Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sanat Psikolojisinin Önündeki 10 Güzergah
Sanata psikolojik açıdan bakmanın, onu psikolojinin bir araştırma konusu yapmanın, hatta sanattan beslenen bir psikoloji yaratmanın ve psikoloji bilgisine dayalı olarak sanatçılara önerilerde bulunmanın birkaç yolu bulunuyor. Bunlar, sanatın alt dallarına göre (örneğin, resim, film, tiyatro vd.) gibi, psikolojinin alt dallarına göre de (sosyal, klinik, bilişsel, kültürlerarası vd.) özel olarak sınıflandırılabilir. Böylece, 10 sanat alt dalı 10 da psikoloji alt dalı olduğunu varsayarsak, toplam 100 çeşit sanat psikolojisinden bahsedebiliriz. Örneğin, resmin sosyal psikolojisi; filmin klinik psikolojisi; tiyatronun bilişsel psikolojisi vd. Dolayısıyla, ‘sanat psikolojisi’ kavramı, hem sanatın alt dalları hem de psikolojinin alt dalları üzerinden, en az bir kitap uzunluğunda ele alınmayı gerektiren bir kavram; çünkü her bir kesişim kümesi için bir sayfa yazılsa, zaten toplamda 100 sayfayı bulmuş oluyor. Bu bölümün, böyle bir kitabın ön çalışması olarak düşünebiliz. Sanatın ve psikolojinin alt dallarına girmeden, sanatla psikolojinin kesiştiği güzergahlar şöyle: 1. Sanatçının yaratım sürecinin psikolojik (özellikle bilişsel, psikanalitik ve kişilik açılarından) çözümlenmesi 2. Sanat yapıtının bir çıktı olarak psikolojik (özellikle bilişsel, psikanalitik ve kişilik açılarından) çözümlenmesi 3. Sanat yapıtının sanatseverler ve özellikle de sanatsevmezler tarafından alımlanma süreci 4. Sanatçıyla ilgili genel tutumlar ve özellikle de olumlu/olumsuz kalıpyargılar 5. Sosyal psikoloji ekseninde bireysel ve toplu sanatlar ayrımı 6. Akıl hastalarının ürettiği sanat yapıtları ve sanat terapisi 7. Sanatın bir psikoloji yöntemi olarak kullanımı 8. Sanat eğitiminde psikoloji 9. Psikoloji bilgisiyle desteklenmiş sanat 10. Sanat yapıtlarıyla desteklenmiş bir psikoloji eğitimi 1. Sanatçının Yaratım Süreçleri Sanatçının esinlenmesinin altında yatan süreçler nelerdir? Bu konu, genel olarak, yaratıcılık altında incelenebildiği gibi, yalnızca sanatçılara odaklanılarak da incelenebilir. Yaratıcılık altında incelenmesinin şöyle bir olumsuzluğu bulunuyor: Bu tür çalışmalar, sanatçı ile sanatçı olmayanları yaratıcılık başlığı altında tek bir potada eritiyor. Bu, ancak, sanatçı ile sanatçı olmayanın arasındaki sınırın kalktığı ya da en azından muğlaklaştığı, sokak sanatları, direniş sanatları ya da geniş anlamıyla katılımcı sanat örnekleri için geçerli olabiliyor. Sanat, karmaşıklaşıp yeri doldurulamaz bir nitelik kazandıkça, sanatçı ile sanatçı olmayan arasındaki uçurum büyüdüğü için (örneğin orkestralar), bu tür genel yaklaşımların doyurucu olduğunu söyleyemiyoruz. İkincisi, bu tür genel yaklaşımlar, sanattaki yaratıcılık ile bilimdeki yaratıcılık arasında bir ayrım da yapmıyor. Yani Einstein’la Picasso’nun aynı yaratım süreçlerinden geçtiği gibi bir varsayım var ki bu, doğru değil. Aynı zamanda, şunu da vurgulamak gerekiyor: Sanatçının yaratım süreci, yalnızca yaratıcılığa ilişkin değildir; aslında, en önemli etmenlerden biri