Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Cenin
Ve o gece, yağan kaplanları durdurduğunda Ve oda-bölücüleri, Silahlı soygun yapmaya gelmişler Elleri boş dönerken Acı kahvelerin kapanışında ve Açılış zamanında orospuların Alıyorlar müşterileri, yanıp bittiğinde Lambalarında fitil Ve dönmüşlerdi keşişler gerisin geri Geleneksel çocukseverliklerine, Korktuğunda yağmur çünkü Daha hızlı gider bombalar Işık hızından, Kalın bir duman, yanık kemiklerle dolu Yumuşak bir ateş üstü Ve ‘Filistin Kalsiyumu’na dönüştü Çöktü, Ve ümitsizlikle doldu boğazları cellatların Ki analarının oraya gittiler el-yüz yıkamak için sonra Sanrı görürken kulakları Çünkü onlar Eriha’nın ünlü Borazanlarını duyuyorlardı Ve yılları yıldızlarla karıştırıyorlardı, Atları yengeçlerle. Ve reddetti gece, yağmayı koyunun başı üstüne, Ve gördük ki karışmış şimşek Kan ve gözyaşıyla şişmiş bulutlarla, Ve doğrudan ölülerle konuşmaya başlamış madde, Artık dinlemeyen ölülerle, Ve dili yok ağzı yoktu insanların Ve yürüdük dikenli çalılık üstünde, diken üstünde, devedikeni üstüne, Ve tüketti gözlerimiz söz dağarını Ölüm demlerinin, Ve indi bu nedenle, ardından yağmurun, Bir melek ki onun’çin yoktur hiçkimsenin adı. Başladı or’da bur’da, sarmaya yaraları, ve mutfak bıçağıyla yapılan, kangren olacak uzuvu kesme operasyonları, Ve yazdı herşeyi o melek, altından ve çamurdan bir kitaba. Bundandır dağılışı denizin, titreyişi dehşetle, Tetikte olmaya zorluyor dalgalarını. Barbar çalgıların çalındığını duyduğumuzda Yemin ettik, yaşamı öldürmemiz gerektiği üstüne ve ölümü, Görerek bir gözyaşı ve ateş boşluğu. Kimse sağ çıkamadı kamptan Salladı yıldırım, çocuk dolu evleri Ve kadınların giysilerini giyindi sefalet, Durmadı hiçkimse, öldüğünde, Canlı olan ne varsa. Devasa bir bayrağa sardık ölümü ve Indirdik onu, kentin dönüştüğü toplu Gömüte: kuru bellek kırıntıları idi Kentte yaşarların günlük besini. Düz çizgiler çekmeyeceğiz ama bahardan Bir savaş güncesi tutmasını isteyeceğiz, Hainler arasında yer tutmasını güzdense. Yakacağız pencereyi, yanan balmumuyla, Ama istemeyiz yarasalardan göstersinler yolu Çöl tilkilerine. hazırlayıp bizi alıp götürecek kamyonları Bizi, mezbahaya. Güğümlerle şölen verilecek orada Limon ve kanla pişirilmiş kuzularla dolu. Yer hazırlanmada, yengili generaller için, Az önce tanıtılanlar için. Aldı peçeyi güneş. Sahte ve verimli bir öfke gecesinde, Taşıdı yatakları bir fırtına. Daha sıkıdır bir silah, öldürmek için, çevredeki Havadan. İncitir ama korkutmazlar. Bir şeytan yaratıldı Cenin’de, yeni bir düzenden. değişimce geçirdi Şeytan ki bu Değişimce, beklediğimizin tersine. Bundandır ki hakkımız var nefret etmeye ama hemen Sıçramayalım salak sonuçlara. Bu dünyadan değiliz biz. Kalınlaşıyorlar ormanlar, gece hayvanları Canavarlarla çiftleşiyorlar. Çaldı kapıyı Şeytan, aynı Gecedir ki bıraktı yağmur, karaya çıkmayı. Dönüyor denetsiz, bulvarlar. Koştu atlar ve boğuldular, Yok yere. Yıldızla çivilenmiş çevrede yaşamadayız Baharın güzelliğini çileden çıkaran kötüdüşlü Çevre, Çiçeklenen ağaçlar dolusu bir bahar, Yarısaydam bulutlarla taçlanmış nemli dağlar, Ve kendini uyanık tutan esinti, yitirdiklerinde Gözlerimiz yollarını, Batı’dan Doğu’ya Pembe tepeler boyunca. İşte kederi, kuşatılmış insanların Tanklarca kuşatılmış ve hapsedilmiş, bakışlarınca Katillerin ki giderler sınırlar boyu ki o sınırlar İlk çizgilerinden başka bir şey değildir Çoklu hapishanelerinin: Hepsi, beter etmek için, dünyanın güzelliğini Bir başka budalanın elindeki dünyanın, ki umursamaz, Perişanlığımızı. Ağlatılı bir yüzleşme var kimilerinin Ölümleriyle kat kat yaşamı arasında başkalarının: Donmuş olmada başkaları ve mutlu dalgaları Doğmuş olmanın hazzıyla inen bir okyanusun, Yaşamada ezelsiz ebedsiz; acınası bilincimiz huzurunda. çürüyenle Durmadan yenilenen