Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1. BÖLÜM Bilişsel Bilimler ya da Yanıtlı-Yanıtsız Sorular Demeti
• İnsanlar simgesel mantığa göre mi düşünürler? • Çocukların zihni nasıl gelişiyor? • Benlik nedir? • Zeka nedir?/ Hangi davranışlar zeki sayılabilir? Hangileri sayılamaz? • Hayvanlar akıllı mıdır? • Bilgisayarlar düşünebilir mi? • Para biriminin insanın tutumbilimsel (ekonomik) algısına ne tür bir etkisi vardır? • Türkçe’de miş’li geçmiş zamanın olması, diğer bir deyişle, geçmişteki olaylar için tanık x ‘başkasından duymuş’ ayrımı yapılması, Türkçe-konuşurların bilgilenme biçimlerini etkilemekte midir? • Usta satranç oyuncularıyla yeni başlayanları ayıran özellikler nelerdir? • İnsanlar ne gibi durumlarda zamanın hızlı ya da yavaş aktığını düşünme eğilimindedirler? • Düşünce mi dili belirler, dil mi düşünceyi belirler? • Düşüncenin bir dili var mıdır? • Dünyanın bütün dillerini açıklayan bir kural demeti oluşturulabilir mi? • Yaratıcılık nedir? Ne değildir? • Sanatçıların yaratım süreçleri ne tür öğelerden oluşmaktadır? • Bilimciler buluşlarını nasıl yaparlar? • Zekayı geliştirmek olanaklı mıdır? • İnsan yavrusu, nasıl oluyor da okuma-yazma öğrenebiliyor? • İşitme engellilerin kullandıkları dil, ne tür özelliklere sahiptir? • “Bir dilde ne kadar çok sözcük varsa, o dil o kadar gelişmiştir” görüşü doğru mudur? • İnsanı doğa mı belirler çevre mi belirler yoksa kendisi mi? • Hastalıkların büyüden kaynaklandığını düşünen bir toplum, bunların küçük canlılardan kaynaklandığını düşünen bir toplumdan daha mı ussaldır/rasyoneldir? • Yıldızlara bakarak yönünü bulan Pasifik Adası yerlileri, zekiler midir? Gemiyi yöneten mi zekidir, kürekleri çeken mi, yön bulan mı? • Beynin hangi bölgeleri, hangi uzuvlardan sorumludur? • Zihin, beyinden bağımsız olarak incelenebilir mi? • Karıncalar, zeki davranışlar mı sergilemektedirler? • Arılar, zeki midir? • Bir öyküyü öykü yapan öğeler nelerdir? • İnsanlar, sorunlarını nasıl çözerler? • İnsanlar neden kimi olayları unuturken kimi olayları anımsayabilirler? • Neden belli bir yaştan önceki anılarımızı anımsayamayız? • İnsanlar, neden okudukları aynı yazıdan farklı anlamlar çıkartırlar? • Nasıl bir eğitim düzeni, insan yavrusunun gelişimi için en ülküselidir? • İnsanlar, nasıl olup da iletişim kurabiliyorlar? • Düşük özgüvenli insanlarla yüksek özgüvenli insanlar, hangi noktalarda ayrılıyorlar? • Aynı koşullar altında, bir insan cinayet işlerken öteki işlemiyorsa, bunu neye bağlayabiliriz? • Yaşlılar, daha çok mu bulmaca çözmelidir yoksa hücrelerini dinlendirmeliler midir? • “Beynimizin yalnızca % 10’unu kullanıyoruz.” sözü doğru mudur? Doğruysa, geriye kalan bölümü nasıl harekete geçirebiliriz? İşte, gelişigüzel olarak sıralanmış, ilk akla gelen sorular. Bu sorular, bilişsel bilimlerin yanıt aradığı sorulardan yalnızca bir bölümüdür. Bir bölümüne yanıt bulunmuştur, bir bölümüne bulunmamıştır. Yanıtları verilmiş olanlardan bir bölümünün yanıtları daha sonra geçersiz sayılabilmiştir. Yanıtların birçoğu, belli bir konuyu kapatmak yerine, yeni sorulara yolaçmıştır. Bilişsel bilimler, böylece, elinde uçsuz bucaksız sorularla, onyıllardır ilerlemektedir ve öyle obur bir biçimde ilerlemektedir ki, bu ilerleyişin kimi gözlemcilerine göre, bu durum, gelecekte, ayrı bir Bilişsel Bilimler Fakültesi’nin açılmasını