Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

2. BÖLÜM Bilgisayarlar Düşünebilir mi?
Giriş Bu soru, kimilerine çok ilginç gelebilir; bilim-kurgu yapıtlarıyla dolup taşmışlar için ise yine o bildik sorudur. Ancak, burada yer alması, bu iki bakışın da bundan daha temel bir soruyu gözden kaçırmalarından kaynaklanıyor: İnsanlar düşünebilir mi? İnsanların düşünebiliyor olduğuna eminizdir. Kendimizden biliriz. İçimizdeki seslerin dansı gibidir düşünmek. Dışavurmadan sürdürdüğümüz bir yarım tümcecikler silsilesi. Bizden tanımlanması istendiğinde, “hani var ya! Bunu herkes kendi içinde yaşar” deriz. Peki ama düşündüğümüze emin miyiz? Kartezyen yani Dekart’çı bakış, küçük yaşlardan başlayarak aldığımız örgün eğitim ve ‘yaşam’ diye adlandırılan yaygın eğitimle her yanımızı sarmış. Ondan bağımsız olarak bakmamız zor görünüyor. Hatta bu bakıştan ayrı bir bakış olabileceği de aklımıza gelemiyor. Peki nedir bu Dekart’çı bakış? Herşeyden kuşku duymaktır ve herşeyden kuşku duyulduğunda bile, kuşku duyan ‘şey’in varolması gerektiği için, (daha doğrusu, Dekart, böyle düşündüğü için) Dekart, “düşünüyorum, öyleyse varım” demiştir. Herşeyden kuşku duyulsa bile, bu bakışa göre, bir benlik vardır ve bunun varlığı, kuşkusuzdur. Aynı Dekart, sayfalar boyu lafı dolandırır. Sonra bir bakarız ki, dış dünyanın varlığını, emin olduğu Tanrı’nın varlığıyla temellendirmiş. Sonra bu kişiye, “çağdaş düşüncenin babası” diyorlar. Her neyse. Konumuza dönelim: İnsanın içine döndüğünde, yalnızca kendisinin deneyimlediğini düşündüğümüz birtakım öznel durumlar var ve biz bunlara ‘düşünceler’ diyoruz. Peki ama düşündüğümüzü nereden biliyoruz? Düşündüğümüze emin miyiz? Gerçekte, bu hiç de kesin bir bilgi değildir. Sinirbilimsel yapımız, kendimizi düşünüyor sanmamıza yolaçan bir yanılgı içeriyor olabilir. Diğer bir deyişle, düşündüğümüzü sanırken, hiç de düşünmüyor olabiliriz. Bu, ‘panik atak’ örneklerine benziyor. Beden, tehlikede olduğu yönünde yanlış imler veriyor ve bu, gerçel nedenleri olmayan kaygılanmalara yolaçıyor. Nabız artıyor, terleme görülüyor vb. Ya hepimiz bir düşünsel ‘panik atak’ kurbanlarıysak? Bir de yarık-uslulara (şizofren) bakalım: Yarık-usluların deneyimlediği gerçeklik, nasıl bir gerçekliktir? Kendi gerçekliklerine sahipler. Peki topluluksal bir yarık-usluluğun bilinçsiz kurbanlarıysak hepimiz? Dekart’ı hala çağdaş düşüncenin babası sayanlar varsa, bundan sonrasını boşuna okumasınlar. Peki Dekart’ı bu noktaya götüren neydi? Dekart, kendi varlığını ve dış dünyanın varlığını temellendirmek için duyulara başvuramazdı. Çünkü insan duyularının sık sık yanıldığı için, güvenilir bir temel olamayacağını düşünüyordu. Gerçek şu ki, ne içsel dünyanın tanımsız öğeleri ne de duyular yanılmazdır. Evet, buraya kadar özetlersek, sorumuzu yanıtlamak için, önce “insan düşünebilir mi?” sorusunu yanıtlamamız gerektiğini belirttik ve buna yanıtımız, olumsuz. Bu soruya verilen olumsuz bir yanıt, birçok okurun tepkisini çekecektir. Onlar, bu yaklaşımı, makineleşmenin bir uzantısı olarak görecek, insanın insana özgü olan yanının düşünce olduğunu ve bunu başka hiçbir canlıda gözlemleyemeyeceğimizi ileri süreceklerdir. Bu görüş, çok yandaş topladığı için ve katılmadığımız bir görüş