Çooox, çooox gözəl bir kitab idii...
ALACAK
Yol kenarındaki
Yağmur mazgallarını
Kumbara sanıp
Harçlığımı atardım
Bu yüzden en çok
Denizden alacaklıyım
GİDERKEN
Bilerek mi yanına
Almadın giderken
Başının yastıkta
Bıraktığı
Çukuru
Güveniyordum
Oysa ben sevgimize
Vapur iskelesi
Ya da tren istasyonundaki
Saatin doğruluğu kadar
Beni senin gibi
Bir de annem terketmişti
Ki göbeğimde durur
Onun yokluğundan
Bana kalan
Çukur
LEBLEBİ
Nasıl ayrılır
Ürkeklik
Ayakları ilk kez
Bir mısır tarlasına
Değen kargadan
Ne zaman
Karar verir rüzgar
Fırıldakla oynamayı bırakıp
Kızların eteklerini uçuşturmaya
Ne yazar
Anı defterine
Kuru bir tarlaya
İlk düşen
Yağmur damlacığı
Akıllı çocuğun
Bilgisayarıdır leblebi
Siz hiç anlamadınız mı
Leb denmeden
Bir şeyleri...
AYNA OYUNU
Mahalledeki en güzel kızın
Duvara aynasından
Yansıttığı ışığı
Nedendir bilmem
Hep ben yakalardım
Onca çocuğun
Elleri arasından
AİLE BOYU
Ezilmiş bir çocukluk benimkisi
Bir iskelenin
Vapurlarının yanaştığı yüzüne asılıdır
Üç tekerlekli bisikletimin
Lastikleri
Annesiz büyüdüm çünkü
Yani serçeydim
Kar üstündeki
Ve arka bahçesinde
Kasabın beslediği kuzu
Dudaklarımı, işte bu yüzden
Aile boyu
Bir şişeye değdirip
İçmeyi severim
Gazozu
LİMAN
Sıralanmış saksılar vardı limana bakan
Penceremizin önünde
Ve çiçekler arkasında
Ekmek kırıntıları serpen
Martı yüzlü
Bir anne
Terasta toplanan kadınlar
Limandaki beyaz geminin
Işıkları yanınca
Dedikodusunu yapmayı unuturlardı
Tam o saatlerde sokaktan geçen
Yazlık sinemadaki
Biletçi kızın
Annesinin dizleri dibinden
Hiç ayrılmayan
Uslu bir çocuk gibidir
Limandaki deniz
Ama sokağa çıkıp
Dalga olmak geçer
Yüreğinden
AT KOKUSU
Son evi gösterin bana İstanbul'da
Vapur sesinin duyulduğu
Ki kapısını çalıp
Söyleyeyim içindekilere
Daha çok kedi yavrusu ezilsin diye
Eski iskeleleri
Sahil yoluyla ayırdıklarını
Denizden
Karşılığında ben de size
Kanaryası olup
Kuaför salonuna dönüşmeyen
Kaç mahalle berberinin
Kaldığını söylerim
Ya da kaç fötr şapkanın
Tutsak olduğunu
Köhne bir konağın
Askısında
Kaç faytoncunun
Artık taksicilik yaptığını da bilirim
Ama söylemem
Onu da siz bulun
Dikiz aynasına takılı boncuklardaki
At kokusundan
MADALYA
Bayram yerinde canlandırılırken
Kentin kurtuluşu
Ayakları kesilen gazi
Koltuk deyneklerini
Bırakamadığı için alkışlamadığında
İnandırır herkesi
Ölü askerlerin ceplerinden
Topladıkları kanlı fotoğrafları
Barış toplantılarında
Sinema önündeki çocuklar gibi
Birbirleriylen asıl değiştirdiklerini
Bilir generallerin
Kaç askeri
Kendisine özendirdiğini de saymıştır
Savaşın tam ortasında
Kuyruğunu bırakıp
Kum torbaları arasından
Evine kaçarken kertenkelenin
Bayram yerinde canlandırılırken
Kentin kurtuluşu
Ayakları kesilen gazi
Hiç düşünmeden
Değişir madalyasını
Çorap kokusuna
ÖLÜ ASKER (Zeynep ve Derviş'e…)
Nasıl da çok istemiştim
Savaşa gitmeden
Sevgilimle evlenmeyi
Ama nereden bilebilirdim
Ki silahın
Demirine çarpıp
Saklandığım yeri belli edeceğini
Parmağımdaki yüzüğün...
