Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Şimdi şunu asla unutmamak gerekiyor, mutluluğun zıttı mutsuzluk mudur? Temel sorunumuz aslında burası. Hayatımızda bir şeyi elde etmenin bize mutluluk vereceğine olan inancımızdan ötürü bir şeyin olmamış haline mutsuzluk diyorsak eğer, işte burada bir şeyin olmama halinde kendimize biçtiğimiz bir mutsuzluk durumu söz konusu oluyor. Yani en temelde şunu anlatmaya çalışıyorum; bir şeyin mutluluk verecek olması, o şey yaşanmadan evvel karar verebileceğiniz bir durum değildir. Yani bir örnek vermek gerekirse, bir adam var, çok çalışıyor ve çalışmasının sonucunda en çok istediği bir şirkette genel müdür olabilmek. Hedefleri CEO olmak, çok büyük bir markanın başına geçip o markayı yönetebilir olmak. 'İşte ben bunu yaptığım zaman var ya çok mutlu bir adam olacağım' diye kendisine bir çizelge koymuştur. Deli gibi çalışır, hazırlanır, uğraşır... ve günün birinde, Allah’da ona o imkanları verdiyse, kah bir imtihan vesilesiyle, kah bir ikramın sonucunda oraya bir gün ulaşır. Ulaştıktan sonra hayatında değişik şeyler görmeye başlar. Hayalleriyle süslemiş olduğu o koltuğun, zaman içerisinde ondan bir takım şeyleri de götürdüğünü görmeye başlar. Evet mutludur hedefine ulaşmıştır, işte virgülü burada atacağız. Bu adam hedeflerine ulaştığı için mutluluk kavramını kendine biçiyordur ancak; ulaştığı yerde hayalleriyle tümleşik bir karşılık bulamadığı anda, ''Ya evet çok büyük bir hayalimdi ve hayalime ulaştım ve o yüzden mutluyum'' diyebilir ama mevcuttaki temel organizma itibariyle yaşadığı bütün hayat hikayesindeki o son durum, onu hali hazırda mutlu etmeye yetmeyecektir. İşte bu noktada şunu temel almamız gerekiyor; eğer bir şeyi henüz yaşamadıysak, o şeyin bize salt, tamamen bir bütün olarak mutluluk vereceğine inanamayız. Hele ki bunu daha önceden hiç yaşamadıysak. Örneğin, hayatımız boyunca sürekli dondurma yiyen birisi olabiliriz. 'Ramazanda iftar sonrasında bir dondurma yemek beni mutlu eder' dediğiniz zaman bunun bir mantığı vardır çünkü daha önceden dondurma yemeyi seven ve yemiş bir adam olarak onun sizin damağınızda bırakacağı lezzeti tattığınız ve bildiğiniz için onu yaşadığınızda sizi yeniden mutlu edeceğine inanıyor olabilirsiniz. Ki burada bile şöyle bir sürünceme var; bu seferki yediğiniz dondurma her zaman aldığınız yerden alınıyor olsa bile tadı eskisi kadar güzel çıkmayabilir. Dondurmayı yedikten sonra küçük bir rahatsızlıkla Allah korusun bademcikleriniz şişebilir; ilerleyen hayatınızda her zaman yediğiniz dondurma kadar da sizi mutlu etmeyebilir çünkü dondurmayı yerken alacağınız bir haber veya yaşayacağınız bir olay, olayın bütün zevkini kaçırıyor olabilir. Öyleyse birinci maddede şunu ortaya koymamız lazım ve ortaya koyacağımız bu değer hakikaten bizim şu anki pozisyonumuzu net bir şekilde ortaya koymakta bize yardımcı olacak. Birinci madde şu; bizler bir şeyi elde etmeden evvel onun bize mutluluk vereceğini iddia edemeyiz. Bize mutluluk vermesini bekleriz, bize mutluluk vermesini ümit ederiz... ki mutluluğun temelinde esas olan o ümittir ve o ümitle olan bağlılıktır. Geldik işin ikinci tarafına ve ikinci önemli noktaya... O da mutluluğun karşısındaki değerin mutsuzluk olamayacağıdır. Örnek vermek gerekirse, babanız Allah korusun zamanın birinde ölmüş ve siz yetim olarak büyümüş birisiyseniz mutsuzluğunuzun sebebini soran kişiye babanızın yanınızda olamayışından ötürü mutsuz olduğunuzu söylemeniz gayet tabiidir. Ama... Eğer siz burada beyninize geriye dönüp şunu derseniz, eğer babam hayatta olsaydı, o gün mutlu olurdum derseniz, buradaki mutsuzluğunuz sizin için kalıcı bir hale gelecek ve sizin hayata bakış açınızda; ümit ve bu ümitle çalışma performansınızı oldukça kötü etkileyecektir. Çünkü nice aile var ki, çocuklarına çok kötü davranıyor bunu biliyoruz. Dolayısıyla babamızın olması durumunda yaşayacağımız olayları bilemediğimiz için, o olsaydı mutlu olurdum demeyin. Evet bu bir mutsuzluktur ama bu bir ümitsizlik değildir. Ya da olduğunda size mutluluk verecek olan şey değildir. İşte o zaman mutsuzluklarınızın ayrı bir kapta, mutluluklarınızın ise yaşadıkça biriktirilen bir kapta olduğunu anlamaya başlayacaksınız ve bunların birbirlerini ikame edemeyeceğini, yerine geçemeyeceğini anlayacaksınız. Örneğin, şu anda masada