Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

‘Yabandan Gelen Adam’
Türkiye’de ‘Yabandan Gelen Adam’ adıyla gösterilmiş bir Sergio Leone (1929-1989) filmi olan ‘‘Giù La Testa’, üzerinden yıllar geçmesine karşın, anlatımbilim açısından çözümlenmeyi hakediyor. ‘Yabandan Gelen Adam’, bir ‘spagetti batı filmi’ örneği. Spagetti batı filmleri, İspanyol ve İtalyan sinemacılarca çekildiğinden bu ad veriliyor. Filmin konusu, 1913 Meksika Devrimi. Mao’nun bir sözüyle başlayan film, bir ‘vahşi batı’ ortamıyla açılıyor. Yoksul görüntülü bir adamı (Juan) bir zengin atlı arabası içeri alıyor. Arabanın içi, lüks ev gibi. Burada zenginler var; köylüleri aşağılayıcı laflar ediyorlar. “Bunlar yaşlarını da bilmezler; kaç çocukları olduğunu da” vb. Köylüye de soruyorlar, bilmiyor. Yol boyu, aşağılamayı sürdürüyorlar. Bu laflar ve yemek yeme görüntüleri, zenginlerin gözlerine ve ağızlarına, tüm görüntüyü kaplayacak biçimde yakınlaşma etkisi eşliğinde geliyor. Araba, bir süre sonra durduruluyor. Adam ve çocukları, arabayı ele geçiriyor; zenginleri soyuyor, ettikleri lafları yediriyorlar. Durumun tadını çıkarırlarken, patlamalar oluyor çevrede. Bir adam, motosikletiyle görünüyor. Adam (John), İngiltere’den kaçmış bir İrlandalı patlayıcı uzmanı. Juan, onu, banka soymaya ikna etmeye çalışıyor; ama o, devrimcilerle bağlantıya geçmiş, dinamitlerini onlar için patlatmak istiyor. Banka, askerlerin elinde. Askerler, önüne geleni kurşuna diziyor. Juan, bankayı soymak amacıyla devrimcilerin arasına katılıyor, onlarla bankayı basıyor. Devrimciler bankayı devrim için basarken, o, para için basıyor. Adamlarıyla askerleri temizleyip tüm kilitli odaları tek tek açıyor; herbirinden onlarca tutuklu çıkıyor. Para bulamıyor, ama kahraman ilan ediliyor. Sonuçta, herkesi o ‘kurtarmış’ oluyor. Juan ve John, misilleme yapmak için gelen bir askeri birliği, kentin girişindeki köprüde pusuya düşürüyorlar; askerleri tarayıp köprüyü bombalıyorlar. Yengi sevinciyle geri döndüklerinde, arkadaşlarının öldürüldüğünü görüyorlar. Juan’ın çocuklarıyla babası da, öldürülenler arasında. Juan, tek başına savaşmaya gidiyor. Bu arada, ordu, çukurlar kazıp yüzlerce insanı çukurlarda infaz ediyor. Juan, yakalanıyor; kurşuna dizilecekken, John onu kurtarıyor. Bir trenin hayvan vagonunda saklanıyorlar. Kentteki devrimcilerin önderliğini yapmış ama işkence altında herkesi ele vermiş Dr. Villega ve askerlerin adamı vali Don Jaime, aynı trende. John, Dr. Villega’nın ihanetini görmüştü, ama Juan’a söylemiyor. Bir süre sonra, Pancho Villa ve Zapata güçleri treni durduruyor. Juan, yan vagondan kendi vagonlarına gelen valinin canını bağışlaması için para ve mücevher vermesine aldırış etmiyor; onu vuruyor, para ve mücevher çantasını da alıyor. Vagon açıldığında, Juan, yine kahraman ilan ediliyor. Paraysa, devrimci güçlere kalıyor. Bir süre sonra, ordunun bölgeye bir tren asker gönderdiği haberi geliyor. Bu treni ‘etkisizleştirmek’ için John, dinamit yüklü bir tren hazırlıyor. Bu treni, Dr. Villega’yla birlikte asker trenine doğru sürüyor. Dr. Villega’yı bu görev için özellikle seçiyor; Villega, bu trende çarpışma sırasında ölecek, böylece ihanetinin bedelini ödeyecekti. Ama Juan, daha sonra ona acıyor. İki tren çarpışmadan önce, Juan, atlıyor; ondan da atlamasını istiyor; ama Villega, suçluluk duygusuyla trende kalıyor; iki trenin çarpışıyla ölüyor. Bu sahneye dek, Dr. Villega’nın işkence altında konuşan