motivasyondur. “Sanatçı nasıl motive oluyor? Bir yapıtın üretilmeye değer olduğuna, o yüzden devam etmesi gerektiğine onu inandıran gerekçeler neler?” gibi sorular, sanat üretimi için yaşamsaldır. Bu, bize, aynı zamanda, sanat psikolojisinin bir başka konusunun sanatçı/yazar bloğu (tıkanma) olduğunu anımsatır. Sanatçı bloğu (ki aslında bu, daha çok, yazarlar için kullanılır), sanatçının/yazarın uzun süre tıkanması ve birşeyler üretememesi anlamına geliyor. Bloğu kırmak, zor olabiliyor; çok zaman da alabiliyor. Sonuçta, sanatçı, her zaman üreten bir makine değil; süresi belli olmayan bir döngüsellikten söz edebiliyoruz. Üretiyor; sonra duruyor, toparlanamıyor; sonra yeniden üretiyor. Bu, böyle gidiyor. Psikoloji, bu blokları inceleyebileceği gibi, aynı zamanda bloktan çıkmanın yolları konusunda yol gösterici de olabilir. Ayrıca, daha uzun erimli bir bakışla, sanatçının yaratım sürecinin şu ana değil, geçmişteki olumlu ve olumsuz birikimlerine dayandığı düşünülürse, çözümlemelerin daha bireytarihsel olması, diğer bir deyişle sanatçı bireyin geçmişine odaklanılması zorunluluğu ortaya çıkar. 2. Bir Çıktı Olarak Sanat Yapıtı Psikolojinin, özellikle de psikodinamik akımların (yani Freud’cu ya da Freud’dan esinlenme anlamında Freud’gil akımların) sıklıkla yaptığı, tam da, sanat yapıtını bir çıktı olarak çözümlemek. Freud’un kendi sanat çözümlemeleri ünlüdür. Bunlarda, sanat yapıtını sanatçının kişiliğinin ve bireysel tarihinin bir yansıması olarak görme eğilimi vardır. Psikanalistlerin sıklıkla işe koştuğu izdüşümsel (projektif) bakış, mürekkep testlerine (diğer adıyla, Rorschach Testi) verilen yanıtlar için de geçerli olduğu gibi, sanat yapıtını sanatçının karanlıkta kalan kişilik özelliklerinin bir aynası olarak değerlendirir. Eleştirel bir açıdan bakarsak, psikologun burada mürekkep testini hazırlayan değil; mürekkep testini yorumlayan kişi olduğunu akılda tutmalıyız. Diğer bir deyişle, psikologun bir sanat yapıtı üstüne yaptığı çözümleme, aynı zamanda kendi kişilik özelliklerini de yansıtır. Ancak, ana-akım psikoloji (eleştirel psikolojinin tersi olarak), genellikle bunu gözden kaçırır. Dolayısıyla, tıbbi model üzerinden, bir nevi hasta olarak değerlendirilen sanatçıya bir araştırma nesnesi olarak bakarken, psikologun da kendi öznelliklerinin bilincinde olması gerekir. Bu durum, çeşitli psikologların yaptığı film çözümlemelerinde sıklıkla görülmektedir. Her psikolog, bir filmde başka öğeler görmektedir; çeşitli öğelerde ortaklaşılsa da. Demek ki, film, kendine eleştirel bakamayan psikologlar için de, ortalama bir seyirci için de, bir tür mürekkep testidir. Sanat yapıtı, yorumlamaya açık olduğuna göre, mürekkep testinin temelinde yatan anlamı belirsiz olma özelliği, sanatı da belli ölçülerde niteleyebilir. 