Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

218 syf.
·
Puan vermedi
·
21 saatte okudu
Selam! Bugün taze taze okuduğum, ki zaten hepi topu 76 sayfa olduğu için pek zor olmadı, Dostoyevski’nin “Beyaz Geceler” isimli kısa öyküsü hakkında konuşmak istiyorum. Kitaptan bahsetmeden evvel ise çevirisi hakkında bir dizi sitem etmeyi uygun buldum. Öncelikle kitabı güvendiğim bir yayınevinden satın alıp yeniden okuyacağımı söylemek isterim zira çeviri hiç de iyi değildi. Çeviriyi kötü hale getiren unsurlar arasında ise ne anlattığı belli olmayan cümleleri, inatla “ruh” yerine “tin”, “akıl” sözcüğü yerine “us” kullanarak yazı ile bağdaşmayan ve göz tırmalayan ifade kullanımını (biri eski kelime kullanırsak cool oluruz dedi herhalde), hem cümlenin hem yazının genel havasını yerle yeksan eden karmaşık anlatımları sayabilirim. Dostoyevski hiç okumamış, kalemini hiç bilmeyen biri olup ilk kez bu kitabı elime alsam, yazarı okumaya devam eder miydim, inanın bilmiyorum. Hatta başta da ifade ettiğim gibi bu kitap 76 değil de 176 sayfa olsa okumayı bırakıp çoktan yeni bir tanesini sipariş etmiştim. Yeterince meramımı dile getirdiğimi düşündüğüm için sitemlerimi burada sona erdiriyor, dev spoiler uyarımı iliştiriyorum. (Kitabın sonunu falan söylüyorum ona göre) Öncelikle beyaz gecenin ne olduğunu duymamış olabilecek dostlarıma küçük bir açıklama yapmak isterim. St. Petersburg’da yılın belli aylarında (Mayıs- Temmuz arası) neredeyse güneşin batmadığı, battığında ise havanın yalnızca hafifçe karardığı bir dönem oluyor. Havanın kararmadığı bu turistik döneme beyaz geceler deniyor. E enlemine sağlık Rusya! Kitabın isminin hikayesinden de söz ettiğime göre, okurken afakanlarla girdiğim apansız mücadeleden damıtabildiğim kadarı ile sizlere kitaptan bahsetmeye geçebilirim. Kitap Turgenyev’den bir cümle ile başlıyor, bu cümle adeta Dostoyevski’nin üzerine “Beyaz Geceler” öyküsünü kaleme aldığı, uğruna bu hikâyenin baş kahramanını yazdığı cümle belki de; “…yoksa senin o değerli ve sevgili varlığının yanında bir an için de olsa kalabilmek için mi yaratılmıştı?” Bu eser, en ufak bir mübalağa içermeden, yalnız, hakikaten yapayalnız bir erkek ve gece vakti karşılaştığı bir kadının hikayesini anlatıyor bize. Dostoyevski’nin hemen hemen tüm eserlerinde olduğu gibi burada da iki kahramanın buhranları, hezeyanları, duyguları ve bağlı olarak deneyimleri arasındaki çırpınışları, belki bir miktar histerik oluşları ilk bakışta ve hikâyenin devamında dikkatimizi cezbediyor. Sizin de bildiğiniz üzere kitabın yazarı, insan zihninin kıvrımlarında gezinmekten, duygu- düşünce yoğunluğu arasındaki bocalamaları diyaloglar ile aktarmaktan, gelgitlerle dolu insan beyni ve insanların içinde barındırdığı çelişkili hisleri yansıtmaktan keyif alıyor. Bunların yanı sıra erdem, ahlak, aşk, fedakârlık, mahcubiyet ve daha birçok kavramı işlemekten, bu kavramları toplumsal ahlak ve insan düzleminde tartışmaktan da hoşlanıyor. Ezcümle, Dostoyevski’nin karakterlerindeki genel gözlemlerimizi, karakterlerin zapt edilemez coşkunluğunu erken dönem eserlerinden diyebileceğimiz “Beyaz Geceler”de de görüyoruz diyerek konuyu bağlamak isterim. Romanın kahramanlarını bir miktar daha tanıma vakti geldiğini düşünüyorum. Sanırım “Beyaz Geceler”in kahramanı olan beyefendiyi, ondan yıllar sonra yaşamış Sabahattin Ali’nin bir cümlesinden hareketle tanımlayabilirim: “Dünyadan ziyade kafasının içinde yaşayan bir insan”. İşte tüm şehri tanımasına rağmen kimsenin onu tanımamasına belki de içten içe gücenen bu hayalperest bey, bir akşam bir hanımla tanışıyor. Nastenka (tanıştığı hanımefendi) ile buluştukları gecelerde bize yalnızlığını, şehri, neler yaşadığını anlatıyor. Aynı şekilde bu kırılgan sandığımız Nastenka Hanım’ın nasıl bir küçük şeytan olduğunu anlama serüvenimiz de başlamış oluyor. Nastenka Hanım’a laflar hazırladım. Bizim oğlanı yara bandı gibi kullanman, yaptığın yanlışı fark etmene