bir devrimci mi yoksa askerlerin gönderdiği bir ajan mı olduğunu anlayamıyoruz. Bu sahneyle, birinci yorum baskın çıkıyor (gerçi, bu belirsizlik, filmin kimi bölümlerinin sansür nedeniyle kesilmesinden ileri geliyor olabilir). Juan ve John, devrimci güçlerle birlikte, pusuya düşürülmüş trenden çıkan askerlerle çarpışıyorlar. Sonunda, askerlerin komutanı, John’u vuruyor ve Dinamit John, kendini de patlatıyor. Görüntü, üzüntüden bitmiş Juan’ın yüzünde donuyor ve film böylece bitiyor. Filmdeki İrlanda-Meksika dayanışması dikkat çekici. Film, roman tadında; kişilikleri derinlemesine almakta başarılı olan görsel bir metin. Bunun dışında, ışık, gölge ve renk kullanımı dikkat çekiyor. Her bir sahne, ayrı bir sanat yapıtı. Oyunculuklar da harika. Juan’ın gelgitleri, birden coşup bir anda durulması çok iyi veriliyor. Ancak, bu filmden geleneksel bir ‘vahşi batı’ konusu bekleyenleri mutlu etmek zor. Onlara, bu film, Sergio Leone yapıtlarının bir yinelenişi gibi geliyor. Filmin ilk gösterimlerinde, siyasal vurgular ve şiddet görüntüleri nedeniyle, kimi bölümler kesilmişti; ancak, yeni sürümlerde bu bölümleri de izlemek olanaklı. Örneğin, askerlerin, kentte, çukurlardaki yüzlerce insanı kurşuna dizdiği sahneler, eski gösterimlerde yok. Kesilmiş bölümlerle film, 2 saat sürüyor; kesilmemiş bölümlerle, 2 saat 40 dakika. Film, 1979’a dek Meksika’da tümüyle yasaklanıyor; çünkü filmdeki devrime yönelik “yoksullar yine yoksul” biçimindeki eleştiri, sert bulunuyor. Hepsinin de ötesinde, girişte yapılan Mao alıntısı, kesilmiş sürümlerde, ya tümüyle atılıyor ya da tek tümceye düşürülüyor: “Devrim, bir şiddet olayıdır”. Böylece alıntı, anlamını yitiriyor. Filmin özgün sürümünde yer alan tam alıntı şöyle: “Devrim, yemekli bir toplantı değildir ne de yazınsal bir olay ne de çizim ne de nakış. Devrim, incelik ve kibarlıkla yapılamaz. Devrim, bir şiddet olayıdır”. Ayrıca, filmde, Bakunin’e gönderme var; seçkinlerin devriminin eleştirisi var. Sergio Leone’nin halk (Juan) ve aydın (John) sorunsalına dokunduğu görülüyor. Bu durumda, John’un ölümünden sonra Juan’ın “ben ne yapacağım?” diye sorup görüntülükte donuşu, yalnızca silah arkadaşını yitirmenin verdiği üzüntü değil; aydınsız halkın ya da aydınlaşmamış halkın sorunu olarak da değerlendirilebilir. Juan (bilgelik dolu halk), John’la (bilgi dolu aydın) tanışmadan önce bir hayduttu; devrimcileşti, ama aydınlaşmadı. Bu halk-aydın ve bilgelik-bilgi karşıtlığı, Kazancakis’in ‘Zorba’sında da başka bir biçimde işleniyor. Sergio Leone’nin filmindeki bu halk-aydın ve bilgelik-bilgi karşıtlığının gizil sömürgecilik barındırdığı da söylenebilir: ‘Geri kalmış’ Meksikalı halkı, Avrupa’dan gelen aydın aydınlatıyor; tersi, geçerli değil: Bir Meksikalı’yı İrlanda’daki devrime katkı verirken görmüyoruz. Bir tümceyle özetleyeceksek, bu film, Meksika Devrimi’nde bir para/altın avcısının zorunlu kahraman olarak devrimcileşme süreci olarak nitelendirilebilir. Bu zorunlu kahramanlık, filme güldürü öğeleri katıyor. Daha da açarsak, güldürü, Juan’ın devrim için değil para için yanıp tutuşması ve buna karşın yine de kahraman sanılması üzerinden gelişiyor. Benzer bir öğe, Sergio Leone’nin yapıtından yaklaşık 15 yıl sonra, Endonez bağımsızlık savaşını ve 50 yıl sonrasını konu alan Endonez filmi Naga Bonar’da da görülüyor. Bu filmde, bir yankesicinin yanlışlıkla kahraman ilan edilmesi, ama daha sonra gerçekten kahraman olma süreci