3. Sanatın Alımlanması Sanat, aynı zamanda bir iletişim biçimi olduğuna göre, iletişim psikolojisi, sanat ile psikoloji arasında bir köprü işlevi görebilir. Sanatseverler, sanatı nasıl alımlamaktadır? Bunun için hangi süreçlerden geçmektedirler? Genel olarak değil de her bir sanat alt dalında yanıtlaması daha kolay olabilecek bu soru için, yine de genel bir yorum yapmamız olanaklıdır: Sanatsever, psikoloji diliyle ifade edersek, sanata yönelik olumlu tutumları olan, sanata zaman ve emek harcamaya istekli olan, dolayısıyla sanatın arkasında gizli bir gündem aramayan, sanatı kendi bağlamı içerisinde değerlendirmeyi bilen bir kişidir. Sanata yönelik tutumlar açısından, tayfın öteki ucunda yer alan sanatsevmez ise (ya da daha doğru bir ifadeyle ‘sanat düşmanı’), bugün devlet katlarında görmeye alışkın olduğumuz “sanata tüküren” kişilerdir. Çoğunluk ise, bu iki kutbun arasında kalmaktadır. Sanat dostu ülkelerde (bu ülkeler, sanıldığının tersine, Avrupa ve ABD değil çoğunlukla eski sosyalist ülkelerdir, bkz. Azerbaycan), tutumca ortada yer alan çoğunluk, hem sanat eğitimi hem de sanata devletin maddi ve manevi desteği dolayısıyla, sanatsever uca kaymıştır. Türkiye’de ise, diğer uca kayış sözkonusudur. Öte yandan, bu değerlendirmeyi genel anlamda yapmak gerçekten zordur; çünkü çoğunluk nezdinde kültür endüstrisinin seri üretimleriyle (örneğin popçular) yüksek sanat örneklerini (ki burada ‘yüksek sanat’ı yeri doldurulamaz emek-yoğun yapıtlar olarak tarifleyebiliriz) ayırabilmek oldukça zordur. Sanatseverlik, zaten, bunu ayırabilmekten geçer. 4. Sanatçıyla İlgili Tutumlar Sanata ilişkin tutumlarla sanatçıya ilişkin tutumların her zaman aynı olmadığını söyleyebiliriz. Kimi sanat yapıtları, sanatseverler, sanatsevmezler ve ortadaki çoğunluk tarafından, kimi zaman sanatçısından bağımsız olarak değerlendirilirler. Özellikle yüksek sanat örnekleri için, toplumda, sanatçının (ve elbette bilim insanının) delilik ile dahilik arasında gidip geldiği biçiminde bir kalıpyargı (stereotype) bulunmaktadır. Bu kalıpyargı, sanatçıyı takdir eder; ancak aynı zamanda, onun bilişsel ve özellikle duygusal istikrarsızlığını ya da gelgitlerini ima eder. Yüksek sanatçının toplumsal normlara karşı geldiği düşünülür. Algı şudur: Erkekse uzun saçlı; kadınsa kısa saçlı olması beklenir. Belli tür şapkalar ve giysiler, sanatçıyla ilişkilendirilir. Ancak, ortadaki çoğunluğun iletişim içinde olduğu sanatçı kesimi bunlar değil; kültür endüstrisi vitrinleridir. Onlara ilişkin kalıpyargıları da incelemek gerekir. Bu noktada, kalıpyargıların her zaman olumsuz olmadığını anımsatalım. 5. Bireysel Sanatlar ve Toplu Sanatlar Ana-akım psikolojiye yöneltilen temel eleştirilerden biri, onun toplumsal süreçleri bilinçli ya da kimi zaman bilinçsiz olarak göz ardı edip bireye aşırı bir vurgu yapmasıdır. Bunun panzehiri ise, bireyi toplum ve topluluk içerisinde inceleyen sosyal psikoloji alt dalı olmuştur. Sosyal psikoloji açısından bakıldığında, ilk başlık altında ele alınan sanatçının yaratım süreçleri biçimindeki kavramsallaştırmanın genişletilmesi gerektiği ortaya çıkar; çünkü sanatların bireysellik ve toplu’luk düzeyi aynı değildir. Örneğin, bir yazar, tek başına bir yapıt ortaya koyabilir; ancak bir tiyatrocu ya da sinemacı aynısını yapamaz. Dolayısıyla, kimi sanatlar bir ekip işidir. Ekip işinin devreye girdiği noktada, grup dinamikleri gibi sosyal psikolojik