olduğu için, bu konuyu açma sorumluluğunu taşıyoruz: İnsana boş yere, büyük değer biçiyoruz. Bu büyük değer biçişimiz, bir yandan kendimizi sevmemizden, bir yandan da tek tanrılı dinlerin öğretilerinden derinden derine etkilenmemizden kaynaklanıyor. İnsan, evrenin efendisi değildir. Siz de dünyanın özeği (merkez) değilsiniz. Ayrıca, biz kibirli insanların, kendi dünyaları için geçerli bulguları ve kuramları, ‘evrensel’ sözüyle anmaları, yine bu ‘evrenin efendisi olarak insan’ yaklaşımdan kaynaklanıyor. Güneş Dizgesi’nin dışına çıkamamış bir canlı türü, yani insan, evrende kendinden başka canlı olamazmış gibi, gezegeninde geçerli olanlara “‘evrensel’dir” diyor. Böyle bir canlı türünün “bilgisayarlar düşünebilir mi?” sorusuna yanıtı da işte böyle dünya-özekçi olur. İkinci olarak, insanların makineleşmemesinden, çeşit çeşit düşünceye sahip olmalarını anlıyorsak -ki, makineleşme eleştirisi, böyle bir anlayışın üstüne kurulmuştur- bu eleştiri, kendi içinde çelişmektedir: İnsanların öznel durumları, hiç de çeşit çeşit değildir. İnsanlar, aşağı-yukarı aynı şeyleri deneyimlerler ve onların deneyimlerini sınıflandırabiliyorsak –ki sınıflandırabiliyoruz. Örneğin: Mutlu-mutsuz, sıkıntılı, kaygılı, özlem dolu, meraklı vb.-, bu, bize, “makineleşmeye karşı duyguları toplayanlar”ın da deneyimlerinin makineli tüfek gibi olduğunu gösterir: Kurşun türü bellidir; tepki türleri bellidir ve makinenin yapısı bellidir. Diyelim ki insan düşünebiliyor. Bunu ya kendi içine bakarak (kılgısal (teknik) terimi kullanırsak ‘içebakış’la) ya da sözlü olarak bildirerek anlayabiliriz. İçebakış, yukarıda belirtildiği gibi, kaygandır. İçebakışın sunduğu bilgi, insanlarda olup da bilgisayarlarda olmayan özelliklerin varlığını gösteremez. Dolayısıyla, elimizde bir tek sözlü bildirim kalıyor. İnsanın iç dünyasında öznel bir ‘şey’ler deneyimlediğini bir tek insanın bunu bildirmesi yoluyla anlıyoruz. Elimizde şimdilik başka doğrulama yöntemi bulunmamakta. O zaman, öznel bir ‘şey’ler deneyimlediğini bildiren her bilgisayar, düşünebilir. Bilgisayarı bu durumda düşündürtmek, oldukça kolaydır: Bir izlence (program) yazarız ve böylece bilgisayar, beklenmedik (seçkisiz) durumlarda, öznel bir ‘şey’ler deneyimlediği yönlü bir bildirimde bulunabilir. Gerisini karşılıklı konuşma biçiminde sürdürelim: İnsan Yanlısı: Ama bilgisayarın bu bildirimi, yüzeysel olmaz mı? İnsanın bu tür bir bildirimde bulunmasının nedeni, gerçekten öznel bir ‘şey’ler deneyimlemesi iken; bilgisayarın aynı bildirimi, izlencelenmiş olmasından kaynaklanır. Dolayısıyla, bilgisayarlar düşünemez! Bilgisayar Yanlısı: İnsanın bu tür bildirimlerde bulunması, onun koşullanmış olmasından kaynaklanmaktadır: Şöyle şöyle bir ‘şeyler’ duyumsarsan, şöyle şöyle bir bildirimde bulun. Bu yönüyle, bilgisayarın izlencelenmişliğinin insanın koşullanmışlığından hiçbir farkı yoktur. İkisi aynı şeydir. İnsan Yanlısı: Olur mu?! İnsandaki duyumsamaya bir bilinç eşlik eder; bilgisayarınkinde ise etmez. Bilgisayar Yanlısı: Nereden biliyorsunuz? Yaşamınızda hiç bilgisayar oldunuz mu? İnsan Yanlısı: Konuyu saptırıyorsunuz! Bunun ne ilgisi var?! Bilgisayar Yanlısı: İçebakışın kaygan olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla, insanın