gerektirecek gibidir. Bilişsel bilimler, genel olarak, insanı, kendini ve dış dünyayı temsil eden bir varlık olarak kavrama savındadır. Bu bilimlerin içinde, az sayıda da olsa, insanı, temsil eden bir varlık olarak görmeyen yaklaşımlar da elbette bulunmaktadır; ancak bunlar, dizgesel (sistematik) olmaktan uzaktır ve alandaki yaklaşımların çok küçük bir bölümünü oluştururlar. Dolayısıyla, bilişsel bilimlerin konusunu, temsil eden varlıklar oluşturur. Ancak, ‘temsil eden varlıklar’ nitelemesi, çok da açık-seçik değildir. Araştırmacıların hangi varlıkları ‘temsil eden varlıklar’ olarak sayıp saymadığına göre, bilişsel bilimlerin konusu, genişlemekte ya da daralmaktadır. Örneğin, “tek hücreliler, temsil eden varlıklar mıdır?” gibi bir soruya verilecek olumlu yanıt, tek hücrelileri bilişsel bilimlerin konusu yaparken; olumsuz bir yanıt, dirimbilim (biyoloji) alanına gönderir. Bu yönüyle, tek hücrelilerin bir benliğinin olup olmadığı, tartışmalıdır. Aynı biçimde, beyin hücrelerinin tek başlarına olmasa da birarada, dünyayı ve insanın kendisini temsil yeteneğine sahip olduğu bilinmektedir. Öte yandan, “böbrek hücreleri, temsil eden varlıklar mıdır?” gibi bir soruya verilecek olumlu bir yanıt, aynı biçimde, böbrek hücrelerini bilişsel bilimlerin konusu yapacaktır. Sorulara dönersek, soruların konu olarak türdeş olmadığı göze çarpmaktadır. Yanıtların da yöntem açısından türdeş olmadığı, bu bölümün ilerleyen sayfalarında görülecektir. Demek ki, iki tür türdeş-olmazlıkla karşı karşıyayız: Konu farkları ve yöntem farkları. O zaman bilişsel bilimleri oluşturan konuları ve yöntemleri sıralayalım: ALANLAR Bilişsel bilimlerin, temelde, aşağıda belirtilen alanlardan oluştuğu, daha doğrusu, bu alanların temsil eden varlıklarla ilgilenen dallarından oluştuğu, genel olarak kabul görmektedir. Yansıbilim (Psikoloji): Yansıbilimin çeşitli düşünsel okullarını alt alta dizdiğimizde, yansıbilimin insan ve diğer hayvanların davranışlarını, algılarını, bilişsel yapılarını (zihin, akıl, zeka vb.) ve duygusal niteliklerini vb. incelediği söylenebilir. Bilişsel bilimlerin öncüllerini, yansıbilim tarihinde görmek, olasıdır. Zeka ölçekleri, geçen yüzyılda, oldukça fazla çalışılmış bir konu olmuştur. Yine bunlara koşut olarak gelişen bellek çalışmaları, insanın unutma ve anımsama süreçlerini, bilimsel araştırmanın alanına sokmuştur. Dilbilim, geleneksel olarak, üç alt-alana ayrılır: a) Anlambilgisi: Anlambilgisi, dil birimleri (sözcükler, tümceler, deyimler vb.), kavramlar ve nesneler arasındaki ilişkiler ve anlam üzerine çalışır. b) Sesbilgisi (Fonetik) ve Sesbilim (Fonoloji): Sesbilgisi, insan dilindeki varolan ve varolmuş sesleri ve varolmayan, ancak varolmasına engel olmayan sesleri; daha doğru bir deyişle, insanların ses uzuvlarından çıkabilecek her tür sesi inceler. Sesbilim ise, belli bir dildeki sesleri inceler. c) Sözdizimi: Sözdizimi, tümce yapısını ve tümcelerin dilbilgisine uygun olup olmamasının altında yatan kuralları inceler. Dilbilim, bunların dışında, ‘yansısal dilbilim (psikolinguistik)’ başlığı altında, dil ve yansıbilimsel yapı arasındaki ilişkileri; ‘toplumsal dilbilim’ başlığı altında, toplumsal sınıflar ve yöreler arasındaki dilsel çeşitlemeleri; ‘kullanımbilim (pragmatik)’ başlığı altında, dil birimlerinin kullanımı ve iletişim gibi konuları; ‘söylem çözümlemesi’ başlığı altında, metinlerin tutarlılığı ve bütünlüğü gibi konuları incelemektedir. Felsefe: Felsefenin böyle bir bilim demeti içerisinde bulunmasına şaşmamak gerekiyor. Öte yandan, bu durum, eski bir soruyu, “felsefe, bilim midir?” sorusunu gündeme getiriyor. Daha bu soruya gelmeden, “bilim nedir?” sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Ancak, bu, ayrı bir bölümün konusudur. Felsefe, belli bir yaşa gelmiş aşağı-yukarı herkesin örtük bir biçimde tanımlayabileceği bir bilgi toplamı olagelmiştir. “Felsefe yapma!” sözünde, “laf salatası” ile eşdeğer görülürken, ‘yaşam felsefesi’ deyişinde, oldukça önemli bir konuma yerleştirilmektedir. Öte yandan, felsefenin bilişsel bilimlere katkısı, bunlardan farklı bir noktadadır: Bilişsel bilimlerin bulguları, bizi, insan anlayışımızda değişikliklere zorlamaktadır. Gündelik yaşamda, ‘zeka’dan, ‘zihin’den, ‘ruh’tan vb. sözedilirken, felsefe, öncelikle, bilimin bu kavramlarla yapılıp yapılamayacağını; yapılabilirse, bu bilimin sınırlarının ne olacağını gözler önüne serip yeni kavramsallaştırmalar önermektedir. Ayrıca, yeni bilişsel bilim çalışmaları için açılımlarda bulunmaktadır. Yapay Zeka: Bu alan, bilişsel bilimlerin kimilerine göre en önemli öğesidir. İnsan zekasını modellemek savıyla yola çıkılmıştır. Ancak, insan zekasından çok, zekayı modelleme çabası içerisinde olduğu izlenimi vermektedir. Kimi araştırmacılar, bu modelleme çabasını, Disneyland’e benzetmişlerdir. “Disneyland, gerçek dünyaya ne kadar yakınsa, yapay zeka çalışmaları da, insana o kadar yakındır” demişlerdir. Bu, çok tartışılmış bir nokta olagelmiştir. Yapay Zeka alanına bakıldığında, dikkati çeken bir nokta şudur: Araştırmacılar, iki kampa bölünmüş durumdadırlar: Biçimciler ve izlenceciler (programcı). Biçimciler, insanı modelleme çabasında, onu görüntüsüyle yansılamayı amaçlamış, bunun için robot çalışmalarına ağırlık vermişlerdir. İzlenceciler ise, zeki davranışları, daha doğrusu, verili bir sorun durumunda gelebilecek zeki yanıtları modellemeyi amaçlamışlardır. Bunun için, robot yapmak yerine, izlence yazmışlardır. İnsanbilim (antropoloji): İnsanbilim, adında belirtildiği gibi, insanı çalışır. Ancak, birçok bilim, insanı çalışır. Arada ne fark vardır? Aradaki temel ayrım, insanbilimin bir ‘gibi’ bilimi olmasıdır. İnsanbilimci, çalışmasını, örneğin, “Avustralya yerlisi olmak, nasıl bir duygudur?” türü bir soru çevresinde biçimlendirir. Oradan kalkarak, bir topluluğun yaşayış biçemine (stil) odaklanır. İnsanbilimin, bilişsel bilimleri özellikle ilgilendiren bölümü, insan topluluklarının ortak inançları, bu inançlarla karşılıklı etkileşim içinde gelişen gelenekleri, gündelik olarak kullandıkları ötegöndermeler (metafor) vb.’dir. Kimi araştırmacılar, bu yaklaşımla, örneğin, doğum ve ölüm ötegönderimlerini ele almaktadırlar. Eğitbilim: Eğitbilim, bilişsel bilimler içerisinde, daha işedönük kaygılarla yer almaktadır. Bilişsel kuramları, eğitim sürecinden daha fazla verim almak için kullanmaktadır. Küçüklükten başlayan örgün eğitimin belli bir sırası vardır. Hiçbir insan yavrusu, 5. sınıftan başlayıp, sonra 1. sınıfa geçmez. Eğitim düzeninin altında, öğrenmenin belli bilişsel önkoşulları olduğu biçiminde temel bir varsayım vardır. Sinirbilim: Sinirbilim, yine adından anlaşılacağı üzere, sinirsel süreçleri inceler. İnsandışı hayvanlar