Ve o gece, yağan kaplanları durdurduğunda
Ve oda-bölücüleri,
Silahlı soygun yapmaya gelmişler
Elleri boş dönerken
Acı kahvelerin kapanışında ve
Açılış zamanında orospuların
Alıyorlar müşterileri, yanıp bittiğinde
Lambalarında fitil
Ve dönmüşlerdi keşişler gerisin geri
Geleneksel çocukseverliklerine,
Korktuğunda yağmur çünkü
Daha hızlı gider bombalar
Işık hızından,
Kalın bir duman, yanık kemiklerle dolu
Yumuşak bir ateş üstü
Ve ‘Filistin Kalsiyumu’na dönüştü
Çöktü,
Ve ümitsizlikle doldu boğazları cellatların
Ki analarının oraya gittiler el-yüz yıkamak için sonra
Sanrı görürken kulakları
Çünkü onlar Eriha’nın ünlü
Borazanlarını duyuyorlardı
Ve yılları yıldızlarla karıştırıyorlardı,
Atları yengeçlerle.
Ve reddetti gece, yağmayı koyunun başı üstüne,
Ve gördük ki karışmış şimşek
Kan ve gözyaşıyla şişmiş bulutlarla,
Ve doğrudan ölülerle konuşmaya başlamış madde,
Artık dinlemeyen ölülerle,
Ve dili yok ağzı yoktu insanların
Ve yürüdük dikenli çalılık üstünde, diken üstünde,
devedikeni üstüne,
Ve tüketti gözlerimiz söz dağarını
Ölüm demlerinin,
Ve indi bu nedenle, ardından yağmurun,
Bir melek ki onun’çin yoktur hiçkimsenin adı.
Başladı or’da bur’da, sarmaya yaraları,
ve mutfak bıçağıyla yapılan, kangren olacak uzuvu
kesme operasyonları,
Ve yazdı herşeyi o melek, altından ve çamurdan bir
kitaba.
Bundandır dağılışı denizin, titreyişi dehşetle,
Tetikte olmaya zorluyor dalgalarını.
Barbar çalgıların çalındığını duyduğumuzda
Yemin ettik, yaşamı öldürmemiz gerektiği üstüne ve
ölümü,
Görerek bir gözyaşı ve ateş boşluğu.
Kimse sağ çıkamadı kamptan
Salladı yıldırım, çocuk dolu evleri
Ve kadınların giysilerini giyindi sefalet,
Durmadı hiçkimse, öldüğünde,
Canlı olan ne varsa.
Devasa bir bayrağa sardık ölümü ve
Indirdik onu, kentin dönüştüğü toplu
Gömüte: kuru bellek kırıntıları idi
Kentte yaşarların günlük besini.
Düz çizgiler çekmeyeceğiz ama bahardan
Bir savaş güncesi tutmasını isteyeceğiz,
Hainler arasında yer tutmasını güzdense.
Yakacağız pencereyi, yanan balmumuyla,
Ama istemeyiz yarasalardan göstersinler yolu
Çöl tilkilerine.
hazırlayıp bizi alıp götürecek kamyonları
Bizi, mezbahaya.
Güğümlerle şölen verilecek orada
Limon ve kanla pişirilmiş kuzularla dolu.
Yer hazırlanmada, yengili generaller için,
Az önce tanıtılanlar için.
Aldı peçeyi güneş.
Sahte ve verimli bir öfke gecesinde,
Taşıdı yatakları bir fırtına.
Daha sıkıdır bir silah, öldürmek için, çevredeki
Havadan. İncitir ama korkutmazlar.
Bir şeytan yaratıldı Cenin’de, yeni bir düzenden.
değişimce geçirdi Şeytan ki bu
Değişimce, beklediğimizin tersine.
Bundandır ki hakkımız var nefret etmeye ama hemen
Sıçramayalım salak sonuçlara. Bu dünyadan değiliz biz.
Kalınlaşıyorlar ormanlar, gece hayvanları
Canavarlarla çiftleşiyorlar.
Çaldı kapıyı Şeytan, aynı
Gecedir ki bıraktı yağmur, karaya çıkmayı.
Dönüyor denetsiz, bulvarlar.
Koştu atlar ve boğuldular,
Yok yere.
Yıldızla çivilenmiş çevrede yaşamadayız
Baharın güzelliğini çileden çıkaran kötüdüşlü
Çevre,
Çiçeklenen ağaçlar dolusu bir bahar,
Yarısaydam bulutlarla taçlanmış nemli dağlar,
Ve kendini uyanık tutan esinti, yitirdiklerinde
Gözlerimiz yollarını, Batı’dan Doğu’ya
Pembe tepeler boyunca.
İşte kederi, kuşatılmış insanların
Tanklarca kuşatılmış ve hapsedilmiş, bakışlarınca
Katillerin ki giderler sınırlar boyu ki o sınırlar
İlk çizgilerinden başka bir şey değildir
Çoklu hapishanelerinin:
Hepsi, beter etmek için, dünyanın güzelliğini
Bir başka budalanın elindeki dünyanın, ki umursamaz,
Perişanlığımızı.
Ağlatılı bir yüzleşme var kimilerinin
Ölümleriyle kat kat yaşamı arasında başkalarının:
Donmuş olmada başkaları ve mutlu dalgaları
Doğmuş olmanın hazzıyla inen bir okyanusun,
Yaşamada ezelsiz ebedsiz; acınası bilincimiz
huzurunda.
çürüyenle
Durmadan yenilenen arasındaki fark
Dikiyor gözünü bize.
