Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Anlatıbilim Açısından Tarihyazımı
Tarihyazımına anlatıbilim açısından bakıldığında, belki de en önemli konu, “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü. Tarih ve yinelenme ilişkisine iki temel bakış var: “Tarih tekerrürden ibarettir” ve “tarihte tekerrür yoktur”. Bir kere, kaynak sözün, ‘tekerrür’ gibi bugün bu söz dışında neredeyse hiç kullanılmayan bir sözcük içermesi, onun eski bir görüş olduğunu gösterir. Gerçekten de öyledir. Bu söz, 20. yüzyılın başlarında etkili olan olgucu (pozitivist) okulun görüşüdür. Olgucu okula göre, tarih, kendi başına bilim olamazdı; ancak genelleme yapılabilecek bir bilgi yığını olarak toplumbilime yardımcı olabilirdi. “Tarihte tekerrür yoktur” diyenler ise, her anın eşsiz olduğunu ve her olayda koşulların farklı farklı olduğunu söylüyorlar. Şimdi bu tartışmaya anlatıbilim açısından bakalım: Diyelim ki, iki filmi üst üste izliyoruz. Birincisinde, bir kadın, hortlaklar görmeye başlıyor ve sonunda kendisi de ölüp hortlak oluyor. İkincisinde ise, bir erkek, hortlaklar görmeye başlıyor ve sonunda kendisi de ölüp hortlak oluyor. Birinci filmi izleyen, ikinci filmde sıkılacaktır; “ben bunu izlemiştim zaten” diyecektir; sonu da önceden bilecektir. “İkinci film, başka birinin öyküsü; aynı gibi görünse de farklı” demeyecektir. Tarihin sıkıcılığının temel nedeni de budur: Olaylar yineleniyor; ama tarih anlatımında, sanki olaylar benzer değilmiş gibi, hatta olayların benzer olmadığına kanıt aranırcasına, farklılıklar vurgulanıyor. Tarihi ilginç kılmanın bir yolu şudur: Önce genel ilkelerle başlanıp bu ilkelere varmak için kullanılan örnek olaylar sıralanabilir. Örneğin, çarpık kentleşme, tarihte, suç oranlarını arttırmıştır. Bunun için, hangi örneklerin bu denenceyi (hipotez) desteklediği, hangilerinin desteklemediği alt alta sıralanabilir. Kuşkusuz, burada, farklı tarihyazımlarının bir ürünü olarak farklı sonuçlar çıkacaktır; ancak, bu özelleme yöntemi, tarihi herkes için ilginçleştirecektir. Tarih öğrencilerine, sınavlarda, birtakım tarihsel örnek olaylar sıralanıp bunlardan genelleme yapmaları istenebilir. Yine aynı biçimde, bu olay örneklerinin kimisi bir genellemeyi desteklerken, kimisi desteklemez. Ulusalcı bir tarih anlayışına sahip olmayan bir öğrenci bile, böyle ulusalcı açıdan sıralanmış olay örneklerini bu biçimde çözümleyebilir; öğretmenle aynı görüşte olmamasına karşın tam not da alabilir. Buna ek olarak, tikelleme yöntemi uygulanabilir. Bunda, benzer olay örnekleri verilip bunlar arasındaki farklar sorulabilir. Böylece, tarihi ilginç kılmak için, elimizde üç araç bulunuyor: Öğretim için, özelleme (ilkeden olay örneklerine doğru); sınav ve okul sonrasında tarih yazımı için genelleme (olay örneklerinden ilkeye doğru) ve iki amaçla, tikelleme (olay örneklerinin karşılaştırılması). Birçokları, tarih anlatıcılığının öğretilemeyecek bir yetenek, sanat, zanaat vb. olduğunu ileri sürüyor; oysa, anlatıcılık, tarihçiler için de başkaları için de öğretilebilir bir nitelik