Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

368 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Derdim çoktur hangisine yanayım?
Zamanı anlayabilmek, içinden geçip gitmekte olduğumuz bu dünyayı, bu ülkeyi ve daha nice vakıayı anlamlandırabilmek belli alanlara vakıf olmayı gerektirmektedir. Bu anlamda şahsi kanaatimce sayılabilecek üç öncü alanın varlığından söz edilebilir. Olayların derinliğine kavranılabilmesi için bir tarih bilgisinin gerekliliğinin yadsınılanamaz olduğu az çok işin erbabının bugün amentüsü haline gelmiş bir bilgidir. Tarih, olayların derinliğine inebilmeyi ve yapılan analizler sırasında bilgilerin sağlamlaştırılabilmesini sağlayan en başat kaynaklardan birisi olagelmektedir. Tarih bilgisinin uzağında yer alan toplumlar ve insanlar yaptığı yorumlarla tabiri caizse dudak uçuklatabilir yahut insanları şirazeden çıkarabilir. Bugün Türkiye’nin de içinde yer aldığı problemlerin ilk sıralarında üzerine konuşulan mevzuların tarih bilgisinden yoksun olarak ve şartlar koşullar dışlanarak ele alınmasıdır, yani yaşanılan olayların hepsi bugün bir mercek varmışçasına ele alınmakta devre ilişkin değerlendirmelere ne yazık ki rastlanılamamaktadır. Tarihi derinliğe sahip olmamak, ne yazık ki daha düne kadar vatan toprağı bildiğimiz fakat bugün sınırlarımız dışında yer alan Balkanlar’ı bir el (yabancı) derekesine indirmekte ve sanki o topraklarda hiç yer almamışız bizden bir parça değilmiş gibi bir çıkarıma ulaşılmaktadır. Halbuki meseleye az çok ilgisi olanlar bilirler ki Anadolu’dan önce Balkanlar gelmektedir, hatta İstanbul’dan önce Balkanlar’ı vatan bellemişizdir. İşte tarih bilgisinin gerekliliği çok basit bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Çok basit bir ikinci örnek ile tarihe ilişkin kısma bir es vermek niyetindeyim. Bu topraklar 15 Temmuz 2016’da çok alçakça bir girişim ile karşı karşıya kaldı ve bu girişim ile bu topraklarda bir kere daha bir bedel ödendi. Eğer tarih bilgisine sahip yetkililerimiz bulunsaydı Osmanlı’da buna benzer hareketlerin, din kisvesine büründürülmüş bir halde devlete karşı ayaklanmaların olduğu bilgisine haiz olacağı gibi bu sayede bu girişimin önünü almak adına en azından bir uyarı yapabilirdi. Fakat ne yazık ki tarih bilmezliğimiz bu ülkede yeni bir travmaya sebebiyet verdi, içinden kolay kolay çıkılamayacak olan. İkinci bilgi alanı olarak toplum bilgisi elzemdir. Toplumun sahip olduğu değerler, toplumun serencamı, sahip olunulan hasletlerin bilgisi olmadan ne yazık ki gidişat anlamlandırılmayacağı gibi var olan problemlere ilişkin çözümler bir eksik kalmaya mecbur olacaktır. İçinde yaşadığı toplumla barışık olamayan fert de aslında kendilik bilinci olmayan toplumun tuzu biberi olacak ve karşılaşılan problemler içinden çıkılamayacak bir vaziyet alacaktır. Kendisine yabancılaşan toplum, kendi olmaklığını koruyamayan toplum, er yahut geç tarih sahnesinden silinecek, silinmese bile güdüm eşliğinde yola devam edecektir. Bir toplumun başka toplumun güdümüne girmesi de aslında bir bakıma kaybın bir çeşidinden öte anlam ifade etmemektedir. Tarih bunun örnekleriyle, güdüme giren toplumların mezarlığıyla doludur. Bunun içindir ki toplum kendilik bilincini her daim korumalı ve kendi kendinin ne olduğunu ne