rağmen bunun ağırlığı altında ezilmemek için kendi kendine hala soylu ve asil bir insan payesi vermen, birine umut vermenin nasıl ezici ve yakıcı bir şey olduğunu bilmene rağmen ilk fırsatta mağdur konumundan zalim konumuna geçmen, ilgi arsızı olman gibi detaylar, eminim benim gibi herkesi de sinirlendirmiştir. Bir de masummuş gibi hareketler, hala senin yanındayım, terk etmedim gibi güya iyi hissettirmeye çalışmalar. Biz bunu yemeyiz kızım! Ah Nastenka maalesef her devirde ve her yerdesin! Şu an bile başkasının canını başka bir isimle, başka bir bedende yakıyorsun! Bu arada neden hanımefendinin ismini söylerken, diğer kahramandan beyefendi beyefendi diye bahsettiğimi merak ediyorsunuzdur. Çünkü bu yalnız beyin ismini öğrenememe sebebimiz yürek yakan cinsten. Kısaca anlatmak isterim, kahramanımız, hanımefendiye ismini sormayı tanıştıktan uzunca bir süre sonra akıl ediyor ve hanımefendi nihayet sordun minvalinde bir cevap veriyor ve pek kıymetli ismini bahşediyor. Ancak hanımefendi kahramanımıza ismini sormuyor, biz de hiçbir zaman öğrenemiyoruz. Küçücük gibi görünen bu detay nasıl da can yakıcı! Hiç kimsenin görmediği ya da ikinci kez görüşmediği bu adam yine ikinci plana atılıyor, üstelik hayal dünyasında değil gerçekte. Bu bencil hanımın tüm hikâye boyunca yalnızca kendini düşünüp hareket etmesi, tutarsızlıkları bize sinir harbi yaşatıyor. Bir an acaba dedirtse de Nastenka elbette değişmiyor çünkü Nastenkalar değişmez dostlarım. Eminim herkes bir adet Nastenka tanımıştır. Kitaptan daha fazla bahsetmeyeceğim ancak beyefendinin yalnızlığını tanımladığı bir kuple var ki, paylaşmadan geçemem: “Sonra vedalaşırken elini uzattı ve berrak gözleriyle bana bakarak: -Artık sonsuza kadar birlikteyiz, değil mi? diye sordu. Ah Nastenka Nastenka! Bir bilsen şimdi ne kadar yalnızım!” Eskiden yalnızdı, kelimenin gerçek anlamı ile yalnızdı, şimdi ise biriyle beraber yalnız. Belki görece seçilmiş sayabileceğimiz yalnızlığı, mahkûm edilmiş bir yalnızlık oldu. Peh. Çeviri meselesine dönmek istemiyordum aslında ama yine farz oldu. Çünkü çeviriden midir, yoksa Dostoyevski’nin başka bir anlatım tarzı gütmesinden midir bilmem (ki ikinci ihtimal olmasını biraz güç buluyorum, yine de çevirmenin üzerine fazla gitmek istemem) karakterlerden fazlasıyla etkilenmiyoruz, etkilenemiyoruz. Başarısız olduğunu söylemek biraz iddialı olacaksa da diyaloglar, Dostoyevski’nin bildiğimiz ifade becerisinden hayli uzakta bir görüntü çiziyor. İşte kötü çevirinin sıkıntısı burada dostlarım, yorumumdan bile emin olamıyor, sıkıntının kimden kaynaklandığını çözemiyorum. Çünkü iyi çeviri yalnızca cümleleri bir dilden diğer dile aktarmak değil, ona yeniden hayat vermektir. Yazarın sesi olmaktır, yazarın sesi olabilmeniz için çevirisini yaptığınız yazarın külliyatının önemli bir kısmına hakim olup onu anlayabilmiş olmanız gerekir. Ve ben şu gün, metnin, alıştığımız Dostoyevski vuruculuğundan, insanı anlatırken bizi buhranlarına şahit değil ortak eden ifade gücünden uzak oluşunun kimden mütevellit olduğu hakkında fikir yürütemiyorum. İşte bugünkü incelememin sonuna geldim, ben bile bu öykü hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. O nedenle size faydası olmuş mudur, olmuş ise nedir onu da bilmiyorum. Eğer çevirmen kaynaklı bir sıkıntı yok ise Dostoyevski sıradan bir konuyu neredeyse sıradana yakın bir şekilde anlatmış demektir. Önceki kitaplarına kıyasla aşağı bir seviyede olduğunun kabulü gerekir. Eğer bu sıradanlık kötü çeviriden kaynaklı ise, ki özellikle insanı anlatan bir kitapta çevirinin önemi daha da öne çıkar, o zaman diyecek çok da bir şey yok. Ama şahsi kanaatim tamamen çevirmen hatası olmayıp, Dostoyevski’nin ortalama güzellikte yazdığı minnak öyküsünün de bunda payı olduğu yönünde dostlarım.
Beyaz Geceler
Beyaz GecelerFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202074bin okunma
·
401 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.