Hemen hepsi, özellikle yağ ve un tüccarları, göbekli, tıknaz ve kalın enseli olurlardı. Öyle ki, kısa ve kalın bacakları, sanki onların oturaklı ve tombul bedenlerini değil,
ticaret gibi rizikolu bir işte daima topun ağzında olan sermayelerinin ağırlığını ve derdini yüklenirdi.
Köstekli cep saati taşıyan bu adamlar ayaklarına mest giyerler, başlarında birer namaz takkesi ya da
zigzaklı başlıkla dolaşırlardı. Allah dinden imandan ayırmasın, hepsi de namazında niyazında, gayet
sofu şahıslardı. Gel gör ki her akşamüstü hasılatlarını sayarlarken, onca fakir fukara, aç biilaç olduğu
halde, kendilerinin dünya işlerine ve nimetlerine bu kerte gark olmaları sonucu kalpleri az buçuk
sızlar, artık iç sıkıntılarını bastırmak için midir, evlerine dönerken bir dilencinin eline gönüllerinden
kopan sadakayı sıkıştırmadan edemezlerdi. Hele hele akşam yemeğini midelerine indirince, karınları
ve gözleri doyduğundan olsa gerek, hayata bir mânâ bulamaz, servetlerini beyhude yere
kazandıklarını düşünürlerdi...