olacağını sürekli olarak sorgulamak suretiyle diri kalmaya direnmelidir. Kendi dinamiğini yakalayamayan toplum er geç düşüş ve sonrasında kayboluşa doğru bir serencam izleyecektir. Üçüncü bilgi alanı ise düşünceye ilişkin olandır. Toplumun tarihsel süreçlerinde sahip olduğu düşünce haritası incelenmesi ve sürekli güncellenmeye tabi tutulması gereken alanlardan birisidir. Düşünmek olmadan bir toplum yaşamanın olmadığını idrak etmek zorundadır. Geçmişte düşünenlerin o devrin kendi hikayesini anladığını ve o hikayeye katkı sunduğu her zaman toplumsal bilinç içinde yer almalı bugünde aynı şekilde bugünün hikayesi anlaşılmaya gayret edilmeli ve geçmişte uygulanan metodla ve çözüm yolları örnek alınmalıdır. Geçmiş kendisi bizatihi örnek teşkil etmekten ziyade yol, usul, metod kapsamında anlamlandırılmaya ve anlaşılmaya çalışılmalıdır. Düşüncenin bu topraklarda yeniden yurtlandırılması elzemdir. Peki bu yurtlandırmada izlenen yol nasıl olacaktır? Aslında bu da bir düşünce gerekliliğinin çağrıştırmaktadır. Bir totoloji gibi gözüksede durum bundan ibarettir. Öncelikle tarih bilgisiyle dönem okunacak, toplum bilgisi gidilen serencamı gösterecek ve düşünce de bu süreçleri anlamlandırma vasıtasıyla devrin şart ve koşullarına uygun bir sistematik geliştirecektir. Sayılan bu üç ana bilgi alanı aslında bir bakıma bir toplumu toplum yapan değerlerin taşıyıcısıdır. İnsan bilgiyi üretir ve bu bilgiyi taşır ve tarih bu bilginin üretilmesinde insana yardımcı olarak, yer yer ders almasına yer yer ise ondan üretilecek bilginin numunelerini bulmaya yardımcı olur. İlk kısmın özeti olarak şu düşünce serd edilebilir; esas mesele atalar ocağından külü değil közü ayrıştırabilmektir, bu ayrıştırma içinde tarih bilgisi toplum bilgisi ve düşünce sistematiğinin anlaşılması elzemdir. Bu üç sacayak üzerine kurulan yapı her daim közün arayıcısı ve közün taşıyıcısı olacaktır. Bu girişten sonra derdim bir kitaba ilişkindir, kitap İskender Öksüz Hocanın Alt Akıl; Aptallar ve Diktatörler kitabı. Kitap söz başı ve teşekkür kısımları hariç dokuz kısımdan oluşuyor. Başlıklar; Memleket Hali, İnsan Sermayesi, Sosyal Sermaye, Kurumlar, Düşük IQ: Sebepler ve Sonuçlar, Somutlar ve Soyutlar, IQ Düşükse Basitleştiririm: Komplo Teorileri, Sonuç: Ne Yapmalı? Ve son bölüm Çan Eğrisi. Hoca ülke üzerine düşünen, dertlenen ve kederlenen bu düşünmek ve kederlenmekle kalmayıp eser veren ve çözüm arayanlardan. Kitabı bitirdiğinizde Türkiye’ye ilişkin olarak aklınızda bir arayışa girmemeniz elde değil. İnsan unsurunun göz göre göre heba edildiği, devletin imkanlarının alenen har vurup harman savurulduğu, kurumların içleri adeta boş kof bir kütük parçası haline geldiği acı acı gözleniyor. Kitabı okurken aklıma gelen sözlerden birisi Spinoza’nın kitleler Tanrıyı kandırma peşindedir sözü oldu. Kitleden söz edilen her yerde ne yazık ki düşünemeyen insan, ayak uydurma yolunu seçmiş kimselerden söz edilebilir. Fakat bu topraklarda yer alan herkesin bildiği odur ki; Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar. Fikirlerin farklılığı rahmetin temsilcisidir. Kitaba geldiğimizde, en önemli vurgulardan birinin bu topraklarda yaşayan herkesin ne yazık ki işini yapmaması, işinin ehli olmaması bunun yanında bu da yetmezmiş gibi birde başka