arasındaki fark Dikiyor gözünü bize. Uçurumlarda yaşıyoruz. Sis yutuyor başka yerlerde, işleyim bölgelerini. Ufuğa akan, duman yığınından yayılanlar Dolduruyor ağızlarını, ihtiyaç duyulan ama istenmeyen ilan edilen İşçileri. Yakıyor belleklerini gazlar. Unuttular vapura binmeden önce Bir adları ve adresleri vardı. Umarsız hastalıkları olacak emekliliklerinde. Orada yukarıda, benim tekil dağımda, kuşlar şifreli Şarkılar yayar, çift çift uçarlar, Vururlar havaya kanatlarıyla ve sevinçle. Bir zehirli gaz kusuntusunu temsil eder Mühürlü kafalarımızda düşünceler Ve ödüllendirirler kendilerini. Temel işlevi varkalmanın, Ölüm için çekince öne sürmektir; Bundandır Doğa’nın bırakması bizi. Erişilmez kalıyor. Ona ilişkin anlattıklarımız, Soluk bir yansıması gerçekliğin. Yabancı kıldık kendimizi Yazgımıza Capcanlı parıltılar Gösterse de çocukluğumuz. Ne oldu geçmişe? Katiller durmadı ette. Görünmeze nişan aldılar, Önceki büyük mutluluğumuza. Yaşlanıyor evren bu arada. Milyarlarca yıl geçti Ve yaşam için dövüşüyor yıldızlar: Korumaz onları parıldamaları, Sonul yitipgitmekliklerinden. Bilirim maddenin yok gözleri, Bırakmaz soluk almayı. Taze yeryüzü var gömütler altında. Yaygılar gördük bitki boyalarıyla dokunmuş: Cenin’de katledilmiş insanlardan birinin yüzünün Sarısı vardı birinde. Takma ya, düşünmen gerekmeyecek Ne bu yaygıyı ne de cesedi. Bu zaman zarfında, düşman askerler Yaparlarken işlerini karanlıkta, yaşlanıyordu evren. Bizimle. Bizim gibi. Tanrı’nın kendisini de sürükleyeceğiz sonuna, Sonul çöküşümüzde. Kimi bastırıyor şimdilik, kimi yitip gidiyor. Kamp var kamp içinde, Uyuyor herbirine cehennem dereceleri. Oturuyoruz bu rahatlık durağında, Bu dalıp gitme ve tanımazlık durağında Geziniyor ak yanık, bedenlerde, Herbiri, acısının esiri. Acı, kemiklerde hapis; kemikler, Bedende ve beden, evlerde Kendi kendilerince duvar çekilmiş evlerde. Molozlarda uzanan kapıların üstünde Yazılar olurdu, Ya da yalın bir çizim. Karıştı hokkalarda kan ve mürekkep, Böyle olur yeni yazıların çamurluluğu. Sert battaniyeler oldu giysiler ve eşya Parçaları, dağılmış uzuvlar üstü. Durup düşündü gece, saklamak ahlaka sığar mı diye Böyle bir canavarlığı, ve verdi kararı: Yukarıda, asılı kalacak gökte, O son mülkü, mirastan yoksun bırakılanın. Sessizlik çöktü ve yokluğunda Merdivenin, düştü tüm ağırlığıyla Kurşunmuşçasına. Tanıdılar o sessizliği, Ölümlü can cekişmeye başlamış olanlardan kimileri. Analarını çağırdılar yardım etsinler diye Ama uyuyorlardı kadınlar, yan odada, Duruyordu yastıkta öylece, kesilmiş başları, Lekelendi Sohravardi’nin mendili. Kandökümünden haftalarca sonra bir genç adam Öğrenmeye çalışıyordu bir kitaptan, nasıl Olunur bir gömütlük yapıcısı. Ama bulamadı bir arsa asla, Gömmek için ölü canları. Bundan bıraktı bu konuda çalışmayı Ve bir yeraltı örgütüne katıldı. Bilmiyor kimse ner’dedir o, ya da bizimle midir O hala. Ölümden daha çok giderilmiş bir şey var, Daha yokul; silinip yitendir o Bir çocuğun silgisiyle, Tarih’in karatahtasında. Tarih, son yanılsama. Isınmaz evlerimizin soğuğunda Sıcaklanıyoruz Atalarımızın hatırasıyla, düşünerek Büyük büyük dedelerimizin, yarıtanrı olduklarını. Evet. Bu, kesin. Başka bir şey yok. Ama geldiler, kötüler, kökümüzü kazımak için Bombalarla, Varolmadığımızı belirtmek için çok yalın bir biçimde. Zeytin ağaçlarından başladılar, Sonra meyve bahçeleri, Sonra yapılar, Ve yitip gittiğinde hepsi, Attılar, biri birinin üstüne, Çocukları, yaşlıları ve yeni evlileri, Bir toplu gömüte, Hepsi buydu yarı ölü dünyada anlatacaklarının, Varolmadığımız, Hiçbirzaman varolmadığımız, Ve bu yüzden haklı oldukları Bizi tümden imha etmekte. Etel Adnan (d.1925), Mayıs 2002 Lübnan kökenli Fransalı-Amerikalı kadın şair Çeviren: Ulaş Başar Gezgin
168 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.