anlatılıyor. Ayrıca, John’un patlayıcılarla dostluğu, bir başka güldürü öğesi. Gelelim, filmin anlatıbilim açısından çözümlenmesine: ‘Yabandan Gelen Adam’, bir ‘Zapata batı filmi’ olarak adlandırılıyor. Bu filmler, Meksika Devrimi’ni ele alıyor ve filmlerin çekildiği yıllarla ilgili siyasal göndermelerde bulunuyor. ‘Yabandan Gelen Adam’, bu türün ilk örneği değildi. Bundan önce çekilmiş ‘Generale Bir Kurşun’ ve ‘Paralı Asker’ ve Compañeros gibi İtalyan filmleri vardı. Dolayısıyla, ‘Yabandan Gelen Adam’ın özgün olduğu ya da bu alttürü oluşturan ilk örnek olduğu söylenemez. Bu tür filmlerde, aynı bilinçsiz halk-halka bilinç götüren aydın karşıtlığı var. ‘Vahşi Batı’ya soldan bakan filmler de yeni değil: Spagetti türünün İtalya’da çıkışından önce, Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da ‘Vahşi Doğu’ ya da ‘Kızıl Batı’ olarak adlandırılan film türünde, ya (özellikle doğuda kalan) Sovyet cumhuriyetlerinde Ekim devrimi ve iç savaş süreci işleniyor ya Amerikancı bakışla çekilmiş ‘Vahşi Batı’ filmleriyle dalga geçiliyor ya da Kızılderililer vahşi olarak değil, kahraman olarak gösteriliyor; böylece, ‘Batı’nın vahşiliği’ sergilenmiş oluyor. ABD’de çıkan türün ‘Vahşi Batı’ olarak adlandırılması, Avrupalı sömürgecilerin, Amerika’ya, Atlantik’ten, yani Doğu’dan gitmeleri dolayısıyla, Pasifik kıyılarını, yani Batı’yı daha geç sömürgeleştirmelerinden ileri geliyordu; vahşi olan, Batı Amerika’ydı. Oysa, bu tür soldan bakan filmler, Batı Amerika’nın değil ‘Batılıların vahşiliği’ni sergilemiş oluyor. Ayrıca, Meksika Devrimi’ni konu alan diğer Amerikan filmleri de vardı: ‘Viva Villa’ (1934), ‘Viva Zapata!’ (1952) vd. Dolayısıyla, ‘Yabandan Gelen Adam’ın konusunun da yaklaşımının da suyu çıkmış durumda. Yine de, bu film, Türkiyeli izleyiciye ilginç geliyor; çünkü Türkiye’de ‘vahşi doğu/kızıl batı’ filmleri de; Amerikan ve İtalyan yapımı diğer Meksika filmleri de pek bilinmiyor. Filmin kullandığı temel olay örgüleri şunlar: Macera Örgüsü: Başkişiyi (Juan) maceraya iten, zengin olma isteği. Başkişinin eşlikçisi, 6 farklı anadan olma çocukları, yaşlı babası ve daha sonra John. Arayışın sonunda başkişi, devrimci bir kahraman oluyor; ancak, amacına ulaşamıyor ve amacı da değişiyor. Diğer macera örgülü anlatılardan farklı olarak, bu anlatıda –John’un geriye bakışlarını (flashback) saymazsak- aşk yok. Kovalama Örgüsü: Ordu kovalıyor, devrimciler kaçıyor. Kaçma ve kovalama, Mesa Verde’ye gidişle başlıyor. Bundan önce, Juan’ın John’u sıkıştırması da, kovalama altörgüsü olarak değerlendirilebilir. Kaçan için yer kısıtlaması yok; bu, filmi yavaşlatıyor. Ancak, yine de, yolları askerlerle bir biçimde kesiştiğinden, dar alanlarda didişiyorlar. Kurtarma Örgüsü: Çok küçük çapta da olsa, John’un Juan’ı kurşuna dizilmekten kurtarışı, kurtarma altörgüsü olarak değerlendirilebilir. Burada “ha kurtarıldı ha kurtarılacak” gibi bir hava olmadığından, bu sahnenin heyecanı düşük. Öç Örgüsü: Öç gerektiren olay, Juan’ın çocuklarının ve babasının ve Juan’la John’un arkadaşlarının askerlerce öldürülüşü. Öç almaya çalışanlar, iyiler. Öç gerektiren olay, John ve Juan’ın önünde gerçekleşmediği için, düşük heyecanlı ve belki bunun için, ölü beden görüntülerinin üstüne yaylım ateşi sesleri eklenmiş. Ancak, John’un yağmur altında Dr. Villega’nın ele verdiklerinin öldürülüşünü izlediği bölüm, gerilimli. Öcün alınışı adım adım değil; sonda komutan öldürülüyor, ancak ondan önceki rütbeliler