günlerdi onlar Tuhaf şey bir günde değişiyor kişi Senden öncesi öyle uzak ki anılar bile yok sanki Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milât gibi Ve tavukçudaki hırslı Roma Valisi Yani Pontus Pilatus birlikte kurduğumuz İsa’ları çarmıha gerdi Ve sen üç satır atladın neden atladın Tek bir kuş tek bir şapka tek bir çorap onaylamayacak bunu Tek bir çiçek anlayamayacak Şu zambakgillerin akıl almaz işlerini Tek bir insan anlayamayacak Fazıl’ı: İçi boşalmağa yüz tutmuş o şiir tankerini. Ve Tahsin: Onu bir duygu taşaronu olarak ananlar olacaktır Operada Cinayet imgesine uygun işler yaptı bu ikisi Bense sessizce ayrılıp gittim yarasını kuliste saran bir soytarı gibi Tavukçu benim için artık tavşanın suyunun suyu gibi Sana gelince, ah sen yok musun sen Bir daha raslar mıyım sana Günlerin ne getireceği bilinmez ki Ben bu şiiri yazdım barok biçimi Her gün bir şiir yazacağım sana. Takvim olsun bu: aşkımın takvimi İşte sana sayfaların ilki  ROMAN OKUDUM    SENİ DÜŞÜNDÜM Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Yürürüz başkentin sokaklarında Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma Ayrılık lâfları etme sevgilim Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Börekçi! diye bağır istersen şurda Kısmet çıkar -sanırım- Emek’te oturan kıza Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben Mendilim kalmamış kâğıt peçete yok mu çantanda? Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim Madrid’de yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu Londra’da Seversin mi beni, doğru söyle ama? – Sigara? Ne eflâtun etin var, yanarca mı yanarca İnan Selimiye’nin minareleri gibisin Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya SESİN SENİN Kahkaha kesin bir sınırdır senin sesin için; geçmezsin kahkahaya. Bu da gülümsemeyi senin tapulu malın yapar. Gülmek sende gülümsemenin bir noktada taşkınlığı oluyor daha çok. Bu bakımdan gülümsemenin bütün öğelerini de birlikte getiriyor. İş bu kadar da değil, yeni birtakım öğeler de getiriyor. Ilıktır senin sesin. Güvenli olmaktan çok güven uyandırıcıdır. Konuşurken kimseyi dinlememene ne diyeceğiz peki? Buna karşılık sözcükleri sakıngan sakıngan kullanman var, ona ne diyeceğiz? Alırken suçsuz, verirken duyarlı bir ses. En büyük modaevini yönetecek olsa sinirli tonlar kazanacağına muhakkak nazarıyla bakılabilecek, ama, sözgelimi, hiçbir yerde belediye başkanı olamayacak bir sese. Sanırım, bakışlarla sesler arasında bir bağıntı kurulabilir. Belki de yanlıştır bu varsayım. Ama doğru olsa, senin sesinle bakışın arasında bir paralellik, hatta bir özdeşlik olduğu görülebilir. Daha doğrusu sendeki bu özdeşlik böyle bir varsayıma itiyor kişiyi. Kimbilir, başka belirtiler gibi, bakış ve ses de aynı ruhun değişik planlardaki görünümleridir belki de. Ruhun, özdeş yönlerini denediği organlar olabileceği gibi, çelişkin yönleriyle belirdiği organlar da vardır. Olabilir. Söz bitince senin sesin de biter; oysa sözü tüketen sesler vardır; söz tükenince de sürüp giden sesler vardır; söz tükendikten sonra başlayan sesler vardır. Senin sesin sözle özdeş. Çığlık değil, düşünce senin sesin. Ama etin, kemiğin malı olmuş bir ses. Ömründe bir iki kez büyük ihanete dadanmak isteyebilir bu ses. Küçük iha- netler onun düşünceyle kurduğu ilke- leri aşmaz, aşamaz. Ah! razı olma sevgilim, katıl. Katıl ama razı olma. Biraz da kendinden memnun bir ses. En büyük eleştiriyi, yadsımayı son anda yaparsın sen: Sanırım sende bul- duğum en doğru gözlem bu. Oysa eleş- tiriyi son anda yapmak, razı oluşun ta kendisidir. Korkaklıktır da. Şu var: Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler Razı olma hiçbir sessizliğe Biliyorsun seni seviyorum Pencereden bakmayı Öğreteceğim sana Sesin balkona asılı çamaşırcasına Havalansın, havalansın dursun Sokakta değil balkonda; dışarı çıktığın zaman romanını yastığının altına sakla; Şiirini mutfağa koy Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa, Öykünü yanına alabilirsin elbet Müziğini de, resmini de Niçin güvenemiyorsun bana? GİTSİN EFENDİM Gidilmemesi gereken bir içkievi (Dişçiler, sakatlar, kalbi çürükler gitsin) Gidilmemesi gereken bir ev Dikmen’de (Üç kâatçılar, yalancılar, pijamalılar gitsin) Gidilmemesi gereken bir ev. Y. Mahalle’de (Dönekler, uğrular, şerbetçiler gitsin) * Yolcu bir bardak çay için benimçin (âşıklar, şairler, işsizler içsin) Yaprak, mevsimin içi ve Çin-i Maçin (Devrimciler, namus erbabı, doğrucular içsin) Yolcu o şarkıyı bir kez daha dinle benimçin (Çıplaklar, mert kişiler, kuzular içsin) * Bin dokuz yüz o yıllarda içtiğim sigara (Bir yıl koynumda beslediğim yılan içsin) Tam bir yıl can alacağım var birinden (Bir yılımı da işte falan filan içsin) Her şeyi öğrenir kişi ve bağışlar sonunda (Bir anamın sütü kaldı onu da bulan içsin) * Sen son kokladığım gül: adın zambak (Sen başladın artık, her şey geçsin gitsin) Sen incelikler antolojisi, uyut beni (Sesin bir cibinlik gibi soluğumu kessin) Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.