Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

364 syf.
·
Puan vermedi
Kitap hayal dünyamızı işlevsel yapar. Okunan her söz her dimağın kazanılmış tasvir ve anlamlandırma birikimi ile yön bulur. Tüketim dünyasına kitaba talep azaldıkça başka düşüncelere teslimiyet artar. Kitap kendi birikimine görsellik ve duyu katmazken video olana ilgi ve kendilik katılarak verilen bir kurgu halini alır. Sinema ise sanatsal bir kaynak olarak kullanıldığında an an ve kare kare incelenebilen üzerine düşünülen ya da düşünülmeden istenileni duyulara hitap veren bir üstbiliş anlam sağlar. Kitap-Video-Sinema Sinemanın GÖRÜYORUM'u, sizin GÖRÜ ve YORUM'unuza bırakılan bir öznellik tarzıdır. “Seyrediyorum o halde düşünmeliyim.” Tüm anlatımlar ve idealler bir video ile başladı. Her şeyin kayıt altına alınabilir oluşu bir devrim yarattı. Ama farklar işlenen imajlarla oluştu. Sine­mayı "seyrederiz" ama videoyu "görürüz". Hayatın içindeki gerçekliği imajlar, zaman akışı ve gerçeklikle göz ekranına sunar. Aslında ekrana sunulan göz için değil, beyin ekran kartının mesajlarıdır. Yani tüketimde hayatımıza hizmet eden her talep montaj gerektirir. Bu montaj toplumun her alanına endüstriyel mühendislikle işlenir. Modern toplumun ihtiyaç ve talepleri arasındaki uçurumda istediği hayatı bize sunan şey görüntü kaydıdır. Endüstrilerimiz, bilgisayarlarımız, televizyonumuz, internetimiz ve okuduğumuz kitaplar hatta yazarları bile montajdır. Biz montajılı videoları görürüz. Günümüzde videonun her alanda kolaylıkla kullanıldığı platformlara bakarak inşa edilen toplumun gerçekten de Baker’in dediği gibi montajla oluşturulduğudur. Absürtlük, ilgi çekicilik için kullanılan montajların başındadır. Düşünülmeyi talep etmezler. Tüketici de düşünmeye önem vermediği için montaja rağbet gösterir. Çok erken yaşta kaybettiğimiz Ulus Baker, bu coğrafyanın düşünce dünyasında önemli bir yere sahip, kendi felsefesini oluşturmuş ve hâlâ ders niteliğindeki kitap ve videolarla yol gösterici öğreticilerden biri olarak sosyolojinin çağa evrilmesi gerektiği ve gerekliliklerden uzak tutulmaması gerektiği kanaatinleriyle güncelli gündeminde tutabilmiş öngörülere sahipliği ile yaşar. En büyük ön görülerinden biri de okumak üzerine var olacak olan montajın gerçekliğidir. Tiktok ve benzeri platformların toplum tahrip ve yıkıcılığına sebebiyet veren, içerikten uzak soytarılık gösterisiyle dolu modern çağ kullanım tehlikesini belirtmiş, daha onların kullanımı hayatımıza girmeden toplumun değişimini anlatmıştı. “Bu aralar o kadar yaygınlaşmış bir genel kültürsüzlük ortamı, neredeyse kültürel bir çölleşme halinde dünyayı sarmış görünüyor ki, Türkiye özelinde bu ortamları suçlayamıyoruz bile... Dünyada da işler en az Türkiye'deki kadar kötü...” Müthiş... Çünkü her yeni neslin daha az okuyup daha çok izleyeceğini biliyordu. İmajlar çağı adı verilen bir dönemde bu normaldi. “Şu giderek genel kültür haline geliyor: gittikçe daha az okuyor, daha çok seyrediyoruz...” Peki sinema neden önemli? Görselin bu kadar önemli olduğu bir zamanda sosyoloji bu platformların içinde olmalıdır diye sinemaya ayrıca önem vermiş üzerine düşünmüştür. Görmek, duymak, hissetmek düşünmeyi gerektirir. Çünkü her oluşum kendi içinde oluşma gereği ve yolu ile düşünmeyi düşünür ve yaşar. “Sinema modern toplumda neler olup bittiğini başka her şeyden daha iyi kavrayacak ve ifade edebi­lecek araç olarak görünüyordu. Epstein, Eisenstein, Vertov gibiler için "montajın" her şey olması sinemayı adandığı kitleler ile buluşturacak bir özellikti uyutulacak ya da uyandırılacak, ayaklandınlacak kitleler.” Bir sinema filminde nesnelerle, obje ve karakterlerle, konularla imajlar oluşturulur ve düşünce düşünceye zemin oluşturur. Çünkü kültür erozyonu her alanda işgaldedir. “Artık roman sanatı bile toplumsal tipler üretemiyor (oysa eskiden Dostoyevski'nin Budala'sı, Dickens'ın "yoksul"u, Gogol'ün "memur"u vardı...)” Sinemada önemli isimlerle kurulan düzen bir nebze ümit var eder. Dünya sanatı evrensel sanatı koruyor. Rus yönetmen Andrei Tarkovsky, ABDli Standy Kübrik, İngiltereli Cristopher Nolan, İranlı Abbas Kiarostami, Mecid Mecidi, Asghar Farhadi , Sırp yönetmen Emir Kusturica, İsveçli Ingmar Bergman, ABDli Quentin Tarantino, Martin Scorsese, David Fincher, Darren Aronofsky, İngiliz Charlie Chaplin ve bizden Nuri Bilge Ceylan, Yılmaz Güney... gibi sinemanın görsellik ve gerçeklik arasındaki çizgiyi kurmuş yönetmenler bizlere anlatılanın içinde olup bir köşede olanları izler gibi bir oluşum sağlar. Bunun yanında bize sadece görmeyi öğreten içsel bir tatminlik verip dili kullanılmaz kılan mesajlar da verirler. Sinema oluşumunu imajlara anlam katarak değerli kıldı. “Bir filmin düşünmesi bize bir mecaz gibi geliyor, çünkü biz yalnızca insanların düşündüğü fikrine alışmışız. Oysa bizde bir düşünceler zinciri yaratıyorlarsa bir roman ya da mantığımızla uyum içindeki bir takım doğa olayları “düşünüyorlar” demektir.” "Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz. Anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibaret, tümü değil." Bazen sadece görmek gerekir... “Sözlü tarih" pekiyi bir terim değil... Çünkü karşınızdaki ki­şi konuşmayabilir... Bir resim gösterebilir... Hanginiz bir Tarkovski filmini, bir Cartier-Bresson fotoğrafını adamakıllı anla­tabilirsiniz...” Gerçekliği ilke edinmekle sanatı oluşturmak bir yeteneğin kanıtı oldu. Siyah-beyaz filmlerden sessiz filmlere, gerçek hayat hikayelerinden fantastik yapımlara, müzikallerden dramlara, beyaz perdeden gelip geçen filmlere imzalarını bırakan anlatıları ile bir tabloya baktığımızda ressamını tanıdığımız gibi bazı filmlerin de yönetmenlerini tahmin edebiliyoruz. Kullandıkları görüntü yönetimi (sinematografi), perspektifler, simetriler, çalıştıkları oyuncular ve hatta replikler, mesela bize “bu bir Kubrick filmi” dedirtebildi. Bir görselliğin çekim alanı bize “bu bir Tarkovsky filmi” dedirtebildi. Bir film yalnızca izlenip geçilmemelidir. Bir film onu izledikten sonra yaşamımızda küçük düşünce ve duygu kırıntıları bırakabiliyorsa ona atfedilen anlam, yerini bulur. Bir tek film vardır ancak tek tek pek çok birey vardır, bir film tek tek çoğalabildiği ve düşündürebildiği sürece var olur amaç da bu olmalıdır. Sinema endüstrisi oluşumunu ve karakterini yönetmen ve anlatımla kabul edilebilir kıldı. Baker’in deyişiyle “Ne zaman ki bir film anlatılabilir olmaktan çıkar, asla aktarılamaz hale gelir, o zaman film bir gerçektir, dilsel sanallığından kurtulmuştur”. Bu anlatımın hatırlattığı gibi n güçlü isim Tarkovsky olur. Tarkovsky’i anımsatan bu söyle Baker’in düşüncesi yerine ulaştı derim. "Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz. Anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibaret, tümü değil." Bazen sadece görmek gerekir... Sinemadan çok düşünce üzerine yazılmış ve sosyolojiyi es geçmeden var olacak her değişime insanın ve varlığın uyum sağlamada eşlik edeceği sağlam merdivenler inşa edilmiş. Sinema ve yönetmenler, filimler ve endüstriler, internet ve televizyon, insan ve ihtiyaç, insan ve talep, insan ve ruhsal açlık, insan ve varolma çabası... birçok soru ve sorun insanın görme ve görünme çabasına bağlıdır. Bunu sinema sanatla video görmekle anlatır. Birinde düşünür ve değişmek zorunda kalırsınız birini görür anlık haz ile geçersiniz. Tüketim toplumlarında anlamaya kavramak eşlik etmez. Bu yüzden her nesilde amaç kavramı silik bir hal alır. Çağın “Z” dediği kuşak bir ad ile değişmemiş toplumun dayatmaları ile amaçsızlaştırılmıştır. Tüm bunlar kolay tüketimle alakalıdır her sorun gibi. Keyifli okumalar!
Beyin Ekran
Beyin EkranUlus Baker · Birikim Yayınları · 2011133 okunma
·
954 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.