üzerinde yapılan bölgesel zarar verme çalışmalarında ve ilaç verme çalışmalarında, çeşitli süreçlerin sinirsel ve kimyasal düzeneği ortaya çıkarılmaktadır. Ancak, sinirbilimin bilişsel bilimler içerisindeki konumu, çok yerleşik değildir. Sinirler, bağımsız temsil yeteneği olmayan birimler olarak düşünüldüklerinden, sinirbilimin bir bilişsel bilim olup olmadığı, tartışmalıdır. Bu tartışmanın, çalışmanın ilerleyen sayfalarında, kırılma noktaları yarattığını göreceğiz. YÖNTEMLER Yöntem tartışmasını, satranç oyuncuları örneğinde ele almak, metnin akıcılığını sağlayacak: Felsefel Yöntemler: Felsefel açıdan baktığımızda, şunları sorabiliriz: Satranç oyunculuğu için, ayrı bir zihinsel dizge var mıdır? Satranç oyunculuğu, genel bir zekanın bir ürünü müdür? Ustalık nedir? Ustalığı ussallıktan ayıran nedir? Bu tür soruları, felsefel yaklaşım, uslamlama (reasoning) yolu ile yanıtlamaya çalışır. Ancak, bu yanıtlar, kaynağı belirsiz bir noktadan çıkmazlar; felsefenin uzak ve yakın tarihiyle ilişkilendirilirler. Dilbilim Yöntemleri: Dilbilim açısından satranca bakarsak şu tür sorular ortaya çıkar: Satranç tahtasında, iki taraf arasındaki ilişki ne tür bir ilişkidir? Bu ilişkinin, genel iletişim kuramlarında sıklıkla anılan kodlama-kod çözme yaklaşımlarıyla açıklanması olanaklı mıdır? Oyuncuların oyun sırasındaki sözel ve sözel olmayan bildirimleri, bilişsel süreçleri etkilemekte midir? Öte yandan, şimdiye dek yapılan çalışmalarda, dilbilimsel yöntemle satranca bakan çalışmaların sayısı, yok denecek kadar azdır. Mühendislik Yöntemleri: Mühendislik yöntemleri, satrancın kurallar dizgesine odaklanır ve en iyi başarımı (performans) gösteren bir izlence (program) yazar. Bu yaklaşımların çoğu, insan zekasını, sorun çözme becerisi olarak görürler. Bu nedenle, insan zekasının herhangi bir alanında modelleme yaptıklarında; sorunun girdileri, çıktıları, sınırları ve yöneylemcilerini (operatör) saptarlar. Satranca baktığımızda, girdiler bellidir: Oyun kuralları, taşlar ve oyuncular. Çıktı bellidir: Mat. Sınırlar bellidir: Kurallar, girdi oldukları gibi, sınırları da koyarlar. Dolayısıyla, satrançta bulunması gereken, hangi yöneylemlerin uygulanacağıdır. Mühendislik yaklaşımlarının bir başka özelliği ise, yansıbilimin sunduğu deneysel bulguları modelleyip öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmasıdır. Mühendislik yaklaşımları, bu yönüyle, deneysel bulguları tümleyici bir özellik göstermektedir. Mühendislik yaklaşımlarının temel olarak eleştirildikleri nokta, en ileri başarımı hedeflemeleri, insanın bilişsel sınırlarını ve yanılabilirliğini dikkate almamalarıdır. Mühendislik bakışının satrancı kavramaya yönelik çalışmaları, bu nedenle, “‘kaba kuvvet’ yaklaşımı” olarak adlandırılmaktadır. İnsanlar, satranç oynarken, çok sayıda olasılığı hesaplayamazlar. Bellek sığaları, bilgisayarlarla karşılaştırıldığında, oldukça dardır. İnsanlar, kestirme yollar kullanırlarken; bilgisayar oyuncular, çok sayıda olasılığı hesaplamaktadırlar. Sonuç olarak, mühendislik yaklaşımlarına ilişkin temel bir sorun, gerçeğe bağlılık (fidelity) sorunudur. Yansıbilimsel Yaklaşımlar: Yansıbilimsel yaklaşımlar, daha çok, deneysel ortamlar yaratıp değişkenlerle gerçel zamanda oynayarak çıkan etkilere bakarlar. Örneğin, satranç ustalarını yeni başlayanlardan ayıran öğe, ustaların daha iyi