Ana teması "Ölüm " olan öykülerle başbaşayız. Ölüm ile birlikte, ölüm ile karşılaştığımızda takındığımız tavır nedir gerçekten? "Ölümün olduğu bir dünyada daha ciddi ne olabilir?" diyen Kafka'nın hakkını teslim etmekle beraber, ölümle karşılaştığımızda ne kadar ciddi ve samimiyiz? Ya da bir ölüm bize hangi tepkileri verdirebilir? Ölüme giden kişinin geçmiş yaşantılarımızda bize karşı olan tavırları, hareketleri...onun ölümüyle bizi sevince boğar mı, üzüntüye düşürür mü, düşünceler içerisinde bırakır mı? Belki yaşarken ki yaşam biçiminden duyduğumuz utanç, onun ölümünü bile sahiplendirmeyecektir bize. Hemen unutulsun ve gündelik yaşantımıza geri dönelim acelesi içerisinde olacağız.
Ölüm karşısında bir 'cık cık' çektikten sonra dönüp yemeğimizi yemeye devam etmek artık sıradanlaştı. Ölüm karşısında arta kalanların peşinden koşmak başlıca amacımız oldu. Ölümle karşılaşana kadar farkında olmadan ona doğru sürüklenmek için elimizden geldiğini yapmaya gayret gösterir olduk.
"Ölüm". Bir felsefi soru olmanın dışında en azından bu dünyadan tamamen fiziken gitmek, o bilinci o fiziksel yapıdan terk etmek demek değil mi? Ondan kaçmak imkansız olsa da ona koşmak, ona koşturmak, onu bu kadar basit bir şekilde karşılaştırmak ya da onun varlığıyla gelecek bir yaşam düşlemek insana özgü bir kötülük ancak. İyi değiliz. Birbirimizi kandırmanın peşindeyiz. Maskelerle bunu saklamaya çalışıyoruz ama en nihayetinde bu sona koşuyoruz. Varış yeri aynı. Hırs, çıkar, utanç, kızgınlık, şiddet... beyhude tamamı.
Pirandello'nun öykülerinde bu kavramlar var. Etkileyici bir eser yine.