Sen
“Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni.
26 Eylül 1943
Seni yapayalnız bırakıp hapishanede
bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken
koşacağım memlekete.
Ve tren
bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,
gözü yaşlı bir genç kadına
beş senenin ardından
Kocasını getirecek.
O dem –ki boş verip istasyon halkına–
yanaklarından öperken sevgilimi
sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın
içimden bana
O dem –ki yürekten her şey atılacak–
EKMEK – KİN – HASRET
fakat NÂZIM HİKMET
sen şu kadar kilometre uzakta kalmama rağmen
aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını
batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın
arkadaşını
Günler geçecek
ekmek derdi çökecek omuzlarıma.
Fabrika.
Makinalar.
Tezgâhım.
Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.
Karım yün çorap örecek.
Her hafta mektup yazacağız.
–Askere almazlarsa eğer–
Unutabilir miyim seni ?
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
müthiş anların küfürünü!
–Radyonun yanındaki duvara
kurşunkalemiyle abûs insan yüzleri çizmiştin–
Unutabilir miyim seni hiç?
Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum
takunyalarının sesini!
Unutabilir miyim seni hiç?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
hikâye, şiir yazmayı
ve erkekçe kavga etmeyi, senden!