Uçurumlarda yaşıyoruz.
Sis yutuyor başka yerlerde, işleyim bölgelerini.
Ufuğa akan, duman yığınından yayılanlar
Dolduruyor ağızlarını, ihtiyaç duyulan ama istenmeyen
ilan edilen
İşçileri.
Yakıyor belleklerini gazlar.
Unuttular vapura binmeden önce
Bir adları ve adresleri vardı.
Umarsız hastalıkları olacak emekliliklerinde.
Orada yukarıda, benim tekil dağımda, kuşlar şifreli
Şarkılar yayar, çift çift uçarlar,
Vururlar havaya kanatlarıyla ve sevinçle.
Bir zehirli gaz kusuntusunu temsil eder
Mühürlü kafalarımızda düşünceler
Ve ödüllendirirler kendilerini.
Temel işlevi varkalmanın,
Ölüm için çekince öne sürmektir;
Bundandır Doğa’nın bırakması bizi.
Erişilmez kalıyor.
Ona ilişkin anlattıklarımız,
Soluk bir yansıması gerçekliğin.
Yabancı kıldık kendimizi
Yazgımıza
Capcanlı parıltılar
Gösterse de çocukluğumuz.
Ne oldu geçmişe?
Katiller durmadı ette.
Görünmeze nişan aldılar,
Önceki büyük mutluluğumuza.
Yaşlanıyor evren bu arada.
Milyarlarca yıl geçti
Ve yaşam için dövüşüyor yıldızlar:
Korumaz onları parıldamaları,
Sonul yitipgitmekliklerinden.
Bilirim maddenin yok gözleri,
Bırakmaz soluk almayı.
Taze yeryüzü var gömütler altında.
Yaygılar gördük bitki boyalarıyla dokunmuş:
Cenin’de
katledilmiş insanlardan birinin yüzünün
Sarısı vardı birinde.
Takma ya, düşünmen gerekmeyecek
Ne bu yaygıyı ne de cesedi.
Bu zaman zarfında, düşman askerler
Yaparlarken işlerini karanlıkta, yaşlanıyordu evren.
Bizimle.
Bizim gibi.
Tanrı’nın kendisini de sürükleyeceğiz sonuna,
Sonul çöküşümüzde.
Kimi bastırıyor şimdilik, kimi yitip gidiyor.
Kamp var kamp içinde,
Uyuyor herbirine cehennem dereceleri.
Oturuyoruz bu rahatlık durağında,
Bu dalıp gitme ve tanımazlık durağında
Geziniyor ak yanık, bedenlerde,
Herbiri, acısının esiri.
Acı, kemiklerde hapis; kemikler,
Bedende ve beden, evlerde
Kendi kendilerince duvar çekilmiş evlerde.
Molozlarda uzanan kapıların üstünde
Yazılar olurdu,
Ya da yalın bir çizim.
Karıştı hokkalarda kan ve mürekkep,
Böyle olur yeni yazıların çamurluluğu.
Sert battaniyeler oldu giysiler ve eşya
Parçaları, dağılmış uzuvlar üstü.
Durup düşündü gece, saklamak ahlaka sığar mı diye
Böyle bir canavarlığı, ve verdi kararı:
Yukarıda, asılı kalacak gökte,
O son mülkü, mirastan yoksun bırakılanın.
Sessizlik çöktü ve yokluğunda
Merdivenin, düştü tüm ağırlığıyla
Kurşunmuşçasına.
Tanıdılar o sessizliği,
Ölümlü can cekişmeye başlamış olanlardan kimileri.
Analarını çağırdılar yardım etsinler diye
Ama uyuyorlardı kadınlar, yan odada,
Duruyordu yastıkta öylece, kesilmiş başları,
Lekelendi Sohravardi’nin mendili.
Kandökümünden haftalarca sonra bir genç adam
Öğrenmeye çalışıyordu bir kitaptan, nasıl
Olunur bir gömütlük yapıcısı.
Ama bulamadı bir arsa asla,
Gömmek için ölü canları.
Bundan bıraktı bu konuda çalışmayı
Ve bir yeraltı örgütüne katıldı.
Bilmiyor kimse ner’dedir o, ya da bizimle midir
O hala.
Ölümden daha çok giderilmiş bir şey var,
Daha yokul; silinip yitendir o
Bir çocuğun silgisiyle, Tarih’in karatahtasında.
Tarih, son yanılsama.
Isınmaz evlerimizin soğuğunda
Sıcaklanıyoruz
Atalarımızın hatırasıyla, düşünerek
Büyük büyük dedelerimizin, yarıtanrı olduklarını.
Evet. Bu, kesin.
Başka bir şey yok.
Ama geldiler, kötüler, kökümüzü kazımak için
Bombalarla,
Varolmadığımızı belirtmek için çok yalın bir biçimde.
Zeytin ağaçlarından başladılar,
Sonra meyve bahçeleri,
Sonra yapılar,
Ve yitip gittiğinde hepsi,
Attılar, biri birinin üstüne,
Çocukları, yaşlıları ve yeni evlileri,
Bir toplu gömüte,
Hepsi buydu yarı ölü dünyada anlatacaklarının,
Varolmadığımız,
Hiçbirzaman varolmadığımız,
Ve bu yüzden haklı oldukları
Bizi tümden imha etmekte.
Etel Adnan (d.1925), Mayıs 2002
Lübnan kökenli Fransalı-Amerikalı kadın şair
Çeviren: Ulaş Başar Gezgin