Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

21. yüzyılın yapay zeka, büyük veri ve gelecek gibi yaygın film izlekleri arasında bunlarla çoğunlukla çakışan bir konu daha var: Gözetim. Sayıya vurursak, bütün bir 20. yüzyıl boyunca çekilen gözetim konulu filmlerin sayısı, 21. yüzyılın daha ilk 20 yılındakinden bile daha az. Geçen yüzyılın gözetim filmlerinin üçte biri, zaten yalnızca 1990’larda çekiliyor. Dolayısıyla, sinema dünyasında gözetime yönelik ilginin ilk doruğuna 1990’larda ulaştığını söyleyebiliriz. Bu incelemede, gözetim konulu yüzü aşkın film arasından öne çıkanlara dikkat çekiyoruz. Bu filmlerin kimisi iyi biliniyor; kimisi ise neredeyse hiç bilinmiyor. Bunların gözetim başlığı altında gözden geçirilmesi, film temsilleri konusunda yeni bilgilere ulaşmamızı sağlayabilir. Ayrıca, yazının sonunda, ilgili filmler bağlamında, gözetim türlerine (veri gözetimi, eşgözetim, üstgözetim, altgözetim vd.) ilişkin bir değerlendirme sunuyoruz. Sovyetlerden Charlie Chaplin’e (1920’ler-1930’lar) Gözetim izleğinin görüldüğü ilk film, Aleksey Tolstoy’un (1883-1945) (romancı Tolstoy değil, onun akrabası) aynı adlı romanından uyarlanan Sovyet bilim-kurgu filmi ‘Mars Kraliçesi Aelita’ ya da ‘Aelita: Robotların İsyanı’ (Аэлита - королева Марса, 1924). Bu anlatıya göre, Mars’ta bir kölelik düzeni vardır. Egemen sınıflar köleleri gözetim altında tutarlar, çalışmadıkları zaman yeraltındaki soğuk hava depolarına kilitlerler. Film, Şostakoviç’in canlı piyano müziği eşliğinde Leningrad’da gösterilir, ilgiyle karşılanır.(1.) Sonrasında, klasikler arasına girmiş olan 1927 Almanya yapımı ‘Metropolis’ filminde işçilerin çalışırken de boş zamanlarında da gözetlendiklerini görürüz. Aynı yönetmenin, Fritz Lang’ın (1890-1976) başyapıtı sayılan ‘M’ (1931) adlı filmde de (M – Eine Stadt sucht einen Mörder— M – A City Searches for a Murderer) bir katil ekseninde gözetim izleği vardır (3.). Daha sonra Charlie Chaplin’in ünlü ‘Modern Zamanlar’ (Modern Times, 1936) filmi gelir. Filmde işçiler, işveren tarafından, çalışsınlar çalışmasınlar fabrikanın her yerinde ve her zaman gözetlenmektedirler (4.). Bu dönemde gözetim izleğinin ağırlıklı olarak endüstri ilişkisi bağlamında işlendiğini görüyoruz. 1940’larda bu konuda kayda değer bir film çekilmediği için, 1930’lardan 1950’lere geçiyoruz. Hitchcock’un Durumdan Vazife Çıkaran Komşusundan Gözetleyen Olarak Sinema Kamerasına (1950’ler-1960’lar) Korku ve gerilim filmleriyle tanıdığımız Alfred Hitchcock’un ‘Arka Pencere’ (Rear Window, 1954) filmiyle birlikte, sinemaya, suçlu ya da katil olabileceği düşüncesiyle komşusunu gözetleyen başkişi kurgusu gelir. Bu kurgu, sonraki filmlerde yüzlerce kez yinelenecektir. 1956 yılında ‘1984’ romanının filme çekilmesiyle birlikte ise, artık gözetim, bir duruma (işe ya da eve) özgü olmaktan çıkarak genele yayılır. Artık insanların her yerde ve her zaman gözetlenebilecekleri algısı oluşmaya başlar. 1960 tarihli ‘Peeping Tom’ (Röntgenci) adlı filmde, gözetim, fiziksel takip olarak karşımıza çıkar ve cinayetlere bağlanır. Fritz Lang’ın çektiği son film olan ‘The Thousand Eyes of Dr. Mabuse’ (Die 1000 Augen des Dr. Mabuse) (1960) filminde gözetleme ve suç, önceki ‘M’ filminde olduğu gibi içiçe geçer. Bu filmin dikkat çekici bir özelliği de, gözetlemeyi televizyon sistemleri ve güvenlik kameraları üstünden işlemeye başlamasıdır.