duyumsamasına bilincin eşlik ettiği biçimindeki görüşünüzü temellendirmek için içebakışı kullanamayacaksınız. “Ben kendim öyle duyumsuyorum; bu yüzden, böyle.” diyemezsiniz. Yalnızca bildirimleri ölçü olarak alacağımızı belirtmiştik. Ben de sizi kırmıyorum ve izlencede ufak tefek değişiklikler yapıyorum: Bakın, artık, bilgisayarımız, duyumsamasına bilincin eşlik ettiğini belirtiyor. İnsan Yanlısı: Bu söylediklerinizin iler tutar yanı olmadığının siz de farkındasınız ama bir kez bir görüşü savundunuz ya, sonuna kadar öyle gideceksiniz değil mi? Bilgisayar Yanlısı: Devam edeyim: ‘birşey’ler duyumsadığınızı belirttiğinizde, bu ‘birşeyler’i duyumsamanıza yolaçan hücreler düzeyindeki sinirsel ve bilişsel süreçlerin bilincinde misiniz? İnsan Yanlısı: Buna gerek var mı?! Durumun bilincindeyim işte. Bilgisayar Yanlısı: Buna elbette gerek yok. Aslında gerek var: Sizin “bilgisayarlar düşünemez” savından, “bilgisayarlar bilinçli değildir” savına yöneldiğinizi görüyorum ve insanların ‘bilinç’ dedikleri durumun da bir yanılsama olduğu söylüyorum. Ya da en azından, insanlarla bilgisayarların bilinç konusunda, eşit düzeyde olduğunu ileri sürüyorum. İnsanlar ne kadar bilinçliyse bilgisayarlar da o kadar bilinçli ve de tam tersi. Bilgisayar, çalışırken, daha önce yazılmış bir izlenceyi uygulandığının bilincinde değil. Bu nedenle bilinçsiz. Öte yandan, insan da, yaşarken, davranışlarının altında yatan sinirsel ve kimyasal süreçlerin bilincinde değil. İnsan Yanlısı: Peki, haklı olsanız bile, şunu söyleyebilirim: Ben oturur sinirbilim çalışırım, bu eksikliğimi gideririm ve böylece, birşeyler duyumsarken, “hah işte, beynimin şu bölgesinde bir etkinleşme var, oradan şuraya ileti gitti, ben de kendimi böylece, düşünüyor sandım.” Bilgisayar Yanlısı: Çok güzel söylediniz. Ağzınızdan kaçırdınız. İnsan Yanlısı: Neyi? Bilgisayar Yanlısı: Kendinizi düşünüyor sanıyorsunuz. İşte dediğim de bu: Bilgisayardan hiçbir farkınızı göremiyorum: İnsanın ulaşabileceği en ileri bilinç düzeyinde, kendisini düşünüyor sanırken yakalaması, rastlantı değil. Ya insanlar bir tür bilgisayar ya da bilgisayarlar bir tür insan. İnsan Yanlısı: Boşta bulunmamdan yararlanıp iyice uçtunuz. Bakın, bizi merakla dinleyen ve tartışmamızın sonucuna göre, İnsan Hakları Bildirgesi başta olmak üzere birçok düzenlemeyi değiştirecek hukukçuların her tür davaya alışkın yüzlerinde çeşit çeşit ifade oluştu. Siz daha çok, Anatole France’ın penguenleri vaftiz eden papazına benziyorsunuz. Siz şimdi hukukçuların vurup vurup durduğu daktilolara da ‘insan’ demeye kalkarsınız. Bilgisayar Yanlısı: Ne tür bir kafa yapısıyla bu noktaya geldiğinizi anlamaya çalışıyorum, ancak çok zorlanıyorum. Madem bir daktiloyla bilgisayar arasında dağlar kadar fark olduğunu gözardı edeceksiniz, o zaman beni daha iyi örneklerle köşeye sıkıştırabilirsiniz. İnsan Yanlısı: Ne gibi? Bilgisayar Yanlısı: Taş gibi. Bana şunu diyebilirsiniz: “Sizin bu bakışınızla taşın da bir tür insan olması gerekir. Belki onun da öznel bir yaşantısı vardır. Nereden bileceğiz?” İnsan Yanlısı: Ama siz bilgisayarlarla insanların bilinç eşitliğini bildirimlere dayandırdınız. Dolayısıyla, bilgisayarın bilinçli olup olmadığını onun bildirimlerine bakarak anladınız. Geçersiz