Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

344 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Döngü ile geldim; sevgili İsmail Uluöz’ün kaleminden, hayatın gerçeklerine odaklanmış bir romandan söz edeceğim size… Yazarın yaşamdan özümseyip sindirdiklerini felsefi bir dille köyden kente estirdiği rüzgârın eşliğinde okuyoruz; yedi yaşındaki İbrahim’in gözlemleriyle, o yaşında hayatı sorgulayan duruşuyla aktarılan hikâyede… Afyon’un köylerinden birindeyiz ilkin; güzellikleriyle, çirkinlikleriyle, çarpıklıklarıyla… Tüm yaşam alanlarında olduğu gibi. İnsanın bulunduğu ortama dalga dalga yayılan üstünlük kurma, huzursuzluk, yetinememe, mutlu olamama halleri… İbrahim’in babası ve amcası Almanya’ya işçi olarak gitmişler. Dedesinin, bir zamanlar iki oğlu arasında adaletsizce yaptığı paylaşım nedeniyle evin büyük bölümü amcasına ait; kendileri bir göz odada sığınmacı gibiler ancak pek şikâyet etmiyorlar. İbrahim’in annesi Sultan, eltisi Gülsüm’e son derece saygılı. Eşleri gurbette bu iki kadın kendi dünyalarında yaşayıp gidiyorlar. Köyü, köyde çocuk olmayı, çocuklar arasındaki hırsı, kavgayı, yer yer acıklı fotoğraflarla görüyoruz; örneğin tahtadan arabalarla bayır aşağıya yapılan yarışta bir çocuğun hayatını yitirmesiyle sonlanan bir karede…  “… insan, büyümenin sonu olmadığını hazin bir şekilde anlar. O, hayatın karşısında hep küçüktür, küçücüktür… Ne zaman büyüdüğünü düşünse hayat ona yanıldığını göstermekte gecikmez. Lakin insan anlamamakta ısrarcı, hayat da ders vermekte kararlıdır. Bu kısır döngü ise ancak mezarda son bulur…” Yazar, çocuklara değişik açılardan bakıyor, küçücük yüreklerden taşan duygular davranış biçimine dönüşürken ne görüyorsa, ince ince aktarıyor. “Konu ne olursa olsun, çocuklar için altta kalmamak bir varoluş sebebidir. Bu, onların basılmaması gereken, en ufak uyarılmada tıkanan ve beyinlerinin sağlıklı işleyişini engelleyen hassas damarlarıdır.” Bir avuç köy çocuğunun seçimlerini, karakterinin nasıl biçimlendiğini, insanlık yolundaki büyüme adımlarını okuyoruz. Annesi Sultan, İbrahim’e uyarılarda bulunuyor sıkça:   “… Herkes korkaktır, bunu sakın unutma. Önemli olan dengeli olmak, korkacağın ve cesur olacağın yeri iyi bilmek, korkuyu bir itki olarak kullanabilmektir...” İbrahim’in babası Selim, Almanya’ya henüz tutunamamış. Sultan, göz nurunu akıtarak diktiği yorganlardan edindiği kazançla ailesini geçindiriyor, hatta kocasına da destek oluyor. Arada ziyaretlerine, başka bir köyde yaşayan dayısı geliyor İbrahim’in, eli kolu dolu; hem çocuğa hem ablasına katkı sağlıyor, yalnızlıklarını, yoksunluklarını gidermeye çabalıyor. Köylerde âdettendir, yaz tatillerinde camiye, Kuran kursuna gider çocuklar. Yazarın mesajlı kalemi, çizdiği imam profiliyle her insanın zaafları, hatalarıyla insana dair tüm duyguları ruhunda barındırdığını, yalnızca ahlaklı olanların doğrudan yana yürüyebildiğini usulünce aktarıyor… “İnsan gridir, her ne kadar bu gerçeğin üstünü örtmeye, kendini kandırmaya çalışsa da içinde siyahı da barındırır. Önemli olan, grinin tonu, yani bu renk alaşımında siyahın mı yoksa beyazın mı ağır bastığıdır.” İbrahim’in yengesi Gülsüm’ün çocuğu yok. Hocalardan medet umup nerde bir çare varsa koşup gidiyor. Bir şey oluyor bir gün, gittiği yerde başına ne geliyorsa hayata küsüyor; intihara dek uzanıyor Gülsüm’ün sonu. İbrahim’in amcası ve babası, cenaze için köye geliyorlar…   Sonradan anlıyoruz ki Selim Almanya’da dikiş tutturamamış, oraya dönmeyecekmiş bir daha. Bir kadın ve bir çocuğun düş kırıklıklarını okuyoruz, o kırıkları bir yerlere süpürme çabalarını… Hızlıca gelişen kararlarla büyük kente savruluyorlar; evdeki haklarını amcaya devredip karşılığı olan parayı alarak… Köyün öğretmeni aracılığıyla Denizli’de bulunan iş; kapıcılık… Küçük bir daire, alınan bir iki elden düşme eşya. Işıldıyor yaşamları, iyi ki göçmüşüz buralara, diyor ruhları. Apartman sakinlerini tanıyoruz, iyisiyle, kötüsüyle insan manzaraları. Yeni bir yaşam, yeni bir çevre, değişik karakterlerin bilindik, kendini tekrarlayan duruşları. Kente alışma evresinde ailesini yine düş kırıklığına uğratan bir baba. “Ama şimdi, sessiz bir gezintinin tamamen özgür bir öznesiydi. Köyde, burçak tarlasındayken hissettiği hafifliği duyuyordu. Daraldığı anlarda, kitaplara kaçabileceğini, mutlulukla düşündü. Çünkü küçük yaşına rağmen insanın kaçması gereken anların mutlaka geleceğini biliyordu. Böyle anlarda bir şeye ya da yere kaçmalıydı, ama insana değil, zira insana anlatmak gerekirdi. Oysa o anlarda kişinin yalnızca kendisiyle konuşmaya mecali olurdu. Kişi, iç sesiyle konuşarak, dilini ve dudaklarını ağır bir yükten kurtarırdı. Kendi iç dünyasına sığınır, dışarıdaki fırtına dinene kadar orada kalırdı. Ama kitap yalnızca kendi iç dünyasına değil, başkalarının iç dünyasına da kapı aralıyordu. Kişinin bir hayal gezgini olmasına imkân tanıyordu. Gerçeğin sıradanlığından kurtaran ne müthiş bir iksirdi bu! Nasıl olup da daha önce bu güzelliği fark edip ailesinden kendisine bir kitap almalarını istememişti? Böylelikle her kaçmak istediğinde akla karayı seçmesine de gerek kalmazdı. Hayal gücü olmayanların yalnızca bir kâğıt tomarı olduğunu düşündüğü ama aslında mucizevi bir kapı olan kitaplar sayesinde rahatlıkla rüyalar âlemine geçiş yapabilirdi. Ama iyi tarafından bakmalıydı, sonunda o kapıyı keşfetmişti. Ya koca bir ömrü keşfetmeden geçirseydi?” İbrahim, sil baştan bir hayata merhaba demiş, yeni arkadaşlıklar kurmuşken, arkadaşlarının oyunlarına ayak uyduramasa da mutlu gibiyken, kendine ait odası, kitapları olmuşken, hikâye onları nereye götürüyor; yanıtı Döngü’de… Yüreğinize sağlık İsmail Uluöz. Döngü’nün yolu açık olsun. Kitaplar ölümsüzdür; kitaplar iyi ki var…
Döngü
Döngüİsmail Uluöz · Edebiyatist Yayınevi · 202265 okunma
·
971 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.