bir belleğe sahip olmaları olabilir. Yansıbilimsel yaklaşım, bunun için, ustaların belleğini ölçebilir. Aynı biçimde, satranç ustalarının ustalığı, oyundaki örüntüleri (pattern) saptama becerilerinden kaynaklanabilir. Bunu sınamak için, ustalara değişik örüntüler ve örüntüsüz, seçkisiz oyunlar sunulabilir. Örüntüsüz durumlardaki akılda tutma düzeyleriyle, örüntülü durumlardaki akılda tutma düzeyleri, karşıtlanabilir. İnsanbilimsel Bakış: İnsanbilimsel bakış, satranç tahtası ve oyuncular yerine, genel bağlama odaklanır. Toplumda, satrancın konumu nedir? Diğer bilişsel etkinliklerle toplum ölçeğinde ilişkisi nedir? Benzer oyunların yaygın bir biçimde oynandığı toplumlarla bu tür oyunların yaygın bir biçimde oynanmadığı toplumlar karşılaştırıldığında, oyuncuların arkatasar (background) bilgilerinin birbirlerinden farklı çıkma olasılığı bulunmaktadır. Dolayısıyla, dizge (sistem) girdilerinin, büyük ölçekli bağlama göre çeşitlilik gösterme olasılığı dikkate alınmaktadır. Ayrıca, diğer alanlar için olduğu gibi, satrancın bir bilişsel etkinlik olarak tarihsel gelişimi de, insanbilimin inceleme konusudur. Sinirbilimsel Yaklaşım: Sinirbilimsel yaklaşım, satranç için, beyin ve sinir görüntüleme yaklaşımlarını kullanır. Oyun oynanırken, beyinde hangi bölgelerin etkinleştiğini ya da oyun oynanırken ne tür bir sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptar. “Satranç ustalığı, genel bir zekanın bir ürünü müdür?” gibi bir soruya, genel zekaya ilişkin bir deneysel ortam yaratıp o ortamda hangi beyin bölgelerinin ve sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptayarak ve bunları, satranç oyunu sırasında etkinleşenlerle karşılaştırılarak yanıt vermeye çalışır. Ayrıca, sinirbilimsel yaklaşımlar, ilaç çalışmalarıyla birlikte anılmaktadır: Belli tür ilaçların, beyinde kimi bölgelerin çalışmasını ayrıksı (differential) olarak engellediği bilinmektedir. Sinirbilimsel bakış, örneğin, dikkat dağıtıcı bir ilaç vererek, oyuncularının başarımını ve davranışlarını inceleyebilir. Bu yöntemi çeşitli kereler kullanarak, satrançtan sorumlu sinirsel ve kimyasal düzeneği ortaya çıkartabilir. Eğitsel Yaklaşım: Eğitsel yaklaşım, “satranç, öğretilebilir mi? Öğretilebilirse, nasıl? Genel zeka geliştirme çalışmaları, satranç becerilerini geliştirir mi?” gibi sorulara yanıt arar. Bunun için deneysel sınıflar oluşturur: Bir öbek öğrenciye belli türden bir eğitim verilirken, bir başka öbek öğrenciye başka türden bir eğitim verilir. Eğitim türünün sonuçları, karşılaştırılır. Eğitimin toplumsal yönü olduğu gibi, bilişsel yönü de vardır. Çocuklar ve gençler, toplumsal yaşama hazırlanırken; bir yandan da zeka gelişimleri gerçekleşmektedir. Eğitsel yaklaşım, ayrıca, uygulanagelen eğitim izlencelerinin verimini araştırır. ELEŞTİRİLER 1) Bireycilik ve Dağıtık (Distributed) Biliş: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımda ortak paydalardan biri, insanı, bir birey olarak almasıydı. Ancak, insanların belli toplumsal bağlaşmalar içinde yaşadığı bilinmektedir. Böyle bireyci bir yaklaşım, bir gemi mürettebatına baktığında, geminin yönetimi sorununda yalnızca kaptanın zeki olduğunu düşünecektir. Oysa, zeki olan, bir bütün olarak gemi çalışanlarıdır. Tek başlarına hiçbiri zeki değildir, ancak biraraya geldiklerinde, zeki davranışlar gösterirler. Bu dağıtık biliş yaklaşımına en sık verilen örnek, karınca kolonileridir. Ancak, karınca kolonilerinin içgüdüsel davranışlarının zeki sayılıp sayılmayacağı, tartışmalıdır. Bu, ayrı bir bölümde ele alınacak kadar kapsamlı bir konudur. 