kavramlar, sanat psikologunun çözümleme paletinde bir renk olarak belirir. Yukarıda anılan sokak sanatları, Gezi Direnişi’nde gördüğümüz direniş sanatları ve katılımcı sanatlar da, aynı eksende, toplu ya da topluluksal sanat örnekleri olarak incelenmeyi beklemektedir. Bu tür bir çözümlemenin destek noktalarından biri, uçaklardaki ve gemilerdeki mürettebatın tek tek zeki olmaması; ancak toplamda zeki davranış sergilemesi gibi sonuçlar çıkaran bilişsel etnografya alanı olacaktır. 6. Akıl Hastaları ve Sanat Terapisi Sanatla psikolojinin kesiştiği bir diğer nokta, akıl hastalarının ürettiği sanat yapıtlarıdır. Bu konuda az da olsa çeşitli çalışmalar ve derlemeler (özellikle şiir) bulunmaktadır. Bu tür üretimlerle ilgili dönüm noktalarından biri, kuşkusuz, Şizofrengi Dergisi olmuştur. Bu tür çalışmaların olumlu yanları fazladır; olumsuz yanlarından biri ise, 4. bölümde açımlanan sanatçıyı delilik ile dahilik arasında, saygı duyulan ama güvenilmez bir kişilik olarak tarifleyen kalıpyargıları perçinlemesidir. Bu yayınları önceleyen asıl kavramı bu noktada anmamız gerekiyor. Bu, sanat terapisidir. Osmanlı’dan başlayarak sanatın (özellikle müziğin ve daha sonra resim çizmenin) insan psikolojisine olumlu etkileri olduğu görülmüş ve bu bulgudan hareketle çeşitli tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Sanat, yalnızca akıl hastalarında değil; günlük sıkıntılarla bunalmış insanlar için de, bir rahatlama (katarsis) yolu olarak işlevlendirilmiştir. Böylece, insan psikolojisini zorlayan işlerde ve iş koşullarında çalışanlar, sanatta (özellikle müzikte ve filmlerde) kafa dağıtmakta, dinlenmekte ve kendilerini yenilemektedirler. Ancak, bu rahatlama işlevi, eleştirel psikoloji tarafından eleştirilmektedir; çünkü böyle yalnızca eğlendiren bir sanat anlayışı, toplumsal adaletsizliklerin sürmesini sağlamaktadır. Aslında, sanat, bu anlamda, genel olarak çalışanların yarın sabah yeniden aynı tempoda ve aynı kâr marjıyla çalışmasının bir aracı gibidir. Tam da bu nedenle (elbette aynı zamanda iş saatleri dolayısıyla), sanat, genellikle bir boş zaman etkinliği olarak tariflenmektedir. Hem boş zamanları doldurup yarına kâr makinesinin yeniden işlemesini sağlar hem de boş zamanlarda toplumu kültür endüstrisinin gizli ve açık propaganda biçimlerine maruz bırakır ki bu düzen böyle sürsün. Bu durumun Marksist kuramda da bir karşılığı elbette bulunmaktadır. Dolayısıyla, sanatın psikolojik etkileri konusu, ilk bakışta sanıldığından daha karmaşık bir konudur. Her sanat yapıtı, rahatlatmaz. Bir kere, insanlar, bir sanat yapıtına zorla maruz kalıyorsa (örneğin Guantanamo’da zorla hiç durmazcasına metal müzikleri dinletilmesi; 12 Eylül’de Türkiye’de mahkumlara zorla İstiklal Marşı okutulması; “falan yer falan yer olalı böyle zulüm görmedi” esprisi vb.), sanat, insan psikolojisine olumlu değil olumsuz etkiler yapar. Demek ki, sanatın sağaltımsal olmayan, tersine kişiliği çözücü kullanımlarını buraya not etmemiz gerekiyor. Bir önceki paragrafta görüldüğü gibi, sanatın eğlendirme ve boş zaman geçirme gibi işlevleri, zorunlu işlevler