(6.) Bundan sonra çekilen 3 filmde (Cape Fear, 1962; Blowup, 1966; The Fortune Cookie, 1966), gözetleyen ya suçludur ya da bir suça tanık olduğu için suçluların hedefi olacaktır. Cape Fear’ın çekimlerinin başlarında Hitchcock da yer alır. ‘Blowup’, Julio Cortázar’ın bir kısa öyküsü üzerinden senaryolaştırılan bir Antonioni filmidir. ‘The Fortune Cookie’de ise, gözetim ilk kez bir güldürüye konu olur. Oysa bundan önce ya bilim-kurguya ya da suç ve gerilim filmlerine konu oluyordu. ‘The President's Analyst’ filmiyle (1967) ise, bir yandan bu güldürü seçeneği kullanılır; bir yandan da daha üst düzey bilim-kurguların yolu açılır. Filmde, bir şirket, insanların beynine elektronik bir araç takmayı planlamaktadır. Devletin gözetlemesi, beyinlere kadar girecektir. Böylelikle, 1968’de ‘Secret Cinema’ (1968) filmine geliriz. Bu filmin özgün yanı, filmin çekildiği ve bizim böylelikle filmi izleyebilmemizi sağlayan kameranın da bir gözetleme aracı olduğu gerçeğine yaptığı vurgudur. Kadın başkişinin her anı filme çekilir ve sinemalarda gösterilir; ancak kendisi filme çekildiğinden haberdar değildir. Telekulak ve Telegözün Öne Çıkışı (1970’ler) Bir erken dönem Robert de Niro filmi olan ‘Hi, Mom’ (1970), bir komşu gözetleme fimi, fakat bu kez, soru, “suçlu mu değil mi?” değil. Asıl sorun, kadın bedeninin nesneleştirilmesi.(7.) ‘Loving’ (1970) filminde gizli bir ikili ilişki, güvenlik kameralarına yakalanır. ‘The Anderson Tapes’ (1971), Sean Connory’li bir güldürü filmi. Güldürü, soyguncuların bir oradan bir öbür taraftan gözetlenmesinden ileri geliyor. Gizli gizli soyguna çıkmışlarken, gelişlerini sağır sultan bile duyuyor. ‘THX 1138’ filmi ise, ‘1984’ çizgisinde bir kötü-düş (distopya) anlatısı. Devlet, herkesi sürekli olarak gözetliyor. ‘The Conversation’ (1974), daha önce andığımız ‘Blowup’ filminden izler taşıyan bir telefon dinleme filmi. ‘The Parallax View’ (1974) da bir telekulak filmi. Bunlar, Watergate skandalı sırasında gösterime girdiği için, izleyiciler bunları güncel gelişmelerle ilişkilendiriyorlar. ‘Logan’s Run’ (1976), yine devletin herkesi gözetlediği bir bilim-kurgu filmi. Önceki filmlerden ayrıldığı noktası ise, iyi-düş (ütopya) görünümünde bir kötü-düş (distopya) anlatısı olması. 1970’lerde konuların çeşitlendiğini ve gözetleyici olarak devlet imgesinin iyice öne çıktığını görüyoruz. Gözetleme ve Suç (1980’ler) ‘Death Watch’ (1980) filminde başkişinin gözüne takılı bir kamera var. Bu kamera, onun durumdan habersiz insanları çekip canlı yayınlamasını sağlıyor. ‘Blow Out’ (1981), 60’ların benzer konulu filmlerini akla getirir: Yanlışlıkla tutulan bir ses kaydı yüzünden, derin devletle başı belaya girecek olan başkişi (John Travolta)... ‘Sharky’s Machine’ (1981) filminde başkişi, gözetlediği, yüksek sınıflara çalışan seks işçisinin öldürülmesine tanık olur. ‘Blue Thunder’ (1983) filminde, yüksek gözetleme gücüne sahip bir helikopter başköşededir. ‘The Osterman Weekend’ (1983) filminde, önceki filmlerde pek görülmeyen bir durum vardır: Gözetleme, gönüllüdür, zora ve bilmemeye değil, rızaya ve kabule dayanır. ‘Sweet Bunch’ (1983) adlı Yunan filminde (Γλυκιά Συμμορία, Glykia Symmoria), dört şüpheli, evlerinde devlet tarafından gözetim altında tutulur. (8.) ‘Bedroom Eyes’ (1984) ve ‘Body Double’ filmleri, artık klişeleşen bir konuyu işler: Gizlice gözetleme yaparken tanık olunan cinayet. ‘Nineteen Eighty-Four’ (1984), aynı adlı filmin yeniden çekimidir. ‘Brazil’ filmi ise, ‘1984’ ile benzer konuları işler. 