Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Burada kalamam, geriye dönemem, ileriye gidemem
“Burada kalamam, geriye dönemem, ileriye gidemem” diye bitirdi sözünü çakır gözlü genç adam. (O konuşurken tansiyonum mu yükseldi, şekerim mi düştü, anlamadım. İlk söz alışından itibaren sürekli tutunacak bir şey aradım. Hem ne dediğini iyi biliyor hem de diyeceğini iyi diyordu. Acele edişinde, herkesten önce söz alışında bir tuhaflık vardı. Ve bir duman vardı başında. ‘Ben bir yangın çıkarmak istiyorum’, diyen bir duman… Nitekim çıkardı. Derin bir uğultu başladı onun konuşmasını müteakiben. Herkes genç adama minnettar gözlerle baktı. Genç adam, iki adım geri çekildi ve sustu…) “Peki, devlet, bizim için ne düşünüyor” dedi, bir adım öne çıkarak öfkeli bir adam. “Devletler düşünmezler” dedi, yanı başındaki ihtiyar sökülmüş dişlerinin yerini, yani boş damaklarını göstererek. (Devletlerin düşünmemesiyle boş damağın alakasını kuramadım, ama o öyle dedi, öyle yaptı) “Bir hüviyetimiz olacak mı” dedi, işaret parmağını havada unutan celalli bir kadın: “Bir hüviyetimiz, bir adresimiz.” “Dilenci olduk yediden yetmişe” dedi, iki çocuğuna sımsıkı tutunan otuz beşinde var yok, ince, uzun, yazmalı bir kadın. “Keskin nişancı” dedi, onu görür gibi belirsiz bir yere bakan ve kucağındaki bebeği susturmayan beceriksiz bir gelin. ‘Keskin nişancı’ dedi ve sözünün devamını getiremedi. “Bizim aileden kimsenin yüzü gülmüyor” dedi, bıyıkları yeni terleyen bir delikanlı. “Bizim aileden kimse yok” dedi, ona akran bir yeni yetme. “Bizim aile yok” dedi, histerik bir gülüşle bir diğeri. (Kocaman koyu bir sessizlik oldu.) “Hel taranî, hel taranî”, “Beni görüyor musun, beni” dedi, bir deri bir kemik, bir kadın. (Herkes ona baktı ve herkes onu gördü. Hem öfkeyle hem hüzünle baktılar. Elinde bir fotoğraf albümü vardı kadının. Besbelli ona tutunuyordu, besbelli onda yaşıyordu. Ne söyleyecekse onun içinden söyleyecekti. Can buluyor, gözleri parlıyordu elindeki albüme baktıkça. Belli ki, hayatı oradaki kadardı ve üstüne bir şey koyamamıştı, koyamazdı.) “Bakın, işte bu benim” dedi, işaret parmağıyla resimdeki kendini göstererek. “Bu ben miyim” dedi, sonra. Resimde gelinliğiyle sevdiği adamın kolundaydı ve çok mutluydu. O perde inmiş, o sahne kapanmış, o mutlu tablo sönmüştü. Bir çığlık için söz almıştı, ama tam söyleyecekken sesinin yarısı ondan çekildi ve kısık bir sesle şöyle diyebildi: “Artık bir kadın değilim, bir anne değilim, bir insan değilim”. (Herkesin, hepimizin yüzü yere düştü, nutkumuz tutuldu. O an fark ettim ki, soru soran kimse, bir cevap beklemiyordu. O dahi bir cevap beklemiyordu. Herkes sorusunun cevapsız olduğunu biliyordu) Ön sırada çelimsiz bir çocuk işaret parmağını kaldırdı ve “Öğretmenimi” dedi. “Leyla öğretmenimi” dedi. “Vurdular.” Eliyle sol tarafı göstererek “Okulun bahçesinde”, dedi… Herkesin derdi başka. “Geldik, ama bir göz eve sığamadık” dedi, ilençle orta yaşlı bir kadın: “Bir göz ev, bir göz ev”. “Bebeğimin anne sütü yok” dedi, arkalardan ağlamaklı bir genç kadın. “Yok”, dedi. (İki sıra önündeki yaşlı kadın pürtelaş geriye döndü ve elini dudaklarına götürerek sus