2) Bedensiz Bakış ve Bedenlenmiş Biliş: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımdan büyük bir bölümü, insana, bedensiz bir varlıkmış gibi bakmaktadır. Bedenlenmiş biliş bakışının temel noktası şudur: “İnsan, başka tür bir bedene sahip olsaydı, başka tür bir türtarihsel (filojenik) ve bireytarihsel (ontojenik) gelişim çizgisine sahip olacaktı.” Bu konudaki en yaygın yanlış anlama, bedenlenmiş biliş bakışının, bilişsel bilimlere sinirbilimlerini sokmak istediği biçimindedir. Bedenlenmiş biliş yaklaşımı, sinirbilimlere karşı yansızdır. Öte yandan, bedenlenmiş biliş yaklaşımının bilişsel bilimler tarihindeki öncüllerini aramak gerekirse; yapay zeka alanındaki robotçu okula yakın durduğu görülecektir. İnsan zihnini modellemek yerine, dış dünyayla etkileşim içindeki insanın modellenmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, bedenlenmiş biliş bakışı ve robotçu okul, zekayı, genel sorun çözme becerisi -diğer bir deyişle, belli tür çıktılara ulaşmak için girdilere, sınırlara uygun bir biçimde uygulanacak yöneylemcileri saptama becerisi- olarak görmek yerine, etkileşim içinde denge sağlama (homeostasis) becerisi olarak değerlendirirler. 3) Durağan Biliş ve Gelişim: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımdan çoğu, gelişimdışılık sayıltısına dayanmaktadır. Oysa, insan, doğduğunda, bilişsel yetenekleri oluşmamıştır. Uzun yıllar, olgunlaşma gibi dirimbilimsel (biyolojik) bir etmen ve çevresel uyaranların bir bileşimi sonucu, gelişir. Oysa, yukarıdaki yaklaşımların çoğu, ortayaşlı bir insanı kavrama çabasındaymış gibidir. Aynı biçimde, insanlar yaşlanırlar ve yaşlanma, kimi bilişsel yetilerinde düşmelere neden olur. BİLİŞSEL BİLİMLERDE ÜÇ DEVRİM Çeşitli gözlemciler, bilişsel bilimlerde 3 devrimin yaşandığını belirtmektedirler: 1. Davranışçılığa ve İndirgemeciliğe Karşı Bilişsel Devrim (1960’ların başı): Birinci devrim, bilişsel bilimleri doğurmuştur: Davranışçıların tüm insan etkinliklerini uyaran-tepki bağlantıları içerisinde incelemeleri, insanın bilişsel zenginliğini ve üretimsel (generative) özelliklerini açıklayamamaları ve hayvan ve insan davranışlarını aynı yasalarla açıklamaya çalışmaları yanında; yavaş yavaş gelişen bilgisayarlar, bilişsel devrimin lokomotifi olmuşlardır. 2. Bağlantıcı Devrim (1980’lerin başı): 1980’lerle birlikte bilişsel bilimlere yeni bir yaklaşım geldi: Daha önce, bilişsel süreçlere dizi süreçler olarak bakılıyordu. Bir süreç, bir başkasını tetikliyordu. Bağlantıcı yaklaşım ise, ‘koşut (paralel) işlemleme’ görüşünü ortaya attı. Bilişsel süreçler, aynı anda etkinleşebilirlerdi. Sırayla etkinleşmeleri gerekmezdi. Beyin de zaten, koşut çalışan bir dizge idi: Değişik bölgelerde aynı anda etkinleşmeler gözlemleniyordu. Ayrıca, daha önceki simgesel yaklaşımlar, model oluşturma çabaları içerisinde, açık kurallar koyarlarken; bağlantıcı yaklaşımlar, sinirlerde olduğu gibi, olasılık özellikleri koymaktadırlar. Dolayısıyla, bağlantıcı devrimle birlikte, insanı anlamak için kullanılan bilgisayar benzetmesi yerine, sinir benzetmesi getirilmiştir. 