olduğu baştan belli olan bir karşı çıkışı size yöneltmemi beklemeyin! Bilgisayar Yanlısı: Beni utandırdınız. İnsan Yanlısı: Öte yandan, görüşleriniz doğru olsa bile, ‘canlılık’ anlamındaki ‘yaşam’ kavramını açıklamaktan uzak olduğunuzu görüyorum. Açıkçası, ben de bu kavramı açıklamakta zorlanıyorum. Bilgisayar Yanlısı: Yani? İnsan Yanlısı: Yani diyelim ki insanlarla bilgisayarlar, sizin dediğiniz gibi, bilinç düzeyinde eşitler. Ancak, biri canlı; biri cansız. Bunları aynı başlık altına yerleştirmek bile kendi içinde bir çatışkı yaratıyor. Bilgisayar Yanlısı: Peki. Çocukları, belgeleri, paraları vb. hangi altbaşlık altında toplayabiliriz? İnsan Yanlısı: Çocuk? Belge? Ama bunlar birarada olamaz ki?! Bilgisayar Yanlısı: Yangında ilk kurtarılacaklar. İnsan Yanlısı: Ah evet. Güzel. Peki nereye bağlayacaksınız? Bilgisayar Yanlısı: Yeni araştırmalarla birlikte, birarada anılamayacak kavramlar, bitişmeye başlıyor. Şu an canlılığı açıklaması zor görünüyor. Ama gelecekte uzuvsal özdeklerden (organik madde) yapılacak bilgisayarlar, canlılık kavramını olduğu gibi bilgisayar kavramını da iyice açımlayacakmış gibi görünüyor. İnsan Yanlısı: Ama doğal öğelerden birşeyler yapsalar, biz ona ‘bilgisayar’ demeyiz zaten. Bilgisayar Yanlısı: Evet. Demeyiz. Her kavram, özsel ve kazasal özelliklerden oluşur. Özsel özellikler, olmazsa-olmazdırlar. Öte yandan, kazasal özellikler olmasa, o kavram, hiçbirşey yitirmez. Buradan kalkarak, ‘bilgisayar’ kavramının kazasal özellikleri; rengi, sığası, markası vb.’dir. Bir özsel özellikleri vardır. Tartışmamızdan şu sonuç ortaya çıkıyor: Biz insanlar, cansızlığı bilgisayarın özsel bir özelliği olarak görüyoruz. Ancak, doğal öğelerden yapılacak bilgisayarlar, bu kavramsallaştırmayı da değiştirecek. Canlı Yanlısı: Bu sıkıcı sohbetinizi dinlemek, çok uykumu getirdi. Ben de size şunu sormak istiyorum: İnsan, tekhücreli bir canlıdan daha mı bilinçlidir? Ya bilgisayar? Bilgisayar mı daha bilinçlidir tekhücreli canlı mı? Bilgisayar Yanlısı: Bilgisayarın tekhücrelilerden daha bilinçli olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemeyeceğim. Çünkü sizin uyukladığınız sıralarda, ben bütün bir insan-bilgisayar eşdeğerliği yaklaşımımı sözel bildirim üzerine kurdum. Ayrıca, sorunuz, sanıyorum, tekhücrelilerin az-çok bilinçli olduğunu varsayıyor. Bu varsayımınızı bilimsel bulmuyorum. Zaten bir kere, kendi içimize bakarak, tekhücrelileri anlamamız olanaklı değil. Konuşamadıklarına göre, bu konuda hiçbir bilgi edinemeyiz. Üstelik, bırakın bilinci, tekhücrelilerin dış dünyayı temsil etme yeteneğine sahip olduğunu kabul etmemiz için elimizde hiçbir kanıt yok. Şu var: Tekhücreliler, çok basit sorunları çözüyorlar. Dolayısıyla, sorun çözme algoritmaları, oldukça ilkel. Yöneylemcilerin (operatör) sayısı, çok az. Ama bir bilgisayarın çözdüğü sorunlar, son derece karmaşık. Örneğin satranç. Bu durum, bilince ilişkin bir şey söylemese de, bilgisayarların tekhücrelilerden daha zeki olduğunu gösteriyor. Robot Yanlısı: Ha, bir dakika. Birisi bilgisayarlar için ‘zeki’ mi dedi? Bilgisayar Yanlısı: Ben dedim. Ne vardı? Robot Yanlısı: Bilgisayarların kendi sorunlarını değil başkalarının önlerine koyduğu sorunları çözdüğünü gözden kaçırıyorsunuz. Bilgisayar