taşıyor. Tarihçilik, bilgiyi düzenlemekten ve sunmaktan geçiyor. Çığır açmış tarih kitaplarının tarihçi olmayanlar (toplumbilimciler, mühendisler, mimarlar vb.) tarafından yazılması doğal; çünkü onlar, kendi meslekleri dolayısıyla, bilgi düzenleme ve sunma yetilerine sahip oluyorlar. Tarihçiler, anlatıbilim eğitimi alıp öykü yazar gibi tarih yazabilirler. Fakat aşağıda görüleceği gibi, tarihsel anlatı üstünde birtakım yapısal kısıtlamalar var. Tarihçilerin, genel okurun okumaktan sıkıldıkları tarihler yazmaları, yazarlık yeteneklerinden çok, hedefledikleri okur kitlesiyle ilgili. Tarihçiler için yazılan tarih, genel okur için yazılan tarih, çocuklar için yazılan tarih, ulus-devleti perçinlemek için yazılan tarih vb. arasında elbette farklar olacak. Bu noktada, tarih anlatımıyla tarihsel roman ve öykü ilişkisi arasındaki farkı ele almalı. Sonçağdaşçılar (post-modernist) ve birçok eleştirel tarihçi, tarihi, bir yazın türü olarak değerlendiriyorlar. Oysa, bizce, yazın ve tarih arasında farklar var: Tarihsel romanda/öyküde, bilinmeyen olaylar anlatılıyor; merak uyandıran konular seçiliyor. Oysa, tarihçinin merak uyandırmayan konuları da yazma sorumluluğu vardır. Tarihsel roman ve öykülerde, bol bol uydurma yapılır; bilmemkim, gerçekte Musacı’ydı ya da Müslüman’dı gibi. Bu durumda, doğru mu yanlış mı diye ciddi araştırma yapmaya gerek duyulmaz; çünkü bu, tarih değil, romandır. Ayrımlar, burada bitmiyor. Gezgin Anlatı Dizelgesi’ni tarih anlatımına uygulayarak, ayrımları daha da ayrıntılandıralım: Yazın’ın bir konusu vardır, tarihin de öyle (burada bir ayrım yok). Yazınsal anlatıda, çeşitlemelerle ve kimi zaman, olduğu gibi yinelenen temel olay örgüleri vardır (çekişme, düşüş, yükseliş, aşk, itilmişler gibi). Bu olay örgüleri, yazar, toplumsalcı da olsa alsatçı (ticari) da olsa ulusalcı da olsa vb., aşağı yukarı aynıdır. Ancak, tarihsel anlatı, yazınsal anlatıdan, olay örgüleri açısından ayrılır. Tarihsel anlatının tüm anlatılarda aşağı-yukarı bulunan yirmi olay örgüsünden dokuzuna sahip olduğunu ileri sürüyoruz. Bunlar şöyle: Öç örgüsü, çekişme örgüsü, itilmişler örgüsü, aşk örgüsü, yasak aşk örgüsü, feda örgüsü, zavallı aşırılık örgüsü, düşüş örgüsü ve yükseliş örgüsü. Ulusalcı-dinci tarihyazımında, öç örgüsü, feda örgüsü ve çekişme örgüsü ağırlıklıdır. Buna göre, gavurlar, Malkoçoğlu’nun vb. kardeşini öldürür, o da öç alır. Tüm tarih, biz ve gavurlar arasındaki çekişmeye indirgenmiştir. Din kardeşleri de kendi aralarında çatışabilir; taht kavgası da olabilir; gizli saray oyunları da. Bir de, gavur olan ve din kardeşi olan halkların ya da yeniçerilerin ayaklanması vardır. Dolayısıyla, ulusalcı ve dinci tarihyazımında, beş çekişme örgüsü öğesi vardır: Gavurlar; din kardeşleri arasındaki çatışma; taht kavgası; gizli saray oyunları ve ayaklanma. Ulusalcı-dinci tarih, tüm ülkelerin iç tarihlerini de bu beşli çekişme ile çerçeveler. Örneğin, İngiltere’nin başka ülkelerle çatışması, kendi dininden olanlar ve olmayanlar olarak ikiye bölünür; taht kavgaları, saray oyunları ve ayaklanmalar da