işlere üstüne vazife olmamasına rağmen bulaşmaya çalışmasıdır. Bunun en güzel örneğini hoca, siyasetçiler ve holding sahiplerinden alıntılamıştır. Hocaya göre ülkede siyaseti holding başkanları, kelli felli ekonomi patronları yapmakta iken, siyasetçiler ise tabiri caizse ekmeğin kaymağını yemek ile meşguldürler. Misal onlar rant olarak arsa kapatmak, yahut köşeyi dönmek için kapalı kapılar ardında bin bir türlü işle uğraşmaktadır. Bunun neticesinde yönetim ehli ne yazık ki elden gitmekte ve ülkeyi yönetenler holdinglerden olmaktadır. Bu durum sadece holding ve siyasetçi örneği ile kısıtlanamayacağı gün gibi ortada durmaktadır. Türkiye’de ne yazık ki her iş mensubu diğer birtakım işlerden az uz anlar ve bu anlamak ona bir ekonomik gelir sağlar. Fakat var olduğu mevcut kurumun dertlerini dert edinmek, problem çözmek dendiğinde bu zatı muhteremler kaçacak delik aramaktan da imtina etmemektedir. Şikayet edenler şikayete sebebiyet verdiği sürece bu topraklarda problemleri çözmeyi bırakalım ele alıp tespit etmek bile imkansızdır. Aslında bu problemin 15 Temmuzun en başat unsurlardan olduğunu bilmeyenimiz olmadığı halde ne yazık ki genlerimize kadar işlemiş olması hasebiyle midir yoksa rahatlarını bozmamak derdiyle midir bilinmez kimse yüzleşmeye cesaret edememektedir. Bu ülkenin en büyük probleminin yetişmiş adam olduğunu bilmeyen kalmamasına rağmen, bunu dillendirenlerin bir kurumda yer edinmesi ile ne yazık ki bütün bu söylemleri yerle yeksan olmaktadır. İşini gören aslında dert edinmediğini alenen hal tavırlarıyla ifade etmektedir. Bir gün eğer bu topraklarda herkes kendi işinin en iyisi olur ve diğer işlerden de az çok anlar ise bilin ki düzlüğe çıkma maceramız başlamış demektir. Bu noktada bu eleştirilerin karşılığını bulması ve bu geçiş sürecinin nasıl yaşanacağına ilişkin olarak İskender Öksüz Hoca elitistlerin bu geçiş sürecinin idaresini ele almasını gerektiğini savunmaktadır. Hocaya göre bugünden çıkış yolu elitizimdir, yetişen insanların vazife başına geçmesi, yönetimi devralması gerekmektedir. Hocanın dikkat çeken vurgusu; ehliyet ve liyakattir. Hoca nerdeyse kitabın her bölümünde dönüp dolaşıp bazen alenen ehliyet ve liyakat seçimine geçilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Buna ilişkin olarak, bende 15 Temmuz Darbe Girişimine ilişkin bir dergiye gönderdiğim yazıda aynen şu ifadeleri kullanmıştım: ‘’ Bu nokta da devlet yapılanmasını yaparken kuracağı sac ayaklarının ne olduğu ve ne olacağı en önemli meseledir. Bana göre burada kurulacak sac ayakları vazgeçilmez bir şekilde ehliyet ve liyakat olmalıdır. Adalet ve merhamette bu sac ayaklarının destekleyicisi konumunda bulunmalıdır. Bir işi ehline vermek bu aralar bize yabancı bir kelime gibi gelse de tarihimizde bunun sayısız örneği mevcuttur ve ilgilisi bununla ilgili gerek kitap ve dergi ve gerekse Google hazretlerine danışarak bilgi edinebilir. Devlet bu sac ayakları üzerinde bu ikinci kuruluş aşamasını gerçekleştirmesi durumunda, atılan adımlar daha sağlam olacak ve bir profesyonellik aşamasından söz edilebilecektir. Bu sac ayakları insanları araştırma bilgilenme, sorgulamaya itecek bu sayede her söylenene itaat etmek yerine bir sorgu mekanizması ortaya çıkarılmış olacaktır. Düşünme, sorgulama, merak