NAFTALİN
Eksik olan
Bir yanı vardı aşkımızın
Bir filminde
Üç beş figüran dövüp
Ata binmemesi
Gibi Cüneyt Arkın'ın
Haberin olsun
Vermedim eskiciye
Yırtık ayakkabılarımı
Nasıl ayrılırım ki onlardan
Kapınızın önünde
Az mı çıkarıp
Giymiştim
Naftalinledim bende kalan yün kazağını
Söylemiş miydim size
Naftalin
Ki güvelere karşı kullandığı
Kimyasal silahıdır
Anıların
SANA YAKIN
Bir dostun sıcaklığına
Öylesine
Yaslamak istiyorum ki başımı
Ya omzunu uzat sevgilim
Ya da telleri kopuk
Bir kemanı
Kanadının altına sığınacak
Bir kuş araya,
Eskimiş saçak gibiyim sensiz
Yada bütün balinaların
Kıyıya vurup
İntihar ettiği
Bir deniz
Bir hitit çanağıyım
Toprağa gömülü
Ve sen
İlk kazısını yapan
Bir arkeolog ürkekliğiyle
Ellerinin arasına
Al beni
Tek dileğimdir çünkü benim
Sana yakın bir Sunay Akın
DÜĞME
Gözyaşları içinde
Birkaç dakika aradı
Kürtaj masasından kalkarken
Takılıp kopan
Düğmesini
YALNIZLIK
Şemsiye yapımcıları
Islanmaktan
Tek kişiyi koruyacak genişlikte
Kesince kumaşları
Yağmur değil
Yalnızlıktır yağan
Daha da hüzünlendirir her gece
Kentin sokaklarını
Bekçinin nefesiyle
Düdüğün içinde dönen
Nohut taneciğinin
Yalnızlığı
Ne çok sevinirim bilseniz
Bir yılan
Mezarıma girerde
Göğüs kafesimin kemikleri içinde
Kış uykusuna
Yatarsa
ŞAMANDIRA
Hayırsız oğluyum babamın
Hiç büyümeyen
Hala Topkapı'ya doğru uzanır
Kimsecikler görmeden
Hınzır bir çocuk gibi
Kapısını çalıp
Kaçarım İstanbul'un
Hayırsız oğluyum babamın
Ticareti sevmeyen
Para için koşturulan
Yarış atlarının terlerini
Bir akvaryumda toplar
İçinde denizatı
Beslerim
Hayırsız oğluyum babamın
Yollarda dalgın yürüyen
Ama adliyenin çöplüğünde
Bulduğu dolmakalemi
Çocuklarına getirmek için
Ortasından yapıştıran temizlik işçisi
Kaçmaz gözlerimden
Hayırsız oğluyum babamın
Bir parka
Dikilirse bir gün şairlerin heykelleri
Benim yerim boş kalsın
Ve payıma
Hayırsız ada açıklarına
Bir şamandıra bırakın
REÇEL
Gülemedim ki hiç
Hasta yatağının başucunda
Haberi bu yüzden
Yoktur annemin
Sol yanağımdaki
Gamzeden
Komodinin üstündeki
İlaçların sayısı arttıkça
Kutularından yaptığım
Gökdelenin uzamasına
Sevinirdim
Ve bilmezdim
Annemin yaşantısındaki
Renkliliğin yalnızca
Raflarda dizili
Kavanozların içindeki
Reçeller olduğunu
İSKELE
İskelenin altına
Sığınan deniz
Bırak artık saklanmayı
Savaş gemileri
Çoktan geçip
Gitti