çalışan bir adam olarak, mesela mavi renkli bir kalemimin olmamasından ötürü mutsuzluğa kapılmış olayım. Ama bir başka taraftan, yapmak istediğim şey ne? Yazı yazmak... O mavi kalemle ne yapacaktım? Yazı yazacaktım... Peki şu anda mavi kalemi elde etmek için uygun bir saat mi? Hayır her yer kapalı şu anda bir yere ulaşamam veya para yok veya ayaklarım ağrıyor vs sonuç olarak o mavi kaleme şu anda ulaşamayacağım... Güzel, bu benim için bir mutsuzluk, dursun bir kenarda. Ama işte şimdi incelik şurada geliyor, mavi kalem benim için yazı yazma temelli bir unsursa, oturup siyah bir kalemi elime alıp yazıya başladığım anda hissettiğim mutlulukla; mavi kalemimin olmamasından ötürü meydana gelen mutsuzluğun üzerine bir şey koymaya başlamış olurum. Dolayısıyla o koyduğum şey, aslında mavi kalemin zıttının siyah kalem olmadığı gerçeğidir. Yani bir soru sorayım size; mavinin zıttı siyah mıdır? Hayır... Peki ilginç bir soru daha, siyahın zıttı beyaz mıdır? Hayır... İşte bütün hikaye burada başlar. Siyahın zıttı beyaz olmadığı için size mutsuzluk veren herhangi bir şeyin zıttının size mutluluk vereceği anlamına gelmez. Veya size çok mutluluk veren bir şeyin ortadan kaldırılacak olması da size yeni bir mutsuzluk kapısı aralayacağı anlamına gelmez. İnsan hayatında sizi mutlu kılan şeylerin zıttı mutsuzluk değildir. Bunlar iki ayrı kapta iki ayrı vazifeyle sizlerin önünüze serilmiş olan; hayatınızı yürütmek için ihtiyacınız olan ana donelerinizdir. Kısacası size mutsuzluk veren hiç bir şeyin zıttı, sizin için mutluluk demek değildir. Ümit ettiklerim listeniz olsun. Boğaziçi Üniversitesine girmeyi ümit ediyorum... Kazanınca mutlu olacak mıyım? Bilmiyorum. Kaybedince o zaman mutsuz olmayacağım çünkü kazandığımda mutlu olacağımı yazmadım ki... Kazanmayı ümit ettim, ama kaybettiğimde mutsuz olmamı sağlayacak unsur; kazandığımda mutluluğa kavuşacağım anlamına gelemez. Evlilik sizin bir ümittir. O evlilik henüz yaşanmadığı için size mutluluk verip veremeyeceğini bilemezsiniz. Dolayısıyla sakın ola ki, karşıma gelecek kızın veya erkeğin şöyle şöyle özellikleri olursa mutlu olurum diye bir liste yapmayın. Onun karşılığını ve zıttını yaşarken seçmeye ve yaşarken görmeye başlayacaksınız. Mesela yemeği güzel yapan bir eşim olursa mutlu olurum derseniz, o kadıncağız da evlendikten sonra henüz alışma sürecinde güzel bir yemek yapamamışsa, mutluluğu böyle kodladığınız için siz mutsuz olmaya mecbur kalırsınız. O zaman yapacağımız şey çok basit, ümit ile bir hakikat doğrultusunda yaşamak. Avrupa medeniyetinin Latin kökenli unsurundaki bütün felsefeciler, mutluluk ve mutsuzluk kavramını tanımlarken zorlanmaları ve bütün bir açmaza girmelerinin temel niteliği buradan kaynaklanıyor. Çünkü onlar her zaman mutluluğun zıttının mutsuzluk olduğunu düşündüler ve düşlediler. Halbuki bu iki kavram asla birbirinin zıttı değildir. Aynı siyah ve beyaz gibi. Siyahın olması sizi mutsuz kılıyorsa, bunun zıttı beyaz değildir; siyahın ortadan kalkmasıdır. Beyaz size mutluluk veriyorsa, henüz onu yaşamamışsanız, beyaz geldiğinde mutlu olacağınıza inanmayın. Beyaz gelsin, beyaz yaşansın, içindeki bütün değerlerle hayatınızı kapsasın, işte o gün size mutluluk verip vermediğini anlamaya başlayacaksınız. Bu durum sizde somurtkanlığınızın ortadan kalkasına sebep olacak. Somurtmayacaksınız çünkü hayatın ümit dolu bir yolculuk içerisinde mutsuzluk ve mutlulukların birbirleriyle çatışmasından değil, birbiri üzerine geldiğinde sizin adım adım basamakları tırmanmanız için birer ihtiyacınız olduğunu göreceksiniz. Unutmayın hayatınız boyunca mutluluklarınız da mutsuzluklarınız da birbirlerini tamamlamayacak. Birbirleri üzerine gelerek sizi bir yerden alıp bir yere götürecek. Eğer zıtlıklarla uğraşırsanız basamakları üst üste koymak yerine yan yana dizecek ve kendinize aşılamaz bir kale oluşturacaksınız. Kaleleri oluşturmaktan vazgeçin. Kendinize mutluluk ve mutsuzluklardan üst üste konup yükseklere doğru çıkabileceğiniz bir merdiven inşa edin. Çünkü hayat yavaş yavaş, adım adım buradan ayrılma sürecimizi bizlere sunmuş olan bir imtihan değil mi? O zaman bir daha düşünmek, bir daha tasarlamak, kelimelere biraz daha vakit harcamak gerekiyor...
Seyyid Muhammed Ruhi
Seyyid Muhammed Ruhi
··
702 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.