1980’lerde ağırlıklı olarak işlenen izleğin, gözetlerken tanık olunan suç olduğu görülüyor. Büyük Gözetleyiciler ve Küçük Gözetleyiciler (1990’lar) ‘Thelma & Louise’ (1991) filminde telefon dinlemesi var. ‘Demolition Man’ (1993), 2032’de geçiyor. Yönetim, kentteki herkesi gözetliyor. Film, konu olarak, Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’ kitabına benzetiliyor. ‘Fortress’ (1993) filmi de aynı konuda. ‘Menace II Society’ (1993) filminde, genç katiller cinayetlerin kamera kaydını yanlarında götürür ve kayıtlarla övünürler. ‘Sliver’ (1993) adlı filmde, bütün apartman ev sahibinin gizli kameralarıyla donatılmıştır; kiracılar elbette bunu bilmezler. Filmde başkişiyi Sharon Stone oynar. Genç Angelina Jolie’nin oynadığı ‘Hacker’ (1995) filminde, haklayıcılar (hacker’lar), gizli servis tarafından takip edilirler; ancak fiziksel ve teknik takip henüz veri takibine evrilmemiştir. Dönemin ilgili anlatılarında, bilgi çalma ve açıklara karşı gizli bilgileri korumak gibi öğeler görülür; fakat bir casus yazılımla bir başkasını izlemek gibi izleklerin ortaya çıkması için yılların ileri sarması gerekecektir. Filmin ilerleyen dakikalarında kişiliklerden biri, bir ofise telefon dinlemeleri için bir böcek koyar. Fakat hâlâ fiziksel boyuttadırlar. Devir, disklerin ve disketlerin devridir. ‘The Net’ (1995) filmi de, veri takibinden uzak; bunun yerine, kişisel verilerle oynanması ve bu yolla bir kişiliğin gerçek yaşamda yok hükmünde sayılmasını konu alıyor. Gözetim konusunu biraz teğet geçiyor. Başkişiyi Sandra Bullock oynuyor.(9.) ‘The End of Violence’ (1997) filminde başkişi, suça karşı devletin işe koştuğu yasadışı gözetim sisteminden haberdar olduğu için derin devletin hışmına uğrayacaktır. ‘Gattaca’ (1997) filminde, tüm yurttaşa yönelik gözetim, Foucault’gil bir biçimde, biyolojiktir. İnsanlar, kanlarına iliklerine ve hatta genlerine kadar kodlanırlar ve toplumdaki kilit konumlara, sağlık durumlarına ve kimi biyolojik göstergelerde diğerlerine göre üstün olup olmamalarına göre yerleştirilirler. ‘The Lost Highway’ (1997) bir David Lynch filmi. Filmde başkişiye, kendisinin yakından ve yakın zamanda çekilmiş görüntülerinin olduğu videolar postalanmaya başlar. ‘Enemy of the State’ (1998) filmi, önceki benzer içerikli filmleri bilmeyenlerce ilginç bulunuyor; oysa çok klasik bir konuyu pek de yenilik getirmeden işliyor: Derin devlet ve gözetim. Yine de izlemeye değer sayılabilir. Nicolas Cage’li ‘Snake Eyes’ (1998) filminde bir suikast girişimi üstündeki sis bulutunu dağıtmak için kamera kayıtları incelenir. Gözetim filmleri arasında ayrı bir yeri olan bir yapıt ise, aslında tüm yaşamı kurgu olan ama bunun farkında olmayan bir kişiliğin konu edildiği ‘The Truman Show’ (1998) olur. Toplumsal eleştiri yönü güçlü olan bu bilim-kurgu anlatısında başkişiyi Jim Carrey oynar. ‘American Pie’ (1999) filminde, ergen cinselliğinin kamera kaydı tutulur. 90’larda, bir büyük gözetleyici olarak devlet yanında, küçük gözetleyici bireylerin de öne çıktığı görülüyor. Bu, ikincilerin kapsamı ve gücü daha dardır; ancak özel yaşama etkileri, önemsenmeyecek denli hafif değildir. Gözetlenmenin Sıradanlaşması (2000’ler) 2000’ler ‘Timecode’ (2000) filmiyle açılıyor. Salma Hayek’in oynadığı bu filmde ekran dörde bölünmüş durumda. Dört anlatı bir arada akıyor. Bu anlatılardan birinde gizli dinleme cihazının söz konusu olduğunu görüyoruz. ‘Antitrust’ (2001) filminde bir bilişim şirketi, gözetim sistemini kod çalmak için kullanır. Fakat bu anlatıda gözetim tipi açısından 90’lardan bir sapma görülmez. İnsanlar kod yazarken gözlemlenmektedir; kodların yazıldığı sanal ortamdan çalınması henüz söz konusu değildir. Ünlü ‘Das Experiment’ (2001) filminde hapishane deneyi tümüyle kayıt altına alınır. Öyle anlar olur ki, kayıt altında olmak, kurbanları ölümden ya da zulümden kurtarır ya da öyle olması umulur. Dolayısıyla, burada, iyi niyetli bir gözetim düşüncesi vardır. ‘The Bourne Identity’de (2002) başkişi, bir başkasının arabasına bir takip cihazı yerleştirir. ‘Equilibrium’ (2002) ve ‘Minority Report’ (2002), önceki benzer filmlerdeki konuyu işler: Gelecekteki bir kötü-düşte insanlar büyük birader tarafından sürekli