diğer çekişme öğelerini oluşturur. Bu, elbette, Türk-İslam tarihyazımına özgü değildir; dünyadaki tüm ulusalcı-dinci tarihyazımları benzer bir yapıda. Bu tür tarihyazımlarında, savaşı ilk önce gavurların başlattığı ve yiğitlerin başkişi (kral, padişah vb.) ya da vatan için kendilerini feda ettikleri anlatılır. Ulusalcılık ve dincilik, insanın kendi isteğiyle ölüme gitmesine neden olacak denli yüce ülküler olarak sunulur. Toplumsalcı (sosyalist) tarihyazımı ise, çekişme örgüsü, öç örgüsü, itilmişler örgüsü, feda örgüsü ve zavallı aşırılık örgüsü kullanır. Toplumsalcı tarih, çekişme örgüsü kullanımında ulusalcı-dinci tarihle ortaktır; ancak, toplumsalcı tarih açısından, öncelikli çekişmeler farklıdır. Devrim öncesi toplumsalcı tarihyazımında, sırasıyla, ayaklanmalar, (varsa) toplumsalcı ülkelerle çatışmalar ve sermayeciler arasındaki çatışmalar, önceliklidir. Taht kavgaları ve saray oyunları, bunlardan sonra gelir. Devrim sonrasında, devrim öncesine bakış, değişmez; ancak, devrim sonrasının tarihinde, yurtseverlik adına, sermayeci ülkelerle toplumsalcı vatan arasındaki çatışmalara öncelik verilir; ayaklanmalara, yönetim içi kavgalara ve yönetim içi oyunlara çok az yer verilir. Toplumsalcı tarihyazımı da, öç örgüsü kullanır: Kavgayı egemenlerin devleti çıkarmıştır. Toplumsalcı tarihyazımı, devrim olana dek, itilmişler örgüsü kullanır; küçük insanların, halkın devlete karşı direnişi odağa konur. Ancak, devrim sonrasında, devrim sonrası tarihte artık küçük insanlara yer yoktur. Bir ‘yüce önder’ ve ‘yüce önder’in yüce işleri, ülkenin dört bir yanına yapılmış heykeller eşliğinde tarihin odağına konur. Sanki ‘yüce önder’, tek başına, tüm faşist ülke ordularına karşı koymuştur. Bu, gerçekte, kraldan da kralcı bir tarihtir. Toplumsalcı tarihyazımı da, ulusalcı-dinci tarihyazımı gibi, feda örgüsü kullanır. Ulusalcıların da dincilerin de toplumsalcıların da şehitleri vardır. Bir taraf, ‘şehit’; öbür taraf, ‘devrim şehidi’ der. Son olarak, toplumsalcı tarihyazımı, devrim öncesi dönem için zavallı aşırılık örgüsü kullanır; bu örgüyle, yöneticilerin ne kadar kokuşmuş, ne kadar acımasız, ne kadar bilgisiz oldukları vurgulanır; onların garip huylarına (örneğin ayakkabı toplama çılgınlığı) özellikle vurgu yapılır. Böylece, devrimci yönetimin farkının altı çizilmiş olur. Fakat toplumsalcı tarihyazımı, devrimden sonra, devrim sonrasındaki dönemle ilgili olarak zavallı aşırılık örgüsü kullanmaz; çünkü bu, toplumsalcı tarihyazımı için kendi kendini topuğundan vurmak olur. Kamuerkçi (cumhuriyetçi) tarihyazımı, ulusalcı-dinci tarihyazımıyla toplumsalcı tarihyazımının bir karışımıdır. Kamuerkçi tarihyazımı, çekişme örgüsü, öç örgüsü, feda örgüsü ve zavallı aşırılık örgüsü kullanır. Bu tür tarihyazımı, halkçı görünmesine karşın, itilmişler örgüsü kullanmaz; yer verdiği ayaklanmaları yalnızca kamuerkçiliği meşrulaştıracak biçimde sunar. Kamuerkçi tarihyazımında, baş çekişme, yenilikçilerle gelenekçiler arasındadır. Dolayısıyla, kamuerkçi tarihyazımı için, taht kavgaları, saray oyunları ve ayaklanma