Gönderi

Bir yanda, inandıkları uğruna yıllarını cezaevlerinde geçiren, hayatını, 'sevgi, emek, özgürlük, eşitlik' adına sürgünde yitiren bir 'şair' sıfatını kazanan; öte yanda, 'bir aşk adamı, çoğu zaman aşktan başka bir şey düşünmeyen bir aşk şairi, biraz zampara, mavi gözlü bir Kazanova, bir ilişkiyi bitirmeden diğerine geçerken hiçbir sorumluluk duymayan, Varşova'da, oğlunun annesi Münevver Hanım'ı ve oğlu Memet'i yapayalnız bırakabilen bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, annesi Celile Hanım', tutarsız davranışlarıyla yalnız bırakan babası Hikmet Bey'e hem kırgın, hem kızgın olan, deniz okulundan ayrılmasından, İstanbul'u terk etmesine dek bu ilişkinin olumsuz izlerini taşıyan, 1917'de, annesinden ayrılan babasını, Türkiye'de bulunduğu zamanlarda yer yer görmek bile istemeyen; Öte yanda, kadına ve aşka ihanetin her türlüsünü bir yaşama biçimine dönüştüren bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, 'Orta Asya'da, Türk yurtlarında ben kendimi buldum. Kendi özüme yolculuk yaptım"(...) 'Benim esin kaynağım; Türk masalları, efsaneleri, destanları, türküleri, sevdaları, göçleri, acıları ve mutlulukları, bayramları, dansları, zikirleri, cengâverlikleri, uygarlıkları , kahramanlıkları, kesintisiz devlet geleneği, folkloru ve zengin Türk kültürüdür' diyen; öte yanda, bir şiirinde 'Sevgilim, dayı kızım, Memed'imin anası,-dedelerimizden biri-1848 Polonya muhaciri-Belki o Varşovalı güzel kadına, senin-ikizmişsiniz gibi benzeyişin bundandır-Belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı-böyle uzun boyluyum, - oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi-Belki de bu yüzden bu ova bana-bizim oraları hatırlatıyor. - yahut da bu yüzden bu Leh türküsü;- içimde, derinde, yarı aydınlık-uyuyan bir suyu kımıldatıyor' diyebilen bir Nâzım Hikmet... Bir yanda büyük düşlerle gittiği ülke ve o ülkenin ideolojisi için methiyeler yazan, Lenin'i görmese de 1924'te, tabutunun başında nöbet tutan; Öte yanda, son eşi Vera'ya 1961'de, 'Ülkemden ayrılmakla hata ettim. Dağlara çıkmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halkımın geleceği için mücadele eden insanın halkıyla bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az yazılmış, ne önemi var bunun? Ülke içinde mücadele etmek gerekir. Ben hata ettim. Buradan onlara yararlı olamazdım!' diyebilen bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, 'Kuvayı Milliye, Saman Sarısı, Memleketimden insan Manzaraları, Davet, Memleketim' gibi mükemmel şiirler yazan; öte yanda, 'Makinalaşmak' gibi çok sıradan şiirlere imza atan bir Nâzım Hikmet.., Bir yanda, 1960'ta kendisini ziyaret eden Türk gazetecilere: 'Moskova'da bir Türk şairi Nâzım var! Başı dimdik Türklüğüyle' diye ülkesine selam gönderen; öte yanda bir pasaport uğruna Polonya vatandaşlığına geçebilen ve soyadını değiştirebilen bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, Atatürk'ten 20 yıl sonra Selanik'te doğduğu için için gurur duyan; ancak doğduğu şehre bir daha gitmeyen,'geri dönmeyi sevmeyen, Atatürk'ün kurduğu düzene karşı çıktığı için cezalandırılan; öte yanda, 1951'de ayrıldığı ülkesine dönebilmek için dünyanın en güzel 'hasret' şiirlerini yazan bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, 'Otobiyografi' şiirinde 'çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim'den beri camiye, kiliseye, tapınağa, havraya, büyücüye' diyen, öte yanda Macaristan'da bulunduğu bir gezi sırasında 'Beni bir camiye götürün' diyen bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, 'ölüm kalım savaşı verirken bıraktığı ülkesine yıllar sonra dönünce ilk işi, kendi deyişiyle 'komünist şiirler' yazıp bunların basıldığı gazete ve dergileri satmak, köylerdeki kulübelere -içine gizli matbaaların yerleştirileceği- çukurlar kazmak olan; Öte yanda, önce oturup, kuruluşunu uzaktan heyecanla izlediği şu genç Cumhuriyet'in dinamiklerini, hedeflerini, dengelerini ve koşullarını inceleme gerçeğini unutan bir Nâzım Hikmet... Bir yanda, 1924 sonlarında ansızın geldiği Türkiye'den, yedi ay sonra ayrılmak zorunda kalarak ardında, sokaklarda bağıra çağıra dergi satarak ya da İzmir'in bir köyünde köhne bir kulübenin dibine matbaa kurarak sosyolojik donanımdan eksik proletaryayı, kurulu düzene karşı harekete geçiremeyeceğini hesaba katmama; klasik Marksist teoriye göre 'sosyalizmin kapitalizmden sonra geleceği' gerçeğini, Moskova'daki üniversitede üç yıl içerisinde öğrenememe gibi 'naif' öyküler bırakan; Öte yanda, 'devrim' öncesinde Rusya'nın da geri bir tarım ülkesi olduğunu; nüfusunun yüzde 15'inden azının kentlerde yaşadığını ve bunun da ancak yüzde 10'unun geçimini sanayiden sağladığını; Türkiye'nin Çarlık döneminde sağlananın belki yüzde 10'u kadar bir kapitalist gelişmeye ulaştığından bile söz edilemeyeceği gerçeğini dikkate alamayan, kan ve ateş çemberinden geçip gelmiş bir kurulu düzenin, daha iki yılını bile doldurmadan, kendi mantığına ters düşen girişimlere hoşgörüyle bakamayacağını, üstelik Başkent'ini bile yabancılara henüz kabul ettirememiş, birkaç yıldan fazla ömür biçilmeyen bir devletin ve onurlu, ama zavallı bir toplum görüntüsünü üzerinden atamayan bir ulusun farklı seslere tahammül göstermeyeceği gerçeğiyle çelişen bir Nâzım Hikmet...
·
301 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.