izlenir. Bu filmler, her yerde her zaman gözetimi, gelecekle ilişkilendirirler. Oysa son filmlerde, o geleceğin hızla şimdiki zamana dönüştüğünü göreceğiz. ‘Halloween: Resurrection’ (2002) filminde öğrenciler bir evde bir seri katille hapis kalırlar ve katil evde olan biteni eve kurduğu kameralar üzerinden internette yayınlamaktadır. ‘My Little Eye’ (2002), bir “biri bizi gözetliyor” evi filmi. ‘Panic Room’ (2002) bir başka “eve gelen suçluların gözetlenmesi” anlatısı. ‘Code 46’ filmi (2003), gelecekteki biyolojik temelli gözetimle ‘Gattaca’ya benzetilebilir. Önceki filmin devamı olan ‘The Bourne Supremacy’ (2004) filminde, filmin düğümü ses kayıtlarıyla çözülecektir. ‘The Final Cut’ta (2004) daha önceki filmlerde işlenmiş olan bir konu biraz daha geliştirilir: İnsan beynine takılan kayıt cihazlarıyla bütün anılar kaydedilebilmektedir. Başrolde Robin Williams’ı görürüz. ‘Freeze Frame’de (2004) başkişi, kendini suçlamalardan korumak için kendi kendini kamera kaydı altında tutar. Konu olarak, David Lynch’in daha önce andığımız ‘Lost Highway’ filmine benzeyen Michael Haneke filmi ‘Caché / Hidden’ (2005) filminde bir çift, evde kendi kayıtlarını içeren video kasetleri bulmaya başlar. Bunları kim ne amaçla çekip eve bırakıyordur?.. Denzel Washington’ın başrol oyuncusu olduğu ‘Déjà Vu’ (2005) filminde, gözetim yalnızca şimdiye ilişkin değildir; zaman makinesi bulunmuştur, başkişimiz geçmişi de geleceği de gözetleyebilmektedir. Harrison Ford’lu ‘Firewall’ (2006) filminde, gözetim, bir bankacılık güvenliği uzmanına başkasına kazanç sağlayacak biçimde suç işletmek için kullanılır. ‘The Listening’ (In ascolto) (2006) adlı film, gözetim filmleri tarihine yeni bir yön verir. Gözetime bakışı bütünlüklüdür: İnsanlar yalnızca devletlerce değil özet şirketlerce de gözetlenmektedir. Almanya yapımı ‘The Lives of Others’ (Das Leben der Anderen) (2006) filminde Doğu Alman istihbaratı konu edilir. ‘The Net 2.0’ 1990’lar altında andığımız ‘The Net’ filminin devamı. Olaylar İstanbul’da geçiyor ve kadroda Türkiye’den oyuncular da var. Bu da, bir kimlik hırsızlığı filmi; ancak gözetim filmleri hanesindeki yeri bir de kolyeye gizlenen takip cihazıyla sağlamlaşıyor. Bu kez takip cihazı, takılandan habersiz olarak (çoğunlukla böyle olur), fakat onu korumak için takılıyor. ‘Red Road’ filminde (2006), başkişi, bütün apartmanın güvenlik kamerası sisteminden sorumlu bir kadındır. Özellikle birini izlemeye başlar ve olaylar gelişir. ‘A Scanner Darkly’ (2006), bir Philip K. Dick uyarlaması. Başrolde Keanu Reeves var. Yazarın Dick olmasından da anlaşılacağı gibi, bu, bir bilim-kurgu. Yine artık klişeleşmiş, gelecekte insanları ölesiye gözetleyen devlet anlatısını görüyoruz. Çıktıktan kısa bir süre sonra efsaneleşmiş ve efsane bir film olarak yıllarca izlenmeyi başarmış olan ‘V for Vendetta’ (2006) filminde de beyaz üstünlükçü ve faşist devletin tümel gözetimi söz konusu. Jason Bourne serisinin 3. filmi olan ‘The Bourne Ultimatum’da (2007), telefonlar tümüyle dinlenmez; ama anahtar sözcükler taranır. Anahtar sözcüğün geçtiği konuşmalar, dinleme ve takip sistemini çalıştırır. ‘Disturbia’ (2007), Hitchcock’un 50 yıl önce işlediği konuyu yeniden ele alır, fakat köprünün altından çok sular akmış, geçen sürede konu iyice klişeleşmiştir: Komşuyu katil olduğunu düşündüğü için gözetleyen başkişi anlatısı… ‘Eye in the Sky’ (2007), bir gözetlenenin gözetlenmesi anlatısı. ‘Look’ (2007) filmi, güvenlik kamerası görüntülerinden oluşuyor. ‘The Simpson Movie’de (2007), Amerikan istihbaratı herkesi dinlemektedir; bu dinlemeler dolayısıyla Marge ve çocuklar göz altına alınır. ‘Vacancy’ (2007) filminde, motelde kalan çift, izledikleri korku