belirgin değil. Bu durum, heyecan öğesini zayıflatıyor. İyi safta en az üç devrimci var; kötü safta, kısa bir bölümde beliren valiyi saymazsak, tek bir komutan var. Karşı tarafta birkaç komutan olsaydı ve bunlar tek tek temizlenseydi; bu film, daha heyecanlı olurdu. Komutanın kimliği bilinse de, Juan ve John’un yakınlarını tam olarak kimin öldürdüğü belli değil. Bu nedenle, heyecan öğesi zayıf. Kimin öldürdüğü tam olarak belli olmadığından, öç alınıp alınmadığı da tam olarak anlaşılamıyor. Bilmece Örgüsü: Küçük çapta da olsa, Dr. Villega’nın ajan mı yoksa işkence altında konuşan biri mi olduğunun belirsiz olması (bununla ilgili olarak yukarıda bir yorum yaptık); daha sonra, John’un onun ihanetini diğerlerine açıklamayışıyla gelen “acaba, Villega, devrimcileri yine ele verecek mi?” sorusu, bilmece altörgüsüne karşılık geliyor. Çekişme Örgüsü: Juan’la zenginler; Juan’la John ve devrimcilerle ordu çekişiyor. Bunlardan üçüncüsü birincil. Devrimciler ve ordu, yerel olarak aşağı yukarı eşit derecede güçlü olduklarından, çekişmeler heyecanlı. Kimin kazanacağı belli değil. Bir taraf güçlü, diğer taraf güçsüz olsaydı sıkıcı olacaktı. İtilmişler Örgüsü: İtilmişler örgüsünde, temel bir nokta, itilmişin şeytanın bacağını kırışı. Gerçi, Juan’ın John’la tanışmadan önce de kendince bir yaşamı var; ancak, John’la tanışmasıyla, Juan’ın yaşamı, bir daha geri dönülemeyecek biçimde değişiyor. Öte yandan, devrimciler ve ordu, yerel düzeyde eşit derecede güçlü olduklarından, filmin, itilmişler ve çekişme örgüleri değil, yalnızca çekişme örgüsü kullandığı da söylenebilir. Dönüşüm Örgüsü: Daha önce belirtildiği gibi, film, Juan’ın devrimcileşme sürecini ele alıyor. ‘Yabandan Gelen Adam’da, ortam, kişilik ve olay, eşit ağırlıkta önemli. Yeni bir ortam var; kişilikler, sıradışı ve olaylar, az bulunur türden. Anlatının geçtiği yer önemli; bu film, başka yerde geçse, bambaşka olurdu. Başkişi Juan’ın garip huyu, yukarıda belirtildiği gibi, bir anda coşup sonra durulması. Juan’ın garip huyu ise, patlayıcılarla arkadaşlığı. Başkişi Juan’ın ikilemi, daha önce belirtildiği gibi, para ve devrim arasında. Başkişiyle özdeşlik kurabilecek izleyici kesiti, yoksullar, Meksikalılar, devrimciler ve John dolayısıyla, İrlandalılar. Film, filme para vermekte zorlanacak olan itilmişleri başkişi yaptığı için, orta sınıf tüketiciyi hoşnut etmesi zor. Onlara, özdeşlik kurabilecekleri ‘iyi bir beyaz adam’ gerekli. Bu nedenle, filmin, gölgede kalmasına ve Sergio Leone’nin belki de en az bilinen yapıtı olmasına şaşmamalı. Ayrıca, filmde, kısıtlı üçüncü tekil anlatımın kullanılışına dikkat çekmek isteriz. Üçüncü tekil anlatım, filme belgesel tadı verirken; kısıtlı sürümün kullanılması, metni gerçek yaşamdaki insanlara bağlıyor. Birinci tekil kişinin doğrudan kullanılmaması ise, filmin topluluksal niteliğini korumasını sağlıyor. Diğer bir deyişle, filmde, bir göksel ya da bensel anlatıcı yok ve birinci kişinin öznelliklerine de yer yok. Sonuç olarak, ‘Yabandan Gelen Adam’, türünün ilk örneği olmasa da ve suyu çıkarılmış bir konuyu yeniden işlese de; başarılı oyunculuk, ışık, gölge ve renk kullanımı ve Sergio Leone’ye özgü yakın plan çekimler dolayısıyla, mutlaka izlenmeye değer. Film, 2 saat 40 dakikada, her saniyeden hesaplarsak (160x60), 9,600 sanat resmi sunuyor; her bir saniyesi, ince işçilik ürünü. Yüz üzerinden doksan veriyoruz.
207 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.