Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Daima Tedirgin, Daima Uyanık Bir Şuur
Hüseyin Cemil Meriç 12 Aralık 1916 yılında Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde doğmuştur. 1987 Haziran’ında İstanbul’da vefat etmiştir. Başta dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırma yapmış ve yazılar kaleme almış bir düşünce adamıdır. Birçok eserinde Türkçe’nin hızla kan kaybetmesi ve mâzi ile aradaki çatlağın her geçen gün biraz daha büyümesi, bunun Türk toplumunun bugünü ve yarını üzerinde icra edeceği yıkıcı tesirler üzerinde durmuştur. Bakanlar ve görenlerin üstadıdır Meriç. Cemil Meriç'in Bu Ülke’si evrensellik kavramını, ideolojilerin temelini, kutuplaşma ve etkilerini, birçok kalıplaşmış fikirleri fırtınalı dirilikle, aydınlık üslubuyla cesurca sunar. Bu sayfalarda kendi ifadesi ile hayatının bütünü; yani bütün sevgileri, bütün kinleri ve bütün tecrübeleri vardır. Hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldiğini hatta; etinin eti, kemiğinin kemiği olduğunu ifade eder. Seçiş hürriyetinin hudutsuzluğunun tek dünyası Meriç için kitapların dünyasıdır. Öyle tutkuyla bağlıdır ki kitaplara, küçükken gözleri ileri derecede miyop olmasına karşın okumaya adeta âşıktır. Ve bol okumanın kazandırdığı bu entelektüellik satırlarda kendini oldukça net belli eder. “Cemil Meriç’in fikir hayatı Fransız düşüncesiyle başlamıştır. Hind felsefesi üzerine yoğunlaşmaya başlarken dahi Fransız düşünürler üzerinden gitmiştir. İslâm literatürüne yönelmesinde Hind önemli bir yere sahiptir. Eserlerinde okuyucusuna da dünya düşüncesini tanımayı ama irfan üzerinde olmayı işaret etmiştir.” Kendisini asla bir roman yazarı ya da bir tarihçi olarak isimlendirmez. Meriç, iyi bir okur olduğunu ve okumaya aç biri olduğunu ifade eder. Çünkü “güzel kitaplar yazar için bir son, okuyucu için bir davettir.” Eserde, öncelikle aforizmalar ile bezenmiş ömrünün serüvenine konuk oluyoruz. Burada otobiyografisini yüzeysellikle ele almadığını, içsellikle ifade ettiğini görüyoruz. Diyalektik düşünce, tezatların ilmi temelinde şekillenen Cemil Meriç’in Bu Ülke’si daima tedirgin, daima uyanık bir şuurdur. Diyalektik düşünceler çevresinde oluşan fikirlerin derinine iner Meriç. Diyalektik düşünce, Cemil Meriç’in zihin dünyasında hayatla ölüm, gerçekle yalan, hazla elem gibi iç içedir. İdeolojilerin cephesinde bu ilim yankısını doğu-batı, sol-sağ kutuplaşmaları ile sürdürür. Hayatın özünü oluşturan bu diyalektik düşünce Meriç’e göre tefekkürün tarifidir ve hatta yüzeysel tanımlara sığdırmak tezatların ilmine ihanettir. Tezatlar Alemi Meriç kitabın ilk yarısına kadar hakikati arayan iki yol arkadaşın yolculukları üzerinde durur. 70’li yılların baharında şekillenen, sol-sağ meselelerini vurucu ifadeler ile anlatmıştır, Meriç. Gediklerden sızan her fikrin süngüler ile tepelendiği bu yıllarda çılgın sevgilerle ve şuursuz kinlerle beslediğimiz masumluk vaat eden izm’lere her solukta şüpheli bakışlar sunar. Üstelik kaftan bize göre uydurulduğundan “milli” vasfına bürünen aldanışların kurbanı oluyoruz. İnsanlığa sunulan bu iki ütopya karşında yaramaz bir çocuğun, örnek bir çocuktan; herkese kafa tutan insanın, dış baskılara boyun eğen yaratıktan çok daha sıhhatli olduğunu hatırlatıyor. İdeolojiler elbette siyaset dünyasının haritalarıdır. Haritasız denize çıkılmaz ve çıkılacak yolculukta harita tek kılavuz olamaz “Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru.” Bu Ülke’de “Sağ”; kovuğuna çekilmiş, münzevi, mazlum, mustarip. “Sol”; eline tutuşturulan reçeteyi kekeliyor, mânâsını anlamadığı reçeteyi. Sağ okumuyor. Boşuna bağırıyor Meriç. Sol ise diyalogdan kaçıyor, küskün . Tek ortak duygu: düşmanlık. Diyalog yok. Sağ mazinin, sol ise bilinmez geleceğin vaatleri peşinde, bitmeyen bir kavganın iki ütopisti. Fikir hayatımızın “kâh gülünç kâh korkunç maskelerle” raksa çıktığı bu dönemde kavga, mukaddesin postuna bürünüyor. Merice göre ise; kavga kutsal kitapların şeytanı, mukaddesin rengine bürünen bukalemun.’ Ve yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. ‘Yükselen bir medeniyet için kurşun işlemez bir zırh olan kader inancı, çöken bir toplum için yüklerin en ağırıdır. Yığını kavganın, yani hayatın dışına iten bu teslimiyetin kaynağı tevekkül değil,’ tereddüttür. “Nezleye yakalanır gibi tutunduğumuz fikirler; ateşi çıkınca aslanlaşan, nöbeti geçince mukaddesi unutan” şuursuzluklara dönüşüyor ve düşüncenin, irfanın ebedi düşmanları oluyorlar. İrfan, düşüncenin tüm köşelerini kuşatan kale, düşünce ise rüzgârın her an tehdit ettiği kandildir. Merice göre ise; “İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, zekâyı zirvelere kanatlandıran, beşerîyi ilâhi ile kutsîleştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslâm, insanı parçalamaz. İrfan, kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim.” İrfandan uzaklaşan her düşünce bu kubbede hoş bir seda bırakmadan, yok olup gidecektir. Nizam Hâkimiyeti Meriç’in Bu Ülkesi bütün ırkların, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getirenin İslâmiyet olduğu gerçeğini unutturmaz. Biyolojik bir vahdetin ötesinde, akan kandan bağımsızdır, en mukaddesidir en asilidir inananların kardeşliği. Din, toplumları ayakta tutan ana unsurlardan birisidir. Sosyoloji ve birey bağlamında parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş serüvenidir. “Din, Avrupa için afyondur, bütün ideolojiler gibi.” ‘Gerçek sıkıntıya karşı protestodur’ bir nevi. Osmanlı sancağında din, şuurdur, dayanışmadır, sevgidir, sıcak köklü bir dosttur, medeniyetin ve hürriyetin taşlarıdır. Meriç’in satırlarında din, birlik ve diriliktir, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyettir. “Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.” Meriç, kapitalizmin getirisi maddeciliğin tehdidine maruz kalan gönüllerin yıpranışını, kalıplaşmış düşüncelerin ispat edilmesi gereken bir faraziye mahkûm oluşunu gözler önüne serer. Materyalizm veya idealizm gibi küstah ve bütüncül nazariyelerin tehlikeli dünyasına sokulan “ilim”in karşısındadır Meriç. Bu “ilim, gerçeği bölerek anlamaya çalışan, sınırlı olmaya mahkûm bir tecessüs” dür onun için. Sonuç Cemil Meriç’in Bu Ülke’si emek ile kanaviçe gibi işlenmiş, yürekten gelen bir başyapıttır. ‘Okunur muyum, sesim duyulur mu?’ demişti, Cemil Meriç. Bu ülkenin ferdi olarak hem kendi sesimizi hem onun sesini işittiğimiz satırlarda bize mukaddesi hatırlatıyor. Bir çağı bütünüyle kötülemenin, bütünüyle yüceltmek kadar yanlış olduğunu defaatle tekrarlıyor. Ve “çağ bir arayış humması içindedir... kâh bedbin, kâh ümit dolu.” Bu arayışı hep taze tutan satırlarında dilinin üslubu ağır ve çetrefillidir. Fakat bu üslup yorucu değildir, eşsizdir. Her yaşa uygun değildir fakat her ferdin idrakine kılavuz olmalıdır. Her asrın Bu Ülke’sine uygundur.
Bu Ülke
Bu ÜlkeCemil Meriç · İletişim Yayınları · 201821bin okunma
··
633 görüntüleme
SELENYA okurunun profil resmi
1.) tr.wikipedia.org/wiki/Cemil_Meri... 2.) Mustafa Armağan, “Cemil MERİÇ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2004, c.29. s. 190-191 islamansiklopedisi.org.tr/meric-cemil 3.) Cemil Meriç ve Ümit Meriç’in İslâmiyet’e Dair Temel Fikirlerinin Mukayesesi, Seçil Daştan, Malatya, 2014. 4.) Karl Marx & Friedrich Engels, Din Üzerine, Çeviren: Kaya Güvenç, Sol Yayınları, Ankara, 1995, s. 35. 5.) Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Yayınları, İstanbul 1974, s.114, 107, 89, 96,59,54,128,182,140,110,173,162,181,179,192
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.