çekişmeleri önceliklidir. Kavgayı gelenekçiler başlatmıştır. Niceleri, kendini bu uğurda feda etmiştir. Burada da, toplumsalcı tarihçilikte olduğu gibi, zavallı aşırılık örgüsü kullanılır; akıl hastalarının ve çocukların yönetici yapılışına dikkat çekilir. Deli İbrahim, balıklara para atmaktadır. Bunlar, kamuerkçi tarihyazımı tarafından özellikle vurgulanır. Toplumsalcı tarihyazımında da olduğu gibi, kamuerkçiler başa geçtiklerinde, kamuerki dönemi tarihi için zavallı aşırılık örgüsünü kullanmaktan kaçınırlar. Mao’nun savlarında olduğu gibi, kamuerki ilanından sonra, gelenekçilerle yenilikçiler arasındaki çatışma sürdüğü için, kamuerkçi tarihyazımında baş çekişme öğesi, kamuerki döneminde de değişmez: Yenilikçiler-gelenekçiler. Tüm tarihyazımları, düşüş örgüsü ve yükseliş örgüsü kullanıyor. Tarihi öğrenciler için ilginç kılmaya çalışan magazin tarihçileri, aşk örgüsü ve yasak aşk örgüsü de işlerler. Başkişilerin evlilikleri ve ilişkilerini ayrıntılandırırlar. Bunlara göre, Baltacı Mehmet Paşa, Katerina’yla birlikte olmuştur. Olmasa da, anlatılması iyi olduğundan olmuş gibi sayılmalıdır (“anlat anlat, heyecanlı oluyor”). Magazindışı tarihyazımında ise, aşk ve yasak aşk örgüleri, yalnızca çekişmeyi etkiliyorsa (örneğin, Baltacı-Katerina ilişkisi, ordunun çekilmesini sağlamışsa ya da Osmanlı padişahı, Bizans Kralı’nın kızını aldıysa vb.) anlatılır; yoksa, bunların tarihte yerleri yoktur. Zavallı aşırılık örgüsü de, magazin tarihçileri tarafından (magazin tarihçilerine boyalı basında tam sayfa ayrılıyor) sık kullanılır; çünkü bu örgüler, ilginçtir. Bir padişah, ‘deli’ olmasa da, deli olarak gösterilir ki daha çok okunsun. Akla ‘Deli Petro’ geliyor hemen. Osmanlı tarihyazımının hızlı reformculuğu nedeniyle ‘deli’ saydığı Petro, kendi ülkesinde ‘Büyük Petro’ olarak anılıyor. Şimdi bu çözümlemeleri bir dizelgede derleyelim. Ancak, ondan önce, şunu da düşünelim: Toplumsalcı ve kamuerkçi tarihlerde, yönetime geldikten sonra, olay örgülerinde çeşitli değişiklikler olduğunu söyledik. Peki ulusalcı-dinci tarihte de, yönetime geliş sonrasında, olay örgüsü kullanımında değişiklik oluyor mu? Bu soruyu yanıtlaması, zor; soru’nun olası yanıtları, yazının kapsamını aşıyor. Bu soruyu yanıtlamak için, Osmanlı kurulmadan önce (varsa) Osmanoğlu tarihçiliğini incelemek gerekiyor. Ayrıca, İslam peygamberinin din savaşlarını kazanmadan önceki anlatımları incelenmeli. Bu anlatımlarda temel kaynak, Kuran olacaktır. Kuran’da iktidar olmadan önceki ve sonraki anlatılar, birbirleriyle karşılaştırılmalıdır. Ulusalcı-dinci tarihyazımında böyle bir yönetim dönüşü olup olmadığını incelemenin başka bir yolu daha var: Eski Sovyet kamuerklerinde, toplumsalcı tarihyazımı yerine ulusalcı ve dinci ve ulusalcı-dinci tarihyazımları diriltiliyor. Buralarda yeni yazılan tarih kitapları, böyle bir yönetim dönüşünü araştırmak için kaydadeğer bir alan açıyor. Yapılacak çalışma şu: Bu ülkelerde Sovyet döneminde tarihyazımı, hangi olay örgülerini kullanıyordu; bugün hangilerini kullanıyorlar... Bu konuyu çalışmak için üçüncü bir yol, İran İslamcı tarihyazımıdır. Bu tarihyazımında, ayaklanmalara yer verilmediği açıktır; ancak hangi olay örgülerinin ağırlıklı olarak kullanıldığını saptamak için, bu dört çalışma kanalını birarada inceleyen kapsamlı bir araştırma gereklidir. Bu konu, henüz açıklığa kavuşturulmadığı için, aşağıdaki Gezgin Tarihsel Anlatı Dizelgesi’nde, ulusalcı-dinci tarihi ikili olarak değil tek bir öğe olarak sunuyoruz.   