Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

272 syf.
4/10 puan verdi
Cemaatler
Eseri okumaya başlamadan önce içindekiler kısmındaki başlıkları gördüğümde ilgi çekici bir eserle karşı karşıya olduğumu düşündüm. Lakin yazarın bakış açısı ve anlatım tarzı bu durumu çok kısa sürede tersine çevirdi. Eserde az da olsa ilginç bilgiler olsa da esere bütünsel açıdan bakıldığında aşırı yetersiz kaldığı, çok zayıf argümanlarla savunmalar yapıldığı, çok yüzeysel kaldığı kendini belli ediyor. İsim gereği, hayali cemaatler dediğinde gerçekten ''hayali'' tüm cemaatleri ele alacağını düşünerek belki de fazla bir beklentiye girdim ama sonuç tamamen hüsran. Milletlerin ''hayali'' olduğunu belirtip, dini cemaatleri ise ''doğal'' göstermesi tam anlamıyla sadece milliyetlere karşı oluşturduğu perspektifi ortaya koyuyor. Millet kavramının hayali olduğunun savunulduğu bir ortamda, bunu doğru kabul edersek bence ondan daha da hayali olan din kavramı da çok daha büyük bir hayal ürününü ortaya koymaktadır. Millet kavramını yerden yere vurmayı seçip din kavramını yüceltmek ancak algılamalarda oluşan eksik görüntüyü ortaya koyar. Millet düşüncesini Fransız İhtilali'nin bir sonucu olarak görmek ve ondan önce hiç olmadığını varsaymak ise tamamen bir tarih konusunda cehaleti ortaya koymaktır. Dünya'da yaşayan canlıların hayatını en fazla etkileyen faktör, coğrafyadır. Coğrafya'dan bağımsız olarak kitlesel kavramları oluşturmak, bulunan neticeleri olduğu gibi görmeyi engeller. Hristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde İsa'nın bulunduğu topluma vaadi yeni bir din değildi. Eski olan, asıl olan Yahudiliğe dönüş düşüncesi idi. Tabi bunun getirdiği zorluklar, yayılmak istenen coğrafyada sorun teşkil edeceği için zaman içinde esnetilerek şuan ki Hristiyanlık durumunu almıştır. Bu durumun en bariz iki örneği ise, sünnet ve domuz eti yeme durumlarıdır. Yahudilikte olan bu yasaklar, kendi doğal coğrafyasında kullanılmayabilirdi de. Sünnet geleneği ise bilindiği kadarıyla Afrika kökenli bir kültür olduğu için o bölgede olağan karşılanmış olabilir ve Yahudiliğin yayılmacı bir politikası olmadığı için çok büyük sorunlar teşkil etmemiştir. Lakin Anadolu coğrafyasında, Hristiyanlığın yayılmaya başladığı dönemde domuz etini yasakladığını söylemek, dine katılım oranını çok düşürecek bir etkendi. Kıtlıkların olduğu ve yemeğin o dönem için az olduğu yerde domuz etini yasaklayıp pek fazla alternatif sunulamazdı. Sünnet ise bu kavrama yabancı birine kolayca ikna edeceğin bir kavramdan çok uzaktır. Din kavramı bile bu kadar oynanmaya müsaitken onun mutlak kabul edip ''millet'' kavramı hayalidir, bunlar hep sonradan uydurmadır gibi anlamlara çıkan argümanlara yönelme durumu olunca esere karşı bakışım kaçınılmaz olarak negatife doğru gitti. Yorum kısmında da belirttiğim gibi bir pasaj vardı ki dikkatimi çeken, cehaletin gelebileceği son nokta olarak görüyorum. Hatta cehaleti geçiyorsunuz ileride bir yerlerde bile kalıyor olabilir. O pasaj ise şöyle; ''Bugünkü Türkiye, Iran, Irak ve SSCB sınırlarına dahil edilmiş olan ve Türk dilleri ailelerine mensup dilleri konuşanların durumu özellikle ibret verici. Bir zamanlar Arapça yazı sistemine sahip, derlenebilir ve dolayısıyla karşılıklı olarak anlaşılabilir bir konuşulan diller ailesi oluşturan bu diller, bugün söz konusu birliklerini bilinçli manipülasyonlar sonucu yitirmiş durumdalar. Türk-Türkiye'nin milli bilincini, daha geniş bir İslami kimlik aleyhine yükseltmek için Atatürk, zorunlu Latin alfabesini dayattı. Sovyet otoriteleri de bu örneği, önce İslamiyet'e ve İran'a karşı Latin harflerini dayatarak, daha sonra Stalin'in 1930'larında ise Ruslaştırıcı bir zorunlu Kirilizasyonla izlemekte gecikmediler.'' 61. sayfada bahsedilen bu kısmı böyle ifade etmek aklıma şunu getirdi, bu yazar ya konuya yeteri kadar hakim değil veya art niyetli. 19. yüzyılda iyice ayyuka çıkan bir durum olan Arap alfabesinin Türkçe için yarattığı sorunlar uzun uzun tartışılmış ve çeşitli denemelerde yapılmıştır. Gazetelerde sayfanın bir kısmı Arapça bir kısmı Latince alfabelerden yazılmış denemelerden, Huruf-ı Munfasıla'ya kadar... Kaldı ki toplumun büyük bir kısmı okuma yazma bilmiyordu. Bu süreçleri ve etkenleri yok sayıp sanki Atatürk bir gün rüyasında bu devrimi yapmalıyım demiş ve hemen yapmış gibi anlatmak ancak ahmaklıktır. Türk dilleri ailesine mensup diğer bölgelerde de okuma yazma oranı o dönemler oldukça zayıftı. Günümüzün okuma yazma oranından yola çıkıp, o dönemde herkes hakimmiş de birden böyle bir değişiklik olmuş gibi davranmak, tarihçi bakış akışından yoksunluğu gözler önüne sermektedir. Bu bilgilere vakıf olmayıp, dümdüz bu eseri okuyan biri böyle mi olmuş ? diye düşünebilmesinin önünü açmak büyük tehlikeler barındırıyor. Yalan, yanlış bilginin yaygın olduğu ve bu tarz bilgilerin doğruluğunu araştırmadan hemen kabullenmenin ise bu kadar kabul gördüğü bir ortam hakimken bu tarz eserler çok ama çok dikkatli okunması gereken statüyü elde ediyor. Yazar başlık konusunda çarpıcılık ve dikkat çekme kısımlarında başarı elde etse de içerik bakımından sınıfta kalan bir eser meydana getirdiği kanaatindeyim. Bu kadar sert bir konuya girmek, beraberinde tüm '' hayali cemaatler'' hakkında da çalışmaları da beraberinde getirmesi gerekirken, sadece ben milliyetçiliği alıyorum demek, sadece gülünç olmuş.
Hayali Cemaatler
Hayali CemaatlerBenedict Anderson · Metis Yayınları · 2020356 okunma
··
508 görüntüleme
Bora Boztepe okurunun profil resmi
Argumanların yetersiz oldugu tartışılabilir. Zira yazarın ortaya koyduğu en büyük argüman, matbaacılık kapitalizminin tek tük dilleri yok etmesi, büyük dilleri standardize edip, norm haline getirmesidir. Dil birliğinin ise miiliyetçilik kimliği için yegane ön koşul oldugu açıktır. Öte yandan "Atatürkün dil devriminin, İslamiyetin aleyhine bir Türk üst kimliği oluşturmak için yapıldıgını söylemesi" benim yeni keşfettiğim bir argüman. Bu argüman da kulağa pek isabetli gelmiyor açıkçası.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.