değildir; bunlar, tersine, kültür endüstrisinin dayatmalarıdır. Sanat, hem düşündürüp hem eğlendirme ya da hoş/boş zaman geçirme gibi işlevleri izleme gibi bir olanağa da sahiptir. Bu tür bir sanat, vaktini boşa harcayan birey ve topluluklar yerine, sanatı kişiliğini geliştirmek ve hayatın zorluklarına karşı daha iyi direnebilmek için deneyimleyen bir kitleye karşılık gelmektedir. Sanatın etkileri, ancak vakit geçirme aracı olmaktan çıkıp kişiliğe dokunabildiği ölçüde olumlu anlamda kalıcı olabilir. Bu yorum, sanat terapisi yaklaşımlarını da bağlamaktadır. Son olarak, sanat terapisi konusunda süregiden bir tartışma, terapistin hem sanatçı hem psikolog olmasının zorunlu olup olmadığı üstünedir. Çeşitli örneklerde, sanatçı değil ama sanatsever psikologların sanat terapisi yaptıkları görülmektedir. Sanat terapisini nadir olarak hem sanatçı hem psikolog olanlar gerçekleştirmektedir. Bunun altında yatan nedenlerden ilki, böyle bir zorunluluğun olması gerekip gerekmediği üstünde bir ortak görüşe varılamaması ise; diğeri, psikolojinin de kültür endüstrisi örneğinde olduğu gibi, kâr amacının herşeyin üstünde, hizmet kalitesinin ise en sonda tutulduğu bir psikoloji endüstrisi içerisinde konumlanması olabilir. Kimi psikologların tersine, sanatçıların sanat terapisi yapma iddiasının olmamasını buraya not edelim. 7. Bir Psikoloji Yöntemi Olarak Sanat Sanatın, özellikle de, resmin, yazın’ın ve tiyatronun psikolojik bir yöntem olarak kullanıldığı örnekler de bulunmaktadır. Psikodinamik yaklaşımlara yaslanan ‘Bir Resim Çiz’ gibi isimlerde çocuk testleri bulunmaktadır. Bu testlerde, kendini sözel olarak ifade etmekte zorlanan çocukların resimlerindeki bireysel farklar, bir bütünlük içinde (bir örüntü olarak) saptanmakta; çizimlerin çocuğun iç dünyasını yansıttığı düşünülmektedir. Bu açıdan, bu yöntemler, yukarıdaki 2. başlıkla benzerlikler göstermektedir. Ancak, buradaki fark, çizimlerin sanatçılardan değil sanatçı olmayanlardan çıkmasıdır. İkinci fark ise, çocuklara odanılmasıdır. Yazın’a geçersek, bu sanat alt dalının özellikle anı ve/ya da günlük yazımı gibi uygulamalar üzerinden, tanı ve sağaltım amaçlı kullanıldığı örnekler bulunmaktadır. Kişinin içini günlüğe dökünce rahatladığı gibi bir düşünce vardır. Üçüncü örnek ise, tiyatronun belirli psikolojik uygulamalar için kullanılmasıdır. Bunun en bilinen örneği, psikodrama uygulamalarıdır. Bunun hafif bir yorumu ise, rol oyunu gibi kavramlar üzerinden, psikoloji dışındaki alanlarda da yaygınlaşmaktadır. 8. Sanat Eğitimi Öğrenme ve eğitim psikolojisi alt dalları dolayısıyla, psikoloji, sanat eğitimi üzerinden sanat ile bir kez daha buluşmaktadır. “Sanatsal becerilerin ve de (1. bölümde anılan) sanatçı motivasyonunun geliştirilmesi için ne tür eğitim ortamları yaratılmalı ve hangi psikolojik değişkenlere odaklanılmalıdır?” biçimindeki çifte soru, bilimsel bulgulara dayanarak yanıtlandığında, sanat eğitiminin başarı grafiği de yükselecektir. Sanatın kişilik gelişimi ve yüksek zevkler edinme işlevleri düşünülürse, sanat eğitiminin de bu açıdan yeniden yapılandırılması olasılığı belirir. Tüm öğrencilere yönelik olan sanat derslerinde yalnızca sanat öğretilmez/öğrenilmez. Örneğin, bir çalgı çalmanın arkadaş edinme ve stresli zamanlarda rahatlatma gibi işlevlerini anabiliriz. 