filmlerinin kendi motellerinde çekildiğini fark eder. Sonraki kurbanlar onlar mı olacaktır? Meksika-İspanya ortak yapımı ‘La Zona’ (the Zone) (2007) filminde, gençler soygun yapmak için güvenlikli bir siteye girerler. Sorun şu ki, tüm site, güvenlik kameralarıyla doldurulmuştur. ‘The Dark Knight’ (2008) filminde Batman, düşmanını yakalayabilmek için kentte kullanılan tüm telefonları dinlemeye alır. ‘Eagle Eye’ (2008) filminde bir erkek ve bir kadın, bütün sistemlere erişimi olan üçüncü bir kişinin telefonları sayesinde, istihbarattan kaçar, gizlenirler. Fakat onlara yardım eden kadını tanımamaktadırlar. Kadının kimliği şaşırtır ve düşündürür. ‘Echelon Conspiracy’ (2009) filminde izleyiciyi benzer bir sürpriz bekler. Başkişimizin telefonuna geleceği öngören iletiler düşmeye başlar. Örneğin, “o uçağa binme, ertele” der, binmediği uçak düşer ya da finansal konularda büyük kazanç getiren tüyolar verir. Bu iletileri kim göndermektedir ve onun ötesinde, geleceği nasıl olup da öngörebilmektedir? Sürükleyici, düşündürücü ve ilgi uyandıran bir film.(10.) ‘Eyeborgs’ filmi (2009), KİHA’ları konu alır: Kameralı insansız hava araçları. Bunlar elbette gözetim amaçlı kullanılır. Bir Uruguay filmi olan ‘Giant’ta (Gigante, 2009) başkişi, süpermarketteki güvenlik kameralarından temizlikçi kadını gözetleyen güvenlik görevlisi. Gözetleme, güldürü konusu edilmiş. ‘Overheard’ (竊聽風雲 Qie Ting Feng Yun) (2009), Hong Kong yapımı bir suçluları gözetleme filmi. Fakat işler beklendiği gibi gitmeyecektir. Norveç yapımı Headhunters (Hodejegerne) (2011) filminde, ana kişiliklerden biri, bir gözetim şirketinde çalışır. İş dışındaki görevi, sanat eseri hırsızı başkişi için güvenlik sistemlerini devredışı bırakmaktır. Üçüncü bir kişiyi ekiplerine alacaklardır; fakat o, sandıkları kişi değildir. Filmde, takip sistemi, nanoteknolojik bir jelle çalışacak kadar ileri ve zor anlaşılır bir noktaya gelmiştir. ‘Closed Circuit’ filminde (2013), Londra’da 120 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıdan sonra, Faruk Erdoğan adlı Türkiyeli göçmen, baş şüpheli olarak yakalanır. Baronun atadığı avukat, işin içinde derin devletin parmağı olduğunu keşfedecektir. Fakat bu, başına dert açacaktır; ve sırların saklanması için her tür yol denenecektir. Ta ki… (tatkaçıran vermemek için burada duruyoruz.) Güney Kore yapımı ‘Cold Eyes’ (감시자들) (Gamsijadeul) (2013), suçlu gözetleme konulu bir başka polisiye. ‘The Den’ (2013) filminde, sosyoloji öğrencisi genç kadının bilgisayarı haklanıp internet kamerası ele geçirilir, seks videoları sağa sola gönderilir. Sonrasında haklayıcının elinde arkadaşlarına ve ailesine büyük acılar tattırılacaktır. Sadistçe bir film. İnsanın izleyesi bile gelmiyor. Önerilmeyecek bir film. ‘Paranoya’ filmi (2013), bir gözetlenenin gözetlenmesi anlatısı. Filmde Harrison Ford da oyuncular arasında. Açık bir Amerikan propagandası yapımı olan ‘Captain America: The Winter Soldier’ filminde, kahraman, Amerika’yı ve dünyayı kötülerin gözetim sisteminden koruyacaktır. Aynı adlı Hong Kong yapımı filmle bir ilgisi olmayan ‘Eye in the Sky’ (2015) filminde, SİHA’ların (silahlı insansız hava aracı) sivillere yönelik saldırıları konu ediliyor. ‘Furious 7’de (2015), sürücüler, Tanrı’nın Gözü adlı bir izleme aracının peşindedirler. Bu araç, bütün dijital aletleri bir gözetleme aracına çevirmektedir. Aslında, bu, çok gerçekçi; çünkü şeylerin (nesnelerin) internetinin gelişiyle birlikte, her elektronik alet akıl’lanacak. Elektrik süpürgesinden saç kurutma makinesine, tüm aletler internet bağlantılı olacak ve büyük biraderlere kişisel veri yollamak için biçilmiş kaftanlara dönüşecekler. James Bond filmi ‘Spectre’ (2015) de ‘Furious 7’ ile ‘Captain America’ gibi, bir gözetim sisteminin kötülerin eline geçmesini engellemeye çalışır. Serinin devam filmi ‘Jason Bourne’de (2016), başkişi hem bellek kaybından sonra parçaları toplama çabasını sürdürür hem de bin bir macera içinde peşindekileri atlatmaya devam eder. Bu kaçma-kovalama sürecinde Amerikan istihbaratının küresel ölçekli bir gözetim sistemi kurma planı olduğunu öğrenir. Filmde bunu kurgu gibi görsek de, aslında Snowden bize bunun gerçek olduğunu, Amerikan istihbaratının fiber optik kabloları bile casus yazılımlarla donattığını ve bunun seçici bir gözetim değil, herkesi kapsayan bir uygulama olduğunu çoktan duyurmuştu. Aynı yıl sinemalarda yerini alan ‘Snowden’ adlı film, Snowden’ın yaşamını anlatmakla birlikte, asıl ağırlık, devletlerin ve şirketlerin gözetleme uygulamaları üzerinde. ‘The Circle’ (2017), gönüllü olarak 7 gün 24 saat gözetlenmek isteyenlerin öyküsü. Son olarak, ‘Bad Times at the El Royale’ (2018), bol güvenlik kameralı, çift yönlü aynalı vb. gözetim-yoğun bir otelde geçiyor. Bu listeye ‘Matrix’ ve ‘Açlık Oyunları’ gibi çok daha iyi bilinen filmleri de ekleyebiliriz. Hatta son dönemlerde bilim-kurgu türünde olup da gözetim içermeyen filmlerin azınlıkta olduğunu bile ileri sürebiliriz. Bu listede konuyla ilgili belgesellere (örneğin, ‘We Live in Public’, 2009; 1971, 2014; Citizenfour, 2014) yer vermedik. Yoksa bu eklerle, elimizde belki yüz değil de ikiyüz filmlik bir liste olacaktı.(11.) Hem filmde hem gerçek yaşamda izleme cihazları küçülüyor, bunu da not etmek gerekiyor. Sabit telefonlardan, akıllı telefonlara, tabletlere ve bilgisayarlara, oradan giyilebilir teknolojilere ve oradan da insan bedenine monte edilebilen teknolojilere. ‘Gattaca’ ve ‘Headhunters’ta takip, nanoteknoloji düzeyine dek iniyor. Geleceğin yaygın olgularından biri, bu olabilir. Güvenlik ve Özel Yaşam İkilemi Burada andığımız yaklaşık 100 filmden çıkarsayabildiğimiz kadarıyla, gözetim, sık sık, bir ikilemi doğuruyor: Güvenlik söylemi ve suçu önleme çabası ile özel hayatın korunması ilkesi çatışıyor. Bu özel hayat ihlali, birçok örnekte, cinsel yaşamın ortaya saçılmasıyla birlikte ortaya çıkıyor. Ülkemizde siyasetçilere “kasetin var” diyerek şantaj yapmak bir zamanlar oldukça sıradan bir durumdu. Burada, gözetleme yetkisi olanların bu yetkiyi siyasal manipülasyon amacıyla kötüye kullandıklarını görüyoruz. Filmlerdeki bir diğer konu, kontrolden çıkan gözetim olgusu… Son zamanlarda, gözetim, yapay zekalara ve otomasyonlara devrediliyor. Bunların yanılmaz oldukları ve insanlardan daha ileri oldukları iddia ediliyor; oysa onlarda da yanılma payı var. Sözgelimi, sosyal medya algoritmaları, bir toplu katliamın katil tarafından yapılan canlı yayınını durduramıyor; burada bir ihlal saptayamıyor. Oysa bu, bir insanın çok hızlı yapabileceği bir işlem. Ya Şirket Gözetimi? Filmlerdeki kontrolden çıkan gözetim sistemi konusu, aslında oldukça gerçekçi. Ya sistem, bir insanı suçlu değilken, suçlu diye kodlarsa??? ‘The Net’ filminde bunu gördük. Dahası, SİHA’ların, hedef saptamada yaptıkları yanlışların bedelinin ağır olacağını bize ‘Eye in the Sky’ filmi (2015) haklı olarak anımsatıyor. Öte yandan, filmlerde birkaç istisna dışında es geçilen bir durum var: Büyük çaplı gözetim, çoğunlukla devletlere ve çok az örnekte suç örgütlerine yıkılıyor. Oysa şirket gözetimi de had safhada. Bunların geri planda olması, piyasacı ya da neo-liberal anlayışla uyumlu sayılabilir. Bu anlayışı göre, devlet, toplum ve ekonomi için çözüm değil sorundur. Devlete güvenilmez; devlet küçültülmelidir. Bu anlayış, aynı değerlendirmeyi büyük şirketler için yapmıyor. Kaldı ki devletlerin birçok işlemi özel şirketlere