Gezgin Tarihsel Anlatı Dizelgesi Olay Örgüleri Tarihyazımları Ulusalcı-dinci Devrim Öncesi için Toplumsalcı Devrim Sonrası için Toplumsalcı Devrim Öncesi için Kamuerkçi Devrim Sonrası için Kamuerkçi Magazinci Çekişme Önceliği Gavurlar, din kardeşleri, taht kavgaları, saray oyunları, ayaklanma Ayaklanmalar, (varsa) toplumsalcı ülkelerle çatışmalar, sermayeciler arasındaki çatışmalar Sermayeci ülkelerle çatışma (ayaklanma yok; yönetim içi çatışma yok) Yenilikçiler-gelenekçiler, taht kavgaları, saray oyunları, ayaklanmalar Yenilikçiler-gelenekçiler (ayaklanma yok; yönetim içi çatışma yok) Ne satarsa (dinci dergiler için, gavurlar; kamuerkçi dergiler için gelenekçiler) Öç Var Var Var Var Var Sattığı sürece İtilmişler Yok Var Yok Yok Yok Yok Feda Var Var Var Var Var Sattığı sürece Zavallı Aşırılık Yok Var Yok Var Yok Var Düşüş Var Var Var Var Var Var Yükseliş Var Var Var Var Var Var Aşk Çok az Çok az Çok az Çok az Çok az Var Yasak Aşk Çok az Çok az Çok az Çok az Çok az Var Tarihyazımında kullanılmayan olay örgüleri şunlar –ki bunlar, günümüz filmlerinde ve romanlarında çok görülüyor: Arayış örgüsü, macera örgüsü, kovalama örgüsü, kurtarma örgüsü, kaçış örgüsü, bilmece örgüsü, yoldan çıkma örgüsü, başkalaşım örgüsü, dönüşüm örgüsü, olgunlaşma örgüsü ve bulgu örgüsü. Tarihi sıkıcı kılan nedenlerden biri, günümüz filmlerinde ve romanlarda kullanılan bu 11 olay örgüsünün tarihsel anlatılarda kullanılmamasıdır. Tarihte macera olmaz; kaçma-kovalama, kurtarma, kaçış, arayış örgülerine, çok az sayıdaki örnek dışında yer verilmez. Aynı biçimde, tarihsel anlatılarda, “katil kim?” diye bir soru sorulmaz; çünkü baştan hepsi bellidir. Tarihsel anlatılarda yoldan çıkma örgüsü yer almaz; başkalaşım örgüsü de yer almaz çünkü (bedensel) başkalaşım, ancak kurgusal anlatılarda bulunur. Aynı biçimde, kimi padişahların ve kimi devrimcilerin sanatçı yönlerine yer verilse de, kişilik olarak nasıl geliştiklerine yer verilmez. Kişilik anlatımları, kendine, tarihte değil, romanda yer bulur. Tarihsel romanın ise, olay örgüsü kısıtlaması yoktur. Tarihsel romanda, kaçma-kovalama, kurtarma, kaçış, arayış, bilmece, yoldan çıkma, başkalaşım ve dönüşüm örgüleri vb. yer alabiliyor. Tarih, kendini ilginçleştirmek istiyorsa, yer vermediği bu 11 örgüyü kullanmanın yollarına bakmalıdır ya da tarih, tümüyle roman ya da öykü gibi yazılmalıdır. Yazınsal anlatıyla tarihsel anlatıyı karşılaştırmayı sürdürelim: Yazınsal olsun tarihsel olsun tüm anlatılarda, altta yatan bir özdeyiş vardır. Sık görülen tarihsel özdeyişler şunlardır: “Tarihten ders çıkarmalı”, “Ordusu güçlü olmayan ülkeler kolay