3. Bedenlenmiş Biliş Devrimi (1990’ların başı)???: Yukarıda, Eleştiriler bölümündeki ikinci altbaşlıkta da dışavurulduğu gibi, bedenleşmiş biliş yaklaşımı, bedenin insan için kaza olmadığını; tersine, son derece önemli olduğunu belirtmektedir. Bedenlenmiş biliş devriminin konumu, oldukça tartışmalıdır. Bedenlenmiş biliş yaklaşımın devrim olduğunu söyleyenler oldukça azdır ve bu yaklaşımı derli toplu bir biçimde anlatan başyapıtların henüz ortaya çıkmadığı görülmektedir. KAVRAM KARGAŞASI VE YÜBİ Kısacası, bilişsel bilimler, şu açkı (anahtar) sözcüklerin çevresinde toplanan bir bilim demetidir: Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama, akıl yürütme, zeki davranış, beceri vb. Bu alandaki çalışmaların büyük bir bölümünün kaleme alındığı dil olan İngilizce’de bu sözcükler, kavram kargaşası yaratmaktadır. Gerçekte, olan şudur: yüksek bilişsel işlevlerle ilgili çalışmalar arttıkça, bu konudaki gündelik inançlarla açık ya da örtük bir çatışma ortaya çıkmaktadır. Bu çatışma, kavram kargaşasına yolaçmaktadır. Sorun, gündelik dille bilim yapılıp yapılamayacağı değildir. Sorun, geçmiş inançlarla bugünün bulgularını kavrama ve aktarma sorunudur. Türkçe’den ya da herhangi bir dilin yapısından kaynaklanmayan bu sorun, Türkçe’de de kavram kargaşasına yolaçmıştır. İngilizce bilişsel terimlerin Türkçe karşılıklarının neler olduğu, az-çok tartışmalıdır. Bu kargaşadan sıyrılmak için, bu kitap boyunca, genel bir ifade olarak, ‘yüksek bilişsel işlevler (YÜBİ)’ sözü kullanılacaktır. Bu öneri, “‘alçak bilişsel işlevler’ (ALBİ) var mıdır? Varsa nedir?” sorusunu akla getirmektedir. ALBİ’yi, tersten tanımlamak, olanaklıdır. ALBİ, YÜBİ olmayan her insan etkinliğidir. O zaman baştaki soruya dönüyoruz: YÜBİ nedir? Yanıt aynıdır: Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama, akıl yürütme, zeki davranış, beceri, vb. Bu kitap boyunca, bütün bunlar için genel bir şemsiye terim olarak, ‘YÜBİ’ sözü kullanılacaktır. Demek ki, kısaca belirtmek gerekirse, bilişsel bilimler, YÜBİ’yi inceler. SONUÇ: FİL ve HORTUMU Alanlararası yapılan çalışmalarda, çok sık verilen bir örnek vardır. Bu örnek, Nepalli şair Banira Giri’nin görme engellilerin bir kadını anlama çabasını anlatan ‘Kadın’ adlı şiirle de ölümsüzlük kazanmıştır. Üç görme engelli, bir fille karşılaşmışlar. Biri, hortumunu tutmuş, bir fil tanımı yapmış; biri, ayağını tutmuş, başka bir fil tanımı yapmış. Üçüncüsü, kulağını tutmuş, bambaşka bir fil tanımı yapmış. Ve eklenir: “Hiçbiri, bir bütün olarak fili anlayamıyor. Alanlararası çalışmalar olmazsa, bütün, kavranamaz.” Bu görüş, ilk bakışta mantıklı geliyor. Ancak, bunun da tek başına yetersiz olacağı, biraz düşünüldüğünde ortaya çıkmaktadır: Birisi, kulağa dokunmuyor olsaydı; kulağına sinek kaçan filin neden huysuzlandığını anlayamazdık. Birileri, ince ayrıntılara bakacak; birileri, genel resme bakacak ve birbirlerini sürekli besleyecekler. İşte ancak o zaman bütünlüklü bir bilimden ya da bilim demetinden sözedebiliriz. Konu, insanı açıklamaksa; bilişsel bilimin yanıt bulmaya çalıştığı sorular, hiçbir zaman türdeş olmayacaktır. İnsan deneyimi, çok geniştir; çok değişik alanları kapsar. İnsanı bütünlüğü içinde açıklamaya çalışan bir bilim ve onun ürettiği kuram ise, ne kadar değişik türden soruya yanıt verebilirse o kadar umut verici bir kuramdır.
·
476 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.