devretmesi sonucu (örneğin, vize başvuruları; daha da ötesi, Amerikan işgalci emperyalizminin çıkarları, sahada ordu eliyle değil özel güvenlik şirketleri eliyle korunuyor), devlet ile piyasa arasındaki sınırlar muğlaklaşıyor. Özetle, büyük şirketlerin yediği nanelerle ilgili daha çok film çekilse fena olmaz. Telekulak, Telegöz, Televeri Filmler, gözetimle ilgili araştırmalarla tümüyle olmasa da bir ölçüde koşut gidiyor. Gözetim türlerinde şöyle bir sıralama var: Fiziksel takip ve teknik takip. Teknik takip, üçe ayrılıyor: Telekulak (dinleme), telegöz (gözetleme) ve veri gözetimi (datafication). Gözetlemenin özneleri dört türlü: Devletler, şirketler, irili ufaklı ve resmi-gayrı resmi örgütler ve bireysel kullanıcılar/yurttaşlar. Şimdi bu kavramları açalım: Eskiden, örneğin 1930’larda, 1940’larda, yalnızca fiziksel takip yapılabiliyordu. Devlet, muhaliflerin peşine ‘adam’ ya da ‘kadın’ takardı. Bu, fiziksel takip. Sonra telefonlar yaygınlaştı ve teknik takip devri başladı. Her dönem, bir sonrakinin üstüne geliyor, ancak öncekini geçersiz kılmıyor. Diğer bir deyişle, bu devirde, yalnızca teknik takip kullanılmıyor. İkisi birden birlikte kullanılıyor. Teknik takip önce telekulakla, diğer bir deyişle telefon dinlemeleriyle başlıyor. Üçüncü dönemde, önce güvenlik kameralarının sonra telefonlara ve bilgisayarlara takılı kişisel kameraların yaygınlaşmasıyla, telegöz geliyor. Artık sese ek olarak görüntü de alınıyor. Son aşamada, ki bu, 2010’lu yıllarda iyice yaygınlaşıyor; fiziksel takip, ses ve görüntü kayıtlarına ek olarak, veriler gözetleniyor. Örneğin, hangi sitelere girdiğimiz, kişisel sağlık kayıtlarımıza göre hangi hastalıklardan çektiğimiz, mali durumumuz vb. Filmlere dönersek, filmler henüz veri gözetlemesini pek fazla işlemiş değiller ve fakat yakın gelecekte bunların daha çok filmde konu edileceğini tahmin ediyoruz. Gözetlemenin öznelerine geldiğimizde ise, gözetlenen ile gözetleyen arasındaki hiyerarşik/heterarşik ilişkilenme biçimi ya da güç simetrisi/asimetrisi üzerinden bir başka sınıflandırma yapabiliyoruz: Üstgözetim, altgözetim, eşgözetim ve aragözetim. Üstgözetim ve Altgözetim Üstgözetimde, gözetleyenle gözetlenen arasında derin bir hiyerarşi ve güç asimetrisi var. Bu, filmlerde çok sık işlenen devlet gözetimine karşılık geliyor. Bunun yanına büyük şirketlerin gözetimi de giriyor. Kapitalizm altında bu ikilinin gözetim durumu için, ‘ikiz büyük biraderler’ diyoruz. Tekil bir ‘büyük birader’ söz konusu değil; hatta bu sözün yanıltıcı olduğunu bile söyleyebiliriz. 1984 anlatısı, bu açıdan, tek taraflı, sosyalizmi hedef alırken, büyük şirketlerin kötülüklerini görmezden gelen bir anlatı. Doğru ama eksik. Bir kötüleme, aynı zamanda, kötülenmesi gerekip de kötülenmemiş olanların güzellemesidir. Birşeyler karalanırken, başka şeyler aklanmış olur. Konuya dönersek, sık sık ‘gözetim’ denilen durum, aslında ‘üstgözetim’dir. İngilizcesi’ndeki fark şudur: ‘Veillance’: Fransızca’dan geçme, gözetim anlamında. ‘Surveillance’: Üst-gözetim. Peki altgözetim nedir? İngilizcesi ve Fransızcası, sousveillance. Altgözetim, üstgözetimin tersidir. Gözetlenen yurttaşların gözetleyen devleti ve şirketleri gözetlemesidir. Konuyla ilgili araştırmalarda buna örnek olarak, kendilerini kameraya çeken güvenlik güçlerinin fotoğrafını çeken eylemciler (diyelim Sarı Yelekler) anılıyor. Eşgözetim Eşgözetim ise, güç olarak eşit olanların birbirlerini gözetlemesine karşılık geliyor. İngilizce ve Fransızcası, equiveillance. Yakın zamanlarda üretilmiş bir sözcük. Buna örnek olarak sosyal medya kullanıcılarının yaptıkları öne sürülüyor. Başkalarının profillerini takip ediyoruz ve onlar da bizimkileri… Bu açıdan, ideal gözetim