çöker”, “Dinden çıkmış ülkeler kolay çöker” vb. Ayrıca, tüm anlatıların altında bir dünya görüşü ya da yaşam felsefesi vardır. Bu, tarihsel anlatıda, tarihyazımına karşılık geliyor. Tüm yazınsal anlatılarda, üçüncü sayfa haberi gibi yazılabilecek doruklar vardır. Tarih de benzer bir nitelik taşıyor; örneğin, “Viyana’da hezimet”. Yazınsal anlatıda, çatışma, doğa, birey, toplum ve topluluk arasında olabiliyor. Tarihsel anlatı, bu dört çatışma türünü de kapsıyor. Ağırlıklı öğede ise, tarihsel anlatıyla yazınsal anlatı ayrılıyor. Tüm yazınsal anlatılarda üç öğe vardır: Ortam, kişilik, olay. Yazınsal anlatılarda, bunlardan biri daha ağırlıklı oluyor. Macera anlatılarında, ortam, daha ağırlıklı (örneğin, ‘Güliver’in Serüvenleri’). Sanatsal filmlerde, kişilik ağırlığı var. Vurdulu-kırdılı filmlerde olay ağırlığı var. Tarihsel anlatıda ise, ortamın ve kişiliğin ağırlığı yok. Olaylar, ortamın da kişiliğin de üstünde tutuluyor. Ayrıca, tarihsel anlatıda, eşkonuşmalara (diyalog) yer verilmiyor. Yazınsal anlatıda ise, bunlar, büyük önem taşıyor. Yazınsal anlatılarda çeşit çeşit başkişi olabiliyor. Ulusalcı-dinci, devrimden sonra toplumsalcı, kamuerkçi ve magazinci tarihyazımlarında, başkişi, yöneticiler; diğer bir deyişle, büyük adamlar. Devrim öncesi toplumsalcı tarihyazımında ise, başkişi, parti ya da halk olabiliyor. Bir romanda, başkişi, balıkçı olabilir. Ancak tarihte, balıkçı, yalnızca devrim öncesi toplumsalcı tarihyazımında yer alabilir. Gündelik yaşamın tarihini yazanlar, yazın alanındaki toplumsal gerçekçiliğe karşılık geliyorlar. Onlar, sokakları yazıyor. Devrimden sonra ise, toplumsal gerçekçi, kendi devletini yücelten, karşı çıkanları halk düşmanı ilan eden bir noktaya gidiyor. Yazınsal anlatının ilgi çekici olmasının bir diğer nedeni, özdeşleşme düzeneğidir. Yazınsal anlatının başkişisi, ortamı ve olayları, ortalama bir okurunkilere ne kadar benzerse, ilgi o kadar artar; çünkü böyle metinleri okuyanlar, “bu, benim de başıma gelebilirdi” ya da “bu, tam da beni anlatıyor” gibi bir düşünceye kapılıp metnin başkişisiyle özdeşleşirler. Oysa tarihteki özdeşleşme düzenekleri farklıdır; bizlik vurgusu (Türk, Müslüman, yenilikçi, ezilen) güçlüdür. Ancak, bu bizlik vurgusu, okurun yüksek düzeyde özdeşlik kurmasını engeller; çünkü okur, tarih okurken, “bu, beni anlatan özel bir öykü” düşüncesine kapılamaz. Bu açıdan, tarihsel anlatı ve yazınsal anlatı, özdeşleşme düzenekleri kullansalar da; bu düzenekler farklıdır. İlgi çeken yazınsal anlatıların birçoğunda, başlarda merak uyandıran tümceler vardır. Bu tümceler, okuru çeken kanca niteliğindedir. Tarihsel anlatıda ise, okur kancası kullanılmıyor. Yazınsal anlatılarda, bir tehdit/gerilim öğesi vardır. Gerilim filmi olmayan anlatılarda bile, bu, böyledir; çünkü yazınsal anlatı, bir ya da birkaç çatışma üstüne kuruludur. Yazınsal anlatıların çoğunluğu, Serim-Düğüm-Çözüm yapısı izler. Çözüme dek, bir belirsizlik, bir gerilim vardır. Tarihte bu yok; çünkü hepsi olmuş bitmiş. Yazınsal anlatıda, sonunda ne olacağı baştan anlaşılamıyorsa, heyecan