Develiye damat olunca hemşehrim olan Aşık Seyrani'yi okumak farz oldu.
Öncelikle antaloji'den şiirlerine baktım. Halk edebiyatımızla dinimizi ve taşlamalarımızı bir araya getiren Seyrani özgün bir şair olarak karşımda duruyordu.
Kitap Seyrani'nin kısa biyografisi ve şiiri hakkında malumatlar vererek başlıyor. Bilinmedik bir şairin şiir kitabının bu şekilde başlaması çok mantıklı olmuş.
Hayatı, Osmanlının sondan 2. asrına yani 19. yy'a tekabül ediyor. O dönemde saraya davet edilen Seyrani, hakikat lehine kalemini kullanması, israfı ve devlet kadrolarındaki yozlaşmayı eleştirmesi sebebiyle İstanbul'u ve Anadolu'yu terk etmek zorunda kalıyor.
Bir şairde olması gereken bu temel vasfı İslâm'la bütünleştirmiş. Seyrani hem son bir kaç asırdır yaşadığımız çöküşü, buhranı politize olmadan ve yoğun İslâm felsefesine maruz kalmadan Anadolu irfanı derecesinde şiirlerine nakşetmiş. Bu yanıyla şiiri tavsiyeye boğmadan öğütlerle işleyen bir şair de diyebiliriz. Bu yanıyla öğüt vermek onun hakkı. Çünkü yaşadığı hayat, ödediği bedeller ona bu hakkı fazlasıyla veriyor.
Bir şiiri şöyle bitiyor:
"Haydar-ı Kerrar veş deven yedince
Canını Mevlaya teslim edince
Seyrani dünyadan göçüb gidince
Anılır dillerde adı söylenir"
Umarım bundan sonra adı daha çok anılır. Ruhuna Fâtiha...