ve hayret etmenin yeniden sözlüklerimize kazandırılması bu süreçte bir diğer önemli nokta olarak göze batmaktadır. Bu meşum yapının en büyük eksikliğinin bu saydığımız fiiller olduğu ortaya çıkmış bir hakikat olarak karşımıza dikilmiştir. Saydığımız fiiller ne yazık ki öyle yattığımız yerden yapılabilecek işler olmadığı için insanlara zor gelmektedir, lakin unutulmamalıdır ki bu fiiller yeniden literatürümüze kazandırılmaz ve üzerine gidilmezse bu yapının benzeri bir yapının çıkmaması işten bile değildir. Bu noktada yorulmak ve didinmek bu girişimlerin önlenmesi için ve en önemlisi de üzerinde yaşadığımız topraklar için üzerimize düşen en büyük vazifedir. Yapılacak iş elbette kolay değildir, yeri gelir içinden çıkılmaz hal alması kuvvetle muhtemeldir lakin bunun başarılamaması hatta hiç gündeme alınamaması daha büyük problemlere gebe bir toplum haline gelmemize sebebiyet verecektir.’’ Kitabın yakındığı asıl meselelerden biriside bir ruh kaybının yaşandığı gerçektir. İnsan iki asli yönden ibarettir, bir tarafı ile maddi varoluş kaygısı taşırken bir yandan manevi olarak kendi ruh dinliğini sağlar. İnsan unsuru gibi devletlerin maddi olarak kurumsal yapılarının olduğu gibi manevi olarak ruhlarının varlığından söz edebilmek mümkündür. Bu yapıda en önemli unsur ‘’ahlak’’ unsurudur. Bir milleti ayakta tutan en önemli unsur değerlerdir. Manevi unsur maddi unsurun arkasında yer alan destekçisidir ve eğer yitimi söz konusu olursa devlet ne yazık ki bir inhitat dönemine girer. Bunun için kurumların devletin maddi yapısını teşkil etmesi ile önemi su götürmez bir gerçek ise de aslında kurumların ayakta tutulmasını sağlayan da değerler olduğu bilinen gerçektir. Bozulma yaşandığında balık baştan kokar hesabı devlet bozulur, devleti oluşturan insan topluluğu da aks etmesiyle beraber aynı inhitata doğru sürüklenir. Bundan dolayıdır ki devlet varoluşunu dayandırdığı maddi değerleri manevi unsurlarla her daim desteklemelidir. Düşünebilmek bir bakıma risk alabilmek demektir. Risk alabilenler ise ergin olanlar, mümeyyiz olanlardır. Belli başlı şeylerin ayırdında olanlardır aslında düşünebilenler. Bu durumda düşünebilmek aslında bir tehlike habercisidir, çünkü düşünebilenler bir sonraki aşamada eleştirebilir demeye gelmektedir ve biz bilmekteyiz ki bu topraklarda bu sözcüklere pek yer yoktur. İsmi geçtiğinde de ne yazık ki insanların yüzleri buruşur, canları sıkılır öyledir ki hatta kötü söz söylemiş gibi olursunuz. Onun yerine bu topraklarda geçer akçe biat etmektir, varolanı kabullenmek ve bu kabul üzerinden bir rahatlamaya geçmektir. Rahatlık, konformizm, kafa rahatlığı bu topraklarda yukarıda sayılan kelimelere göre daha çok tutulur. İşte halimizin özeti aslında burada gizlidir. Lider kültü oluşturmak ve değer yerine lider sevmek de aslında tam olarak bu düşünce arka planının bir neticesidir. Yani düşünmek yerine biat etmek, liderle iş görmek değerlerin canı cehenneme demek insan için kolay olandır. Liderler de çeşit çeşittir, bin bir türlüsüne rastlanır. Partinin lideri olur, derneğin olur, cemaatin olur, olur da olur kısacası. İnanışta put yasaktır ve fakat gerçek hayatta farkında olmadan putlar doldurmuştur etrafımızı. Putu yasaklayan dine iman edenler puttan helvayı anlayınca