demokrasisi ya da veri demokrasisi, üstgözetim ile altgözetim yerine eşgözetime dayanır. Devlet beni gözetlesin ama ben de onu gözetleyeyim, örneğin hata olasılıklarına karşı. Aynısı, büyük şirketler için de geçerli. Hatta onlar için daha geçerli; çünkü devlet, devlet olduğu için, ondan az da olsa şeffaflık, hesap verirlik, etik davranış vb. beklenir. Büyük şirketler ise bunu yapmazlar; bir kere, kendi verilerini paylaşmazlar. Kapalı kapılar ardında milyonları etkileyecek kararlar alırlar. Eşgözetimde, şirketlerin de daha şeffaf olması beklenir. Fakat elbette, kapitalizm koşullarında, eşgözetim, büyük oranda ham hayal. O yalnızca sosyal medyada kalıyor. Aragözetim Biz bu üçlü tarife, aragözetim kavramını ekliyoruz. Ekliyoruz çünkü gözetlemenin bireyler, devletler ve şirketler dışında da özneleri olabiliyor. Örneğin, Chaplin’in ve Lang’ın dikkat çektiği gibi, birçok işyerinde (bankalar, fabrikalar, okullar vb.) sürekli olarak gözetleniyoruz. Bu, üstgözetim sayılabilir; fakat gözetlenenle gözetleyen arasındaki güç farkı, devlet-yurttaş ilişkisindeki kadar büyük değil. Bunun dışında, Hitchcock’un sinema tarihine armağan ettiği, kuşkulu geldiği için komşusunu gözetleyen başkişi imgesi de üçlü tanıma girmiyor. Bu da, gerçekte, bir aragözetim biçimi. Aragözetimin İngilizcesi ve Fransızcası olarak mezzo-veillance kavramını ortaya atıyoruz. Bu kavramı ilk kez burada ortaya atıyor ve öneriyoruz. Bir diğer yeni kavram, öz-izleme (self-tracking). Örneğin akıllı telefonlarımızla hergün ne kadar yürüdüğümüzü ya da koştuğumuzu kaydedebiliyoruz. Biz diğer dört kavramla uyumlu olması için, bu bağlamda yeni bir sözcük üretiyoruz: özgözetim (autoveillance). Bu, daha önce az sayıda araştırmacının kullandığı bir kavram. Özgözetim Birçok bilim-kurgu filminde, üstgözetimin gönüllü değil zorunlu olduğunu ve bunun çeşitli sorunlar doğurduğunu görüyoruz. Şimdilik bu durum kurgu olsa da, ileride şeylerin (nesnelerin) internetiyle birlikte, bu kabus gerçek olacak. Öte yandan, gözetlenmenin gönüllü olduğu örnekler de gördük. Örneğin, ‘Freeze Frame’de (2004) başkişi, suçlamalara karşı kendi kendini kayda alır. Sosyal medyada sürekli kendi profilimize bakarız. Bu da bir özgözetim örneğidir. Bir diğer ayrım da şu: Gözetim, iyicil de olabilir kötücül de. Çoğu filmde, gözetim, haklı olarak kötücüldür. İyicil olduğu tek tük örnekte, örneğin ‘Das Experiment’ filminde ya da ‘The Net 2.0’da, gözetim, zor durumda kalan bireye yardım edilmesi için bir can simidi gibi tarifleniyor. Gerçek yaşamda, ileri yaştakiler için evde uzaktan tıbbi gözetimin sağlıkları için daha iyi olacağı düşünülüyor. Sonuç: Şimdilenen Veri Gözetimi Sonuç olarak, gözetim konusunda daha pek çok filmin çekileceğini düşünüyoruz. Özellikle veri gözetiminin ve eşgözetimin öne çıkacağını ileri sürüyoruz. Bunun dışında, ‘Look’ filminde olduğu gibi, güvenlik kameralarıyla daha fazla deneysel filmler çekileceğini ve ‘Timecode’ filminde gördüğümüz türden, ekranı dörde bölme gibi teknik olanakların daha fazla deneneceğini tahmin ediyoruz. Yapay zeka ve haklayıcılar konulu filmlerin de yaygınlaşarak gözetim konusunu daha sık işleyeceğini öngörüyoruz. Bunun için ilk akla gelen film, ‘Infinity Chamber’. Snowden açıklamaları gibi siyasal gelişmeler de daha çok tümel gözetim filminin önünü açacak; fakat yakın zamanlara göre bilim-kurgu türünde çekilip geleceği anlatan bu filmler, şimdilenecek. Diğer bir deyişle, gelecek zamanda değil şimdiki zamanda anlatılıyor olacaklar. Çünkü gelecek çoktan geldi. Büyük biraderler, bilim-kurgu öğesi olmaktan çıktı. Artık izleme her zaman ve her yerde; sıradan ve olağan…
·
1.198 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.