9. Sanatın Desteği Olarak Psikoloji Psikoloji bilgisinin ve etkinliklerinin sanatı ve sanatçıyı desteklediği örnekler de bulunmaktadır. Bir kere, yukarıda anılan sanatçı/yazar bloğunu kırmak için motivasyon alıştırmaları önerilebilir. Ayrıca, sanatın alımlanması noktasında sanatçılarla psikologlar işbirliği yapabilir. Bunun en belirgin örneği, film dünyasında görülmektedir. Kimi film ekipleri, anlatıbilim ve/ya da kişilik uzmanı psikologlarla çalışmakta ve filmin etkisini arttırmak için öneriler almaktadır. Örneğin, anlatıbilim açısından, temel olarak 20 ana olay örgüsü (örneğin, kaçma/kovalama, kurtarma, başkalaşım, olgunlaşma, macera vd.) bulunmaktadır ve filmlerin çoğu, bunların bir çeşitlemesini yapmaktadır. Her bir olay örgüsünün etkisini arttırmak için çeşitli yollar bulunmaktadır. Açılışlar, kapanışlar ve geçişler; kişiliklerin temel çatışmaları; anlatma-gösterme dengesi gibi öğeler, film ekiplerinin psikologlardan destek alabilecekleri, ana konulardır. Aynısı, anlatısal olan tüm sanat alt dalları için geçerlidir; ancak anlatısal değil imgesel olan ya da olabilen dallar için (örneğin resim), başka bir öneri seti (örneğin optik yanılgılar, altın oran vb.) sunulabilir. 10. Sanatla Psikoloji Eğitimi Sanat yapıtlarının (özellikle sinemanın) psikoloji eğitimi için kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdeyiz. Film psikolojisini konu alan sinema dergileri, makaleleri ve kitapları yaygınlaşıyor. Sık sık ‘psikolojiyi konu alan filmler’ başlığıyla listeler oluşturuluyor. Bunu olumlu bir gelişme olarak sayabiliriz. Ancak, sanatın psikoloji eğitimi için kullanımı, sinemayla sınırlı kalmamalı ve bu ilişkilenme biçimi, video tartışmalarına indirgenmemeli. Madem ki, 7. başlık altında görüldüğü gibi, psikoloji yöntemi olarak sanat kullanımı sözkonusu; aynısı, psikoloji sınıflarına da yansıtılabilir. Bu sınıflarda daha fazla teatral etkinlik yapılabilir; ve özellikle kişilik ve sosyal psikoloji ile ilişkili derslerde, romanlardan ve öykülerden (ve hatta şiirlerden) yararlanılabilir. Bu, ‘psikolojik roman’ olarak adlandırılan tür ile kısıtlı kalmamalı; konuya göre tür seçimi açık tutulmalıdır. Kişilik dersleri için, sanatçıların kişilik çözümlemesi yapılabilir. Bunun en başarılı örneklerinden biri, Frida’nın çalışmaları üzerinden yapılan etkinlikler olacaktır. Sonuç Görüldüğü gibi, sanat ile psikolojinin kesiştiği çok çeşitli noktalar bulunmaktadır. Başta belirtildiği gibi, bu kesişmeler, sanatın ve psikolojinin alt dalları düşünülürse, yüzü aşkındır. Dolayısıyla, sanat psikolojisinin, şimdilik, çalışabileceği alanların çok azına odaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Demek ki, sanatın da psikolojinin de önünde yepyeni güzergahlar var, daha haritası bile ortada olmayan... Sanata da bu yakışırdı zaten: Haritasız yol almak...
·
447 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.