öğesi artar. Oysa, tarihte, oyunbozan (spoiler) vardır; son, başta gelmektedir. Tarihsel anlatı, düz bir sıra izler. Tarih anlatımında, geriye dönüşler ya da ileriye bakışlar yoktur; yazınsal anlatıda ise olabilir. Birçok yazınsal anlatı, “şöyle olsaydı ne olurdu?” sorusu üstünden gelişir; tarihsel anlatıda ise “işte böyle oldu” denir; “ya şöyle olsaydı?” diyenlere “ama öyle olmadı” denir. Tarihi ilginç kılmanın bir başka yolu, öğrencileri, tarih için, “olsaydı ne olurdu?” diye sormaya alıştırmaktır. Çeşitli tarihçiler, tarihsel anlatı ile yazınsal anlatı arasındaki farkın gerçekçilik olduğunu söylüyor. Tarihin, seçtiği gerçek ne olursa olsun, gerçekçi olma zorunluluğu vardır; ancak bunun uygulamada bir karşılığı bulunmamaktadır. Bilim-kurguyu içermek üzere tüm yazınsal anlatılarda, az ya da çok gerçekçilik vardır. Başkişi, başka bir gezegene gittiğinde bile, doğa yasalarının çoğu, dünyadaki gibi olur; çünkü tümüyle farklı yasaları olan bir gezegen, okur ya da izleyici tarafından anlaşılamaz. Kaldı ki, tarihçilerin kendi gerçeklikleri var; onlara bağlı kalarak gerçekçilik yapmış oluyorlar ve iki tarihçinin gerçekliği ve gerçekçiliği birbirlerine uymuyor. Bu nedenle, gerçekçiliğin ayırıcı bir özellik olduğunu düşünmüyoruz. Ancak, tarih, gerçekleri anlattığını ileri sürerken; yazın’ın böyle bir savı yoktur. Yazınsal anlatılarda, önemli bölümler daha uzun tutulur; önemsiz bölümler geçiştirilir. Örneğin, başkişinin saldırıya uğradığı bir sahne, en ince ayrıntısına dek gösterilir; hiç bir olay yaşamadığı bir pazar alışverişi, hızlı geçilir. Tarih kitaplarında, bu ayrımın ne kadar başarılı olduğunu ayrıntılı olarak incelemek gerekir. Bir de, tarih okuyan öğrencinin önemli bulduğu bölümlerle, öğretmenin önemli bulduğu bölümler farklı olabiliyor. Tarihte neyin önemli olduğunu ise, tarihyazımı belirliyor. Yazınsal anlatı, tüm bakış açılarında (ben, sen, o, biz, siz, onlar) yazılırken, tarih, o diliyle ya da onlar diliyle anlatılıyor. Ben ve biz dilli canlandırmalar ve sen ve siz dilli tarih mektupları, tarih okumalarını ilginçleştirecek bir gelişme olacak. Ek olarak, yazınsal anlatıda, simgesel göndermeler bulunurken, tarihsel anlatı, kuru bir dil kullanır. Tarihsel anlatı, simgesel gönderme yaparsa, anlattıkları belirsizleşir ve tarihin, belirsiz olmama gibi bir yönelimi vardır. Bu, tarihsel anlatıyla yazınsal anlatıyı ayıran bir başka noktadır: Yazınsal anlatının anlamı belirsiz olabilir; tarihsel anlatının böyle olmaması beklenir. Bu yazıda, anlatıbilim açısından tarihi inceledik ve onu ilginç kılmak için çeşitli önerilerde bulunduk. Umarız, buradaki görüşler ve öneriler, tarihçilere yazarlığın öğretilebileceği biçimindeki savımız için ikna edici olmuştur ve umarız, böylece, tarih, ilginç bir bilgi alanına dönüşür. Ek Okumalar Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009. Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (78): Çin’in birlik ve beraberliği. Evrensel Hayat Eki, sayı 237, 18 Ocak 2009.  
·
364 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.