güne temas etmekten uzak kalırlar ve farkında olmazlar içinde yer aldıkları sistemin. Değerlere gelince kim ne derse desin, değerler bu topraklarda bir ölçüt ol(a)mamıştır. İktidar yozlaştırmış, mutlak iktidar mutlak yozlaştırmış, fillerin kavgasında ezilen cüceler olmuştur değerler. Hoca kitapta bütün bunlara ilişkin çeşitli tablolarla desteleyerek güzel bir sunum yapmıştır ve islamilik endeksinden tutun bir çok araştırmayla durumun içler acısı halini resmetmiştir. Uyuyan insan uyandırılabilir, fakat uyuma numarası yapanı uyandırmak imkansızdır der İsmet Özel. Aslında durum bu halden pek de farksız değildir. Herkes kendi devrinde uyuma numarasıyla ama kendi çuvaldızı yiyince can havliyle davranmaktadır. Oysa bu topraklar başkasının ayağına batan iğneyi kendi canında hissedenlerin mayasıyla kurulmuştur. İşte bütün bu ahval, insanın ölümlü olduğu gerçeğini hatırlamak var olan insan unsurunun kıymetini bilmek ve onu değerlendirmek yoluyla çözümlenebilir. Bunun içinde en başat unsur eğitimdir. Yaşımın daha 23 olmasına rağmen eğitim sisteminde sayısız değişikliğe şahit oldum. Ortalama ülkelere göz atıldığında bu değişim hızının daha yavaş olduğu gerçeği açıktır. Eğitimde bir türlü tutturulamayan sınav sistemini mi saysam, yoksa bina inşa edip içinin boş bırakılmasına mı yansam, tablet dağıtmakla eğitim yaptıklarını zannedenlere mi gülsem bilemedim! Bu hal nicedir diye soramadım. Eskiden on yıllarda yapılan değişiklikler yıllara, yıllar aylara indi ve bu hız insanımızı gençlerimizi çileden çıkardı. Sene başı niyetlenilen sınav bir ay sonra bir değişiklikle başka formatta karşımıza çıkıyor, elde olan örnek yok, soru çözümü için bir kaynak yok. Daha nice problem sayılabilir fakat sözü uzatma niyetim yok. Sonuç olarak, durumun içler acısı olduğu, son 200 yıllık tarihsel sürecin gösterdiği ahvalin mahv-ü perişanlığımıza sebep olduğu, toplumumuzun hasletlerinin dip noktalardan çıkarılamadığı acı bir gerçektir. Düşünce dünyamıza hiç adım atmak bile istemem. Bu hal, ahval gidişatın da pek parlak olmadığını hatta işin daha kötüye gitmesi durumunda Balkan faciasına benzer bir facia ile karşılaşmak zorunda kalacağımız bir duruma kadar gitmek durumunda olduğu gözlerimizin önüne serilmiştir. Bu noktadan çıkış yapmak elbet kolay değildir, hatta buralardan kurtulmak için iki nesil belki daha fazlasının fedası bile söz konusu olabilir, fakat bu durumdan kaçınmamak gerekmektedir. Velev ki kaçınılırsa o halde bu feda edilecek nesil bile söz konusu olmayabilir, yahut feda edilebilecek topraklar… İşin vehametini idrak edebilmekle başlıyor her şey, yani sorgulamakla. Sonrasında bu sorgulama safhasında elde edilenlerin çözümüne ilişkin fikir teatisine düşüyor iş. Üretmek gerektiği alenen ortada, o halde sarılmamız gereken kalem, kağıt ve düşüncedir. Bu toprakların kurtuluşunun geçtiği mecra eskiden dökülen kanlar ile olmuşsa bugün dökülen mürekkepler ve dökülen alın terleri ile olacaktır. Çalışmanın karşılığı elbet alınacaktır ama bugün ama yarın, esas olan ise yola koyulmaktır!
Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler
Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörlerİskender Öksüz · Panama Yayınları · 201795 okunma
·
391 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.