Yanlısı: Kimin sorunu olduğu o kadar önemli mi? Robot Yanlısı: Hem de çok. Biz robot yanlıları, ‘zeka’nın sizin dediğiniz gibi, sorun çözme becerisi değil; dış dünyayla iletişim içindeki varlığın denge sağlama becerisi olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, sizin anladığınız anlamdaki bilgisayarlar, ‘zeki’ olamaz. Robotlarınsa kendi sorunları vardır: Onları çözebildikleri ölçüde ‘zeki’dirler. İnsan Yanlısı: Ama bu görüş, bizi yukarıdakine benzer bir tartışmaya götürüyor: Robotlar için ‘zeki’ diyorsanız, mutfak robotları da zeki mi oluyor? Robot Yanlısı: Hayır. Kendi başına denge sağlayabiliyor olsaydı, ‘zeki’ olurdu. Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Ya yine ‘zeki’, ‘bilinç’, ‘düşünce’ gibi, birinci bölümde, kullanımlarının durdurulması istenen sözcükleri, arka kapıdan içeri soktunuz. ‘Yüksek Bilişsel İşlevler (YÜBİ)’ desek olmuyor muydu? Canlı Yanlısı: Ama o zaman birtakım ayrımları vermesi zor! Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: O zaman YÜBİ’yi birkaç alt-terime bölebilirsiniz. Canlı Yanlısı: Peki. Ne yapalım. Bir sonraki seçime kadar öyle olsun. İnsan Yanlısı: Yani sonuçta “bilgisayarlar düşünebilir” mi diyoruz “düşünemez” mi? Bilgisayar Yanlısı: “İnsanla bilgisayar, bilinç düzeyi ve düşünce bakımından eşit düzeydedirler” diyoruz. Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Yani “insanla bilgisayar, YÜBİ açısından eşit düzeydedir.” diyebilir miyiz? Bilgisayar Yanlısı: En azından şimdilik diyebiliriz. Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Evet, Budacı Bilge. Bitiriyoruz. Herzamanki gibi, son söz senin. Tartışmayı nasıl buldun? Budacı Bilge: Herşey iyi güzel de, şuna odaklanmadınız: İnsanlara neden “bilgisayarlar düşünebilir mi?” sorusu ilginç geliyor? Robot Yanlısı: Özür dileyerek kesiyorum: Buna robotlar da dahil mi? Budacı Bilge: Evet, robotları da ekleyelim. İnsandışı hayvanları da ekleyelim. İnsan Yanlısı: O zaman dışarıda neleri bırakıyoruz? Budacı Bilge: Geriye kalan diğer tüm cansız varlıkları. Canlı Yanlısı: Yani? Budacı Bilge: Toplarsak, şu soruya yanıt vermediniz: İnsanlara, “Bilgisayarlar düşünebilir mi? İnsandışı canlılar düşünebilir mi? Robotlar düşünebilir mi?” soruları ilginç gelirken, neden “Bardak düşünebilir mi?”, “Cam düşünebilir mi?” ya da “Masa düşünebilir mi?” gibi sorular ilginç gelmez? İnsan Yanlısı: Neden? Budacı Bilge: Çünkü insanlar, evrenin sözümona efendileri olarak, düşünmenin yalnızca insana özgü bir etkinlik olduğunu varsayıyorlar ve köle diye bildiklerinin onları tahtlarından indirme olasılığından korkuyorlar. Ama daha önemlisi, insanlar, bilgisayarlara, insandışı canlılara ve robotlara bakmakla kendilerini anlamaya çalışıyorlar ve bu çabanın yersiz olduğu söylenemez. Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Özür dilerim. Han’ın kapanma saati geldi. Henüz yeterince tanınmayan bir bilimin derneği olduğumuz için bize anahtar vermiyorlar. Bekçi: O zaman bize olabildiğince yalın bir biçimde, biliminizi tanıtın lütfen. Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Üyelerimizden biri, bunun için bir kitap hazırlıyor. Bittiğinde ilk size uğrayacağım.  
·
405 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.