işareti yaptı. Genç kadınının gözleri yuvarlarından fırladı ve bütün hıncını sözünü kesen yaşlı kadının üzerine boca edercesine “Sen sus, kadın”, dedi. Altı çocuğunun üzerine şemsiye gibi ellerini açan bir adam iki elini göğe kaldırarak halimi görün, dedi: “Aslında ne babayım, ne anne” demek istedi. Sesini az daha yükseltirken sağ elini önünde duran çocuklarının başları üzerinden gezdirerek deli bir kahkaha attı “Halep gibiyim ama Şam babayım” dedi “Hahahaa…” Önde duran çocuk herkesten çok güldü ve adama yönelerek “ne olmuş” dedi. (Çocuk utançla başını eğinceye kadar herkes ona ters ters baktı.) “ Bir başına kadın olmak, ne demek, biliyor musunuz “ dedi, yazmasını çenesinde eliyle tutan bir kadın… Onu onaylayan ve benzerliğiyle kardeşi olduğunu düşündürten bir başka kadın “Çocuklarımız, kalan çocuklarımız için, yaşamak zorundayız” dedi. “Siz hiç ölümden kaçtınız mı” dedi, orta yaşa merdiven dayayan kalın bir adam, sesini yükselterek. Ellisinde bir adam kalın adama yönelerek azarlar gibi; “Konuşmayı bilmiyorsunuz” dedi. “Sadece gönül yıkıyorsunuz” dedi. “Bizi anlaması için her yaşadığımızı herkesin yaşaması gerekmiyor”, dedi. “Gönlü yıkık olan, niye gönül yıksın” dedi, önceki adam. “Bizim alınyazımızı siz okuyabiliyor musunuz”, diye tokat gibi bir soru sordu genç bir kız. “Namluyla burun buruna geldim, bir asker tetiği tam çekecekken bağışladı canımızı” dedi, güçlükle ayakta duran bir amca. “Bana da bir asker silahını doğrulttu, bir bana bir namluya, baktı baktı ve vazgeçti” dedi, cılız mı cılız bir kadın. “Ağam” dedi, sesi patlayan bir adam, öne atılarak, bir daha “ağam” dedi ve hıçkırmaya başladı, sonra hiçbir şey diyemeden mikrofonu yanındakine verdi… İkinci basamağın en solundaki hüzünlü kadın kimseye bakmadan “Sıcak bir ev, bir yuva” diye gönlündekini döktü…  “Kim kaybetmiş, kim bulmuş” dedi, uğultudan kim olduğu anlaşılmayan alaycı biri. “Nasıl söylesem” dedi, bir genç, “Hor görülüyoruz”. “Biz burada hor görülüyoruz…” “Evet” dediler, aynı anda diğer gençler. “Haksızlık ediyorsunuz” dedi, oturduğu yerde konuşan umur görmüş bir amca: “Hep alacaklı gibi konuşuyorsunuz” dedi. “Hayır, bu sizin hissedeceğiniz bir şey değil” dedi, o genç, “Hayır”. “Haksızlık etmiyoruz, sadece sessiz kalıyoruz. Onaylamıyoruz”, dedi. “Alınyazımız buymuş” dedi, yaşlı bir kadın: “Herkes yazısına boyun eğmeli” dedi. (Her ihtiyarın söz alışındaki, işler daha kötüye gitmesin endişesi ile elindekini kaybetme kaygısı ve cereyanı dindirme çabası bu ihtiyar kadının da asıl vurgusuydu. ) “Gözümüz her daim arkada” dedi orta yaşlı biri, ardı sıra bakarak. “Bir oğlum kaldı” dedi, üzgün bir adam. “Ya benim” dedi, bir kadın dizini döverek. “Bütün varlıklarımızı, tarlalarımızı, bostanımızı gasp ettiler” dedi, bir adam. “Her kötülüğü kötüler yapmadı” dedi bir yazar olduğunu sonradan öğrendiğim kaya yüzlü bir sert adam: “Neyi tahsil etmeye geldiniz buraya” dedi… (O konuşunca herkes sustu. Sözünün üstüne kimse söz söylemedi ve kimsenin ağzını bıçak açmadı ve uzun süre kimse nefes almadı. Söz almak isteyenler ona bakıp bakıp vazgeçti. ) Temiz yüzlü bir adam mırıldanır gibi “Biz artık biz değiliz.” dedi. “Çok geç” dedi, yüzünü başka yöne çevirerek konuşan öğretmen edalı bir kadın. Heceleyerek “mül-te-ci-yiz-biz” dedi, kolunda kamp görevlisi bandajı olan bir genç. “Ben, değiliz, dedim mi” dedi, öfkeyle o kadın. (Genç adam dişlerini gıcırdatarak kafa salladı.) “Kaçarken karşılaştık” dedi, gülümseyen genç adam, alkış bekleyen şımarık bir ifadeyle. (Sağ eliyle yüzünü kapatmaya çalışan genç kadının sol elini havaya kaldıran bu aşık cahilin umurunda değildi dünya. Hatta ifadesine göre iyi ki, bu büyük iç savaş olmuştu) “Tam sınırda abayı yaktılar” dedi, âşık gençleri hayran bakışlarla süzen bir genç kız. “Bunlar için mi buradayız, bu mu diyeceğiniz” dedi, çatık kaşlı bir adam. (Biri, bir hayalle, bir fikirle çıtayı yükseltmeye görsün bu âlemde, yanı başındaki, evet çoğu zaman hemen yanı başında aynı cinsten olan biri çıtayı yükseltenin süngüsünü derhal düşürmeyi kendine vazife bilir ve onun korunaksız olduğu bir anı kollayarak derhal düşürür.) “Hayat bu” dedi, biri. (Böyleleri kitabın ortasından konuşarak söz hakkını alır ve daima en doğru olanı söylerler. Onların doğrusunu herkes tasdik etmek durumundadır. ‘Hayat bu’ gibi, aksi söylenemeyecek şeyler söylerler. ‘Hayat bu’ derler, ‘sözün bittiği yer’ derler. ‘Bilmem ne söylesem’ derler. ‘Bu böyledir’ derler. Ses çıkarırlar, ama haddi zatında bir şey demiş olmazlar. ) Elinde bir harita açan bir genç bir adam “Ruhumuz orada kaldı, bedenlerimiz buraya geldi, bir gün ruhumuz bedenimize yetişir mi”, dedi. “İnsanın iç mimarisini yıkıcı şeyler söylememeli”, dedi yine bir aksakallı. “Göçten ayrı, sürgünden ayrı, ayazdan ayrı, horlanmadan ayrı usandık” dedi, biri. “Hayat yükü bu” dedi, nefes nefese konuşan ve sanki son nefesini alıp veren bir kadın. (Sözünü söyledikten sonra da cümlesi yanlışlıkla elinden düşmüş gibi ayak parmak uçlarına baka baka düşen cümlesini yerden kaldırmak istiyordu sanki.) “Eski dostlar düşman oldu” dedi, altmışında gamlı bir adam: “İç savaş öyle oldu”, dedi. “Nasıl olduk, bilmiyoruz” dedi, o yaşlarda bir adam. (Her söze, söz söyleyenin cinsinden akranından biri yankı veriyordu. Yüzünü ekşitenler de yüzü gözü ışıyanlar da akran olanlardı.) “Doğru” dedi, öyle biri. “Öyle oldu” dedi bir başkası. “Birlikte yitirdik ne yitirdiysek”, dedi biri de. Biri daha salladı boş başını belî, belî diye diye.. “Beyim bir şey diyeceğim” diye söz almak için sürekli el kaldıran biri şöyle dedi: “Siz, hiç minarede sala verildikten sonra “Dikkat dikkat, buradan kaçın, derhal kaçın, en uzak noktaya kaçın diyen bir çağrı duydunuz mu hiç?” dedi.  “Bu da oldu” dedi, biri. Bu da oldu. Çantasından bir fotoğraf çıkaran otuz yaşlarında bir kadın “Kocam” dedi, “Ondan sadece bu resim kaldı.” “Yeter” dedi, kim olduğunu kalabalıktan seçemediğim insafsız bir adam. Protez bacaklı bir kadın, “Ekmek tuz hakkı için, söyleyin ki, bizim de çocuklarımıza söyleyecek bir sözümüz olsun. Bizi buradan da gönderirler mi, doğru söyleyin”. “Bir mezarımız olur mu” dedi, bir ihtiyar. Var yok arası bir adam iki avcunu semaya göstererek “